PETROL İMPRATORLUĞU VE ORTADOĞU
PETROL İMPRATORLUĞU VE ORTADOĞU
ALPEREN GÜRBÜZER
Dünya Churchill’i şu sözleriyle tanıdı: “Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir” diye.
Malum Churchill İngiliz devlet adamı olup bu sözleriyle dünyada, özellikle Ortadoğu da sonu gelmez kanlı senaryoların arkasındaki esrar perdesini ortaya koyuyordu. Hele hele petrole sahip ülkelerin halklarının hiç yüzlerinin gülmediğini ve rahatlık görmediklerine şahit olunca, Ortadoğu da cereyan eden kanlı olayların ardındaki gerçeğin petrol olduğunu görüyoruz. İşte kanayan Irak, bu durumun en bariz delilidir.
Batılı beyaz adam petrolün kokusunu alırda boş durur mu? Çok ince hesaplarla bu bereketli topraklarda bütünlüğü bertaraf edecek planlar uygulamaya konuldu acımasızca. Aynı ortak dili konuşan fakat adına ‘devlet’ denilen bölük pörçük bölünmüş ve parçalanmış topluluklar tarih sahnesine çıkarıldı, karşılarında organize olmuş blok güç istemediler böylece. Kabilelere sözde devlet kimliği verildi. Müşterek noktaları olan, dili, dini ve tarihi bir aynı soydan gelen topluluklar birbirine düşürüldü sonunda. Oysa bu topluluklar, Osmanlı şemsiyesi altında uzun seneler huzur içinde yaşıyorlardı bir zamanlar. Ansızın Fransız ihtilali müteakip dört bir yandan sinsice sinemize giren menfi milliyetçilik rüzgârları şemsiyemiz altında olan Ortadoğu ve Balkanlara servis edilerek vahdet bilincimizi biranda altüst oluverdi. Bize ait olan değerleri yerle bir edilerek silip süpürdüler. Nitekim kabile devletçiliği girişimleri uzun bir aradan sonra netice verdi bile. Osmanlıdan koptular, ama hiçbir zaman da aradıkları mutluluğu da elde edemediler. Artık karşımızda dünyanın odak merkezinde sürekli savaşlarla, ihtilallerle ve iç kavgalarla cebelleşen bir Ortadoğu var. Hammadde kaynakları batılı adamın iştihasını kabarttıkça bu süreç işleyecek gibi. Başımıza karasaban gibi çöken bu durumu etkili sözler bilmem yarayı sarar mı bilmem, ama o Osmanlının muhteşem adaleti hafızalarda hala taptaze saklı.
Hâsılı büyük hammadde potansiyelinin ve bereketli suların geçtiği, büyük güçlerin iştihasını kabartan yerdir Ortadoğu. Nice Peygamberlerin tebliğ yeri, aynı zamanda hem iyilikleri bağrında taşıyan, hem de kötülüklere de geçit veren, hatta komünizme ilham olan Mezdekçiliği türeten de Ortadoğu’dur. Her ne ararsan var diyebileceğimiz ana damardır Ortadoğu.
1900 yılları Amerikalılar ile İngilizlerin karşı karşıya geldiği ve işte o tarihten itibaren dünya halkları istikbalini petrolcülerin eline teslim ettiği sürecin içine düşmüştür. O yıllarda petrol sahaları üzerinde amansız bir mücadelenin eşiğinde olan dev petrol şirketlerinin rekabetine şahit oluyoruz. Hakeza savaşların ve ihtilallerin arkasında da hep bu petrol şirketlerinin parmağı olduğu gerçeği vardır. Nitekim Rockfeller, petrol piyasasına İngilizlerden daha çabuk elini çabuk tutarak petrol imparatorluğunu ilan ettiler adeta. Her iki şirkette (Rockfeller ve Henry Deterding) kıyasıya rekabet içinde hâkimiyetlerini kurmaya çalışıyorlardı. Bütün bu kıyasıya mücadelede, daha önceden hâkim olan Rockfeller imparatorluğu, artık Deterding şirketi karşısında pes etmek zorunda kalır. Başlangıçta Çin pazarı için kavgaya tutuşmuşlardı, netice itibarıyla ileride Deterding Ortadoğu’da daha geniş bir faaliyet üstlenecek bir imparatorluk haline gelmeyi başarır da.
Clemanceau, Amerikan Başkanı Mr. Nilson’a çektiği telgrafta; ‘Eğer müttefikler harbi kazanmak istiyorlarsa; Fransa’nın kana olduğu kadar petrole de muhtaç olduğu bilmelidirler’ der.
19.asrın sonlarına gelindiğinde dünyanın dört süper devleti (İngiltere-Almanya-Rusya-Fransa) hammadde kaynakları için müthiş mücadeleye giriverdiler. Bu rekabetin merkezini kuşkusuz petrol teşkil ediyordu. Petrol hem Ortadoğu’nun hem de dünyanın can simidi idi çünkü.
Ancak II. Dünya savaşıyla birlikte İngilizlerin Romanya petrolleri üzerindeki hegomanyasına, önce Almanlar sonra da komünist blok son verdi. Önceleri İngiliz-Almanya-Fransız ve Rusya mücadelesi başlamıştır. Bu mücadeleler neticesinde Osmanlıyı Almanlar safına itip I. Cihan savaşına katılımı sağlanmış, derken bizde petrol odağı haline gelmişiz biranda.
Almanlarda, İngilizlerde Musul’u hep hedef almışlardı. Fakat Ulu Hakan dehası, Musul petrol sahasını ‘Memamilik-i Şehane’ (Padişah mülkü) ilan ederek gizli niyetlerine ve sinsi planlarına set çekmiştir. Dolayısıyla Musul’da petrol imtiyazı elde etmek isteyen devletler şoke olmuşlardır. İngilizlerin uzak-şark petrolleri hususunda tazyikleri her geçen gün artması karşısında Sultan Abdülhamit Han Almanların imtiyazını genişleterek İngilizlerin direncini kırıverdi. Tarihe Akabe meselesi olarak geçen hudut ihtilafı ile ilgili İngilizlerin sert notası, padişahın manevraları sayesinde Almanları kendi safımıza bağlayarak sonuçsuz kılmıştır. İngilizler, karşılarında Alman gücünü görünce Akabe önlerindeki donanma nümayişlerinden vazgeçtikleri gibi Mısır askerlerinin de çekilmeleri söylenmiştir. İşte buna tek kelimeyle Ulu Hakan dehası derler. Bu öyle bir siyasi deha ki, o günün süper devletlerini birbirlerine düşürme planı üzerine kurulu diplomatik manevradır. Bugün hangi siyaset adamımız, Abdülhamit han’ın ufkunu yakalayabilmiş acaba.
Ulu Hakanın Almanlara vermiş olduğu Hicaz demiryolu imtiyazına rağmen, Almanlar bu imtiyaza da doymuyordu, çünkü onların asıl hedefleri Musul’du. Ulu Hakan Akabe meselesini İngilizlerle Almanları karşı karşıya getirerek çözdükten sonra, bir bahaneyle Hicaz demiryolu imtiyazını da feshetmiştir. Ulu Hakan diplomatik baskılara rağmen petrol konusunda zırnık taviz vermedi. Ta ki, ittihat ve Terakkinin işbaşına gelene dek bu tutum böyle devam edebilmiştir ancak.
Petrol, Osmanlıya pahalıya mal olmuştu. Artık işbaşında Ulu Hakan yoktu, türlü oyunlarla İttihat ve Terakki tarafından padişahın hal edilmesi sağlanarak, en nihayet kendi iktidarlarını gerçekleştirirler. İttihat ve Terakki devriyle petrol sahaları Memalik-i Şahane’den alınarak altı yüz senelik imparatorluğumuzun sonu hazırlanmıştır. Petrole sahip olabilmek adına dost bildiğimiz Almanlar bile Rusya, İngiltere ve Fransa ile birleşerek Osmanlı’yı mahkûm etmişlerdir. Eğer petrolün kıymetini bilseydik, 1890 yılında bir İrade-i seniyye ile Memalik-i Şahane arazisi (padişah mülkü arazisi) olarak ilan edilen metne dayanarak Musul petrol arazisini, yabancı mihrakların eline vermeyerek bizde bu kıymetli hammaddeden istifade eder ve daha çok hisseye sahip olabilirdik pekâlâ. Ne yazık ki; Musul meselesi bir oldubittiyle bize sadece Lozan’da %10 hak tanınarak mesele bu şekilde geçiştirilmiştir. Şayet buna başarı denirse.
1914 yılına kadar dünya siyasetinde söz sahibi iki hâkim devlet olan İngiltere ve Almanya olmuştur. Tabiî ki hâkimiyetin arkasındaki güç petroldü.
Kaiser (Kayser) Wilhem, ‘Oroeise petroleum Unıon Petrösü’nün temellerini, I.Dünya savaşından evvel atarak Deterding şirketinden gelebilecek tehlikelere karşı önceden tedbir almıştır. Her iki şirket de Orta-Şark petrol sahaları uğruna Mekke Şerifi’ni oyuna getirerek Osmanlı’yı arkadan vurdular. Hatta Şeyh Sait isyanı, Musul petrolü uğruna çıkarılan bir İngiliz provokasyonudur. O sıralar Güneydoğudaki Türk-Irak hududundaki etnik hareketlerin kaynağında İngilizler vardı. Musul bu hengâmede elden çıkmıştı maalesef. Eğer Osmanlı hanedanı vatandaşlıktan çıkarılmasaydı, onların Mısır petrolleri üzerindeki talepleri Türk devletinin petrol üzerindeki söz hakkına bağlı olarak süreç işleyecekti.
Halen bugün dünyamızda iki ana beynelmilel petrol şirketi ve bu iki dev imparatorluğun türevleri vardır.
Petrol imparatorluğuna öncülük eden iki imparatorun kıyasıya mücadelesi neticesinde dünya bugünkü noktaya geldi. Bu rekabet:
1-Standart Oıl co.
2-Royal Dutch Shell Grubu ve Rusya arasında geçmiştir hep.
Bu süreçte Petrol üzerinde söz sahibi Amerikan burjuvazisi John Rockfeller’in kurduğu dev tröst Standart ‘Oıl co’ olup, diğeri ise İngiliz- Hollanda birliği olarak da faaliyet gösteren ‘Royal Dutch-Shell Grubu’dur. Bugün de hala birçok petrol şirketlerin rekabetine sahne oluyor Ortadoğu. Hatta şirketler birinci derecede dünya siyasetini de etkiliyor.
Günümüze kadar devam eden kavgaların ardındaki asıl neden sihirli değnek denilen petrol olmuştur, bu süreç devam edecekte. Anlaşılan Sam amca Saddam’ı bahane edip Kuveyt’e hemencecik ayağının tozuyla adım atar atmaz, güya insani yardım adı altında Irak semalarında sivil asker ayırımı gözetmeksizin bombaları yağdırmakta tereddüt etmeyecek kadar canileşti de. Büyük Orta doğu projesinin ardındaki asıl sis perdesi aralandığında görülen odur ki, Amerika’nın Ortadoğu’daki petrol yataklarında olan menfaati yatıyormuş meğer. Aynı Amerika Bosna konusunda titiz davranamamıştır. Çünkü Bosna’da petrol yoktu. Beyaz adam petrolün farkına varınca, Ortadoğu’dan ayağını hiç kesmedi, üstelik oralarda menfaatlerini koruyacak işbirlikçilerini bulmayı da ihmal etmedi, bulmaya da devam ediyor hala. Zira batılı petrol şirketleri dün olduğu gibi bugün de Ortadoğu’da cirit atıyorlar.
Batılı, Doç Dr Hikmet Özdemir’in Bereketli Hilal dediği (Verimli yarım ay) Nil, Şeria, Dicle ve Fırat etrafındaki toprakları sürekli kana bulamaktalar.
O halde bütün bu oyunları bozacak Abdülhamit Han dehasına sahip diplomatik ataklara ihtiyaç var diyebiliriz. Petrol imparatorlukları hevesini kursağında bırakacak şahsiyetli politikalarla Bereketli hilal aslına rücu edebilir. Neden olmasın ki?