Şah-ı Nakşibend (k.s.)

Müritlerden biri anlatmıştı:

- Şah-ı Nakşibend Hazretleri, bir gün Şeyh Şâdî’den bir sığır satın almasını istedi. Şeyh Şadi, alaca bir inek satın aldı. Aradan birkaç gün geçti, Hace Hazretleri Gadyut’a geldi. Ancak Şeyh Şâdî’ye hiç iltifat etmiyordu. Sohbette Gadyutlu çok sayıda mürit vardı. Bu sırada Şeyh Şâdî’ye bir hâller oldu. Şeyh Şâdî’den, sanki biri içinde ceviz kırıyormuş gibi şiddetli sesler gelmeye başladı. Hace Hazretleri Şeyh Şâdî’ye döndü, şöyle dedi:

- Biz, sana eziyet etmiş değiliz. Bu sesler o alaca ineğin, kafa darbelerinden kaynaklanıyor! buyurdu.

Bu söz üzerine müritler sese, biraz daha dikkat kesildiler. Gerçekten ses, süsme sesine benziyordu! Nihayet müritler Hace Hazretlerinin, Şeyh Şâdî’yi affetmesi için devreye girdiler. Böylece Şeyh Şâdî affedildi.

Müritlerden biri anlatır:

- Şah-ı Nakşibend Hazretleri, Gadyut’a gelmişti. O sırada tanıdığım bir arkadaşım, tasavvufî terbiye almak için Şah-ı Nakşibend Hazretlerini, kendisine mürşit kabul etmek istiyordu. Sevgisini anlatmak için olsa gerek, Şah-ı Nakşibend Hazretlerine sunmak üzere bir miktar kır çiçeği toplamıştı. Bunları, Hace Hazretlerine ulaştırmamı istiyordu. Ben de çiçekleri alıp Hace Hazretlerine takdim ettim. Ancak Hace Hazretleri kabul etmedi. Bunun üzerine çiçekleri alıp sahibine geri verdim, olanları anlattım. Bu olanlardan sonra arkadaşım: ‘Artık ben, Hace Hazretlerinin velâyetine hiç inanmıyorum zaten çiçekleri verirken, ‘Hace Hazretleri gerçek bir veli ise, bunları kabul eder!’ diyordum, demeye başladı.

Kendisinden bu sözleri işitir işitmez, elinden kır çiçeklerini alarak tekrar Hace Hazretlerine gittim ve bir kez daha onları takdim ettim. Bu kez Hace Hazretleri, çiçekleri kabul etti, bana şöyle dedi:

- Bu çiçekleri korumalısın!

Daha sonra Hace Hazretleri başka bir yere gitmek üzere yola çıktı. Yolda önüne bir sufi çıktı, elinde nar dolu bir sepet vardı. Sufi, Hace Hazretlerine narları ikram etti. Şah-ı Nakşibend Hazretleri ise nar sepetini bana verdi. Ardından ‘Bunları o kişiye ver, bu narlarda bir sır olduğunu söyle.’ dedi.

Narları kendisine verdiğimde, arkadaşımda müthiş bir değişiklik oldu. Bana şöyle dedi:

- Kır çiçeklerini ikinci kez sana teslim ettiğimde, ‘Şah-ı Nakşibend Hazretleri bu kez çiçekleri kabul edip karşılığında nar gönderse...’ diye düşünmüştüm!

Ve...Arkadaşım, Hace Hazretlerinin büyük bir veli olduğuna artık kesinlikle inanmıştı. Hace Hazretlerinin teveccühlerinin bereketiyle bu yola girdi.

Bir gün Buhara zalimlerinin, yardakçılarından biri kaçıp Kasr-ı Ârifan’a gelmişti. Yolda Hace Hazretleriyle karşılaşmış, durumunu anlatmış, Hace Hazretleri kendisine köye gitmesini söylemişti. Ancak bu zalim kişi, Şah-ı Nakşibend Hazretlerine karşı edepsizlikte bulunarak onu tekmeledi, ardından Hace Hazretlerinin sırtında bulunan eski kürkünü alıp Gadyut’a kaçarak kayıplara karıştı.

Sonradan işittiğime göre, bu zalim kişi, o gece giderken köy halkından birinin namusuna göz dikmiş. Çıkan arbede esnasında kafası kesilmişti. Böylece insanlar da artık bu kimsenin şerrinden kurtulmuş oldular. Bu hâdise, bazı kimselerin kurtuluşuna sebep olmuştu.

Müritlerden biri anlatır:

- Şah-ı Nakşibend Hazretleri Gadyut’taki nehir kıyısındaydı. O civarda turfa ağaçları olur, bu ağacın dalından çok güzel kaşık yapılırdı. Hace Hazretlerini nehrin kıyısında gören bir mürit kendisine yaklaştı. Elinde turfa ağacından kestiği bir dal vardı. Şah-ı Nakşibend Hazretlerinden kendisi için bir kaşık yapmasını istedi. Derken o esnada Gadyut’un meşhur zorbası oraya geldi. Başladı bu müridi tartaklamaya. Hace Hazretleri, ‘Bu müridin bir suçu yok. Eğer ortada bir suç varsa, onu ben işledim. Beni döv!’ dedi. Ancak o zorba, müride vurdukça vuruyordu. Bir ara, Hace Hazretlerine de sol ayağıyla bir tekme attı.

Bu nehir kenarında av kuşları çok olurdu. Aynı zamanda burası çok güzel bir mesire yeriydi. Aradan günler geçti. İşte bu zorba kişi, bir gün kuş avlamak amacıyla yine nehir kenarına geldi. Karşıdan karşıya geçerken atından düştü. Sol ayağı üzengiye takılı kalmıştı. At, bu zalimi üzengide bulunan ayağı kırılıncaya kadar yerlerde sürükledi. Nihayet götürüp nehrin sularına attı. Zorba, nehrin sularında boğulup helâk oldu.

Şah-ı Nakşibend
Şeyh Ahmed es-Sıddıkî