Orucun Fazileti, Faziletleri, Anlamı ve İşlevi
İnsanların çoğu kendilerinin sadece nefsaniyetten oluştuklarını düşünürler. Aslında bu durum düşünceden öte bir şeydir. Yaşantı, gerçeklik gibi bir hal almıştır. Yani insanların çoğu, kendilerinin nelerden oluştuklarını sorgulamazlar bile. Nefisleri ile bütünleşirler. Onun dışına çıkamazlar. Yüce Allah (c.c.) oruç nimeti ile insanın nefsaniyetini aşmasını, başka bir gerçekliğine, yani ruhuna ulaşmasını murat etmiştir.
Bir ay süre ile tutulan oruçla insan, en kuvvetli içgüdüleri ile karşı karşıya gelir. Onların kuvvetli çekimleri ve arzuları ile savaşım verir. İşte bu içgüdülerin isteklerine karşı koyma ile insan, kendisinin dışında bulunan nefis gerçeği ile karşı karşıya kalır. Gerçi nefis, sadece susama, acıkma, cinsel içgüdülerden oluşmamakta, ama bu içgüdüler nefsin en önemli damarlarıdır. İnsan en çok bu noktalarından imtihana tabi tutulmaktadır. Buralardan yapılacak bir mücadele nefsi önemli bir oranda tanımayı sağlayacaktır. Bu da insanı büyük bir marifete götürecektir. Onun için peygamberimiz (s.a.s) ‘Nefsini bilen Rabbini tanır.’ diye buyurmuşlardır.
Marifetlerin en büyüğü insanın nefsini tanıması, onun en büyük düşmanı olduğunu bilmesidir. Peygamberimiz (s.a.s) nefisle yapılan savaşı ‘büyük cihat’ olarak adlandırmıştır.
Maalesef insanoğlu bu dünyada o kadar büyük bir gaflet içerisinde ki, çoğu kişi kendisi ile nefsini özdeşleştirmekte, bir görmektedir. Bu ise insanın kendisine yapacağı en büyük zulümdür. Ona bu konuda verilecek kitabi bilgiler her zaman eksik kalacaktır. Çünkü olgunun temelinde yaşantı gereklidir. Yani kişi nefsi ile bir olmadığı, nefsiyle savaşmak gerektiği, hatta onu egemenliği altına almanın zorunluluğu konusunda bilinçlenmenin ötesinde pratik yapmalı, bunları yaşantı süreçleri ile anlamalıdır. Ayrıca nefisle savaşım yanında ruhunun varlığını da hissetmelidir. Asıl özünün, ruh olduğunu bilmelidir. Ruhuna ulaşmalı ve onu hâkim kılmalıdır. İşte bunlara bir ölçüde olanak sağlayan şey, Ramazan ayındaki farz olan oruçtur.
Ramazanda tutulan oruç nefisle savaşa hazırlık, bir nevi tatbikattır. Gerçekte, yani reel hayatta asıl mücadele haram olan şeyleri yememekte ve içmemektedir. Bunlar çoğu kez kul hakkına girdiği için büyük birer afattır. İnsanı, Allah göstermesin, ebedi bir pişmanlığa götürebilir. Çeşitli hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere, nuru yok eden, bereketi alıp götüren, insanın ömrünü kısaltan, işleyenlere şayet tövbe nasip olmazsa ölümden sonraki hayatta, cehennemde bir kat ayrılan zina da, çeşitleri ile beraber gerçekte, yani reel hayatta asıl haram olan bir şeydir. Oruçta buna karşı da büyük bir tatbikat var. Dikkat buyuralım, oruçta haram olan şeyler değil, helal ve mubah olan şeyler yasaklanıyor. Onunla nefse uygulamalı bir eğitim veriliyor. Tam da nefsin anlayacağı bir dille bir pratik yaptırılıyor. Helal olan şeylerin yasaklanması ile de hal dile ile asıl yasak olan şeylerin haramlar olduğu ifade edilmiş olunuyor.
Bu ne güzel bir tatbikattır! Askerde sonbahar aylarında kışlalarda bir tatbikat yapılır. Amaç askerleri gerçek bir savaş durumuna hazırlıklı ve zinde tutmaktır. Oruç da yılda bir kez bir ay boyunca nefse yaptırılan böyle bir tatbikattan ibarettir. Oruçlarını tutup da Allah’ın haramlarına yaklaşan insanları da tabii anlamak imkânsız. Bunlar ya orucun anlamını bilmiyorlar ya da haramların ne büyük birer afat olduğundan habersizdirler.
Nefis entelektüel bilgilerle eğitilemez. Nefis ancak yaşantı dili ile eğitilebilinir. Nefse oruçla adeta şöyle bir ders veriliyor: ‘’Gerçi sen yemeye, içmeye, cinsel münasebete karşı büyük bir aşkla, içgüdülerle yönelmektesin. Ama bunları bir ay süre ile Allah (c.c.) sana yasakladı. Gerçekte, diğer aylarda bunlar yasak, haram olan şeyler değil. Ama yüce Allah’ın emri bunların üstündedir. Onları tanımalısın. Bir de bundan sonra asıl haram olan şeylere karşı daha ihtiyatlı, dikkatli olmalısın.’’
Oruçla nefse verilen dersi şu cümlelerle devam edebiliriz: ‘’Bende olan ruh, irade gücü ile nefsimi bir ay boyunca helal olan şeylere karşı alıkoyduğuma göre, haram olan şeylere karşı hayli hayli koruyabilirim. Çünkü ben sadece nefisten oluşmamaktayım. Bende yüce Allah’tan gelen bir de ruh gerçeği var. Ruhum benim asıl özümü meydana getirmektedir. Ruh Allah’ın emrine uymaktan büyük bir haz alır. Ruhum nefsime egemen olduğu oranda ben bir insanım. Şayet oruç tutmamış olsam bu durum nefsimin, içgüdülerimin bana hâkim olduğunun bir göstergesi olacaktır. Bu da, Allah göstermesin, hayvansal bir varoluşa işaret eder. Nefis ise şeytanların elinde olan bir oyuncak gibidir. Nefsime uyarsam şeytanların arzularını yerine getirmiş olurum. Elbette böyle bir şeyi ben kendi hayatımda hoş göremem.’’
İşte oruç böyle büyük bir dersi, daha doğrusu tatbikatı tüm Müslümanlara her yıl uygular. Kişiyi nefsinin ve şeytanların hilafına olarak bir mücadeleye sevk eder. Ona manevi bir güç verir. Ruhani bir gerilimle dinsel ve manevi anlamda sağlıklı ve dinç tutar. Metafizik bir gerilimle sair zamanlarda haramlara ve günahlara karşı teyakkuz haline sokar.
Oruç tutan pek çok Müslüman bilirim de onlar ne yazık ki namaz kılmadıkları gibi Allah’ın pek çok haramını da açıkça işlerler. Bu kişilerin orucun anlamını bilemedikleri açıktır. Elbette yüce Allah (c.c.) kimsenin emeğini, ibadetini boşa çıkarmaz. Tuttukları orucun mükâfatını ahrette alacaklardır. Ama yalnız bu mükâfat onların ebedi hayatlarını cehennemden kurtarmaya yetebilecek midir, o bilinmemektedir. Böyleleri orucun anlamını bilse idi daha başka olurlardı diye düşünüyorum.
Hapishaneler de bir çeşit mahrumiyet yerleridir. Oralarda insanlar özgürlükten yoksundurlar. İnsanlar sabırla ıslah edilmeye çalışılır. Gönül ister ki, insanlar nefsaniyetlerin esiri olarak hiç suç işlemesinler. Oralara düşmesinler. Nasreddin Hoca’nın bir fıkrası vardır: Bir gün oğluna su doldurması için testiyi eline verir. Arkasından da ensesine bir tokat aşk eder. Görenler itiraz ederler. Hocayı kınarlar. Hocaya, suçsuz oğluna niçin tokat vurduğunu sorarlar. Hoca, onlara testiyi kırdıktan sonra cezalandırmanın anlamsız olduğunu söyler. İşte oruç nefsi asıl büyük günahlara karşı onları daha işlemeden cezalandırma yolu ile yapılan bir eğitimdir. Orucun en göze çarpan anlamı budur.
Oruç görünüşte nefsi cezalandırmaktır. Bu olaya nefis açısından bakınca böyledir. Hakikatte oruç bir aşk ifadesidir: Yüce Allah’ı kışın güzel, tatlı yemeklerden daha çok sevdiğinin; yazın da soğuk sudan daha fazla sevdiğinin hal dilidir. Bunu, insan nefsi değil de ruhu hisseder. Çünkü nefis şehvetin kaynağıdır, aşk ise ruhtan gelir. Onun için insanların bir kısmı orucu bir çeşit cezalandırma olarak görürler, bunlar oruç tuttuklarında oflayıp puflayıp oruç ayının ne zaman biteceklerini bekler dururlar. Orucun yüce Allah’a bir aşk hali olduğunu düşünenler, oruçtan büyük bir manevi haz alırlar. Oruç ayının bitmesini, günlerinin azalmasını hüzünle karşılarlar.
Ramazan ayı boyunca gerçek âşıklar bayram yaparlar. Bir çeşit bayram havası içerisinde bulunurlar. Orucu nefsiyle tutanlar ise Ramazanın sonunda, yani Şevval ayının ilk gününde bayramlarını kutlarlar.
Oruç aslında Ramazan ayının süsüdür. Yani oruçla bir zaman dilimi kutsanmaktadır. Ki yüce Allah (c.c.) bu ayda Kuran-ı Kerim’in de inmeye başladığına dikkat çekerek bu ayın sadece oruç tutarak değil Kuran-ı Kerim okuma, namaz kılma ile de süslenmesini dolaylı bir şekilde işaret buyurmuştur: ‘O Ramazan ayı ki, insanları irşat için hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kuran onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya yetişirse onda oruç tutsun (Bakara suresi, 185)’
Oruç, kulun bir ibadetidir. Kusurlarla dolu olabilir. Ama zaman Allah’ın yarattığı bir şeydir. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de pek çok zaman kavramına, anına, dilimine yemin etmiştir. Dolayısıyla zaman içerisinde kutsal anlar ve dilimler vardır. İşte Ramazan böyle bir aydır. Yani kişi oruç tutarken şunun bilincinde olacak: ‘Ramazan ayı, Kadir gecesi hürmetine ben bu ayda oruç tutuyorum. Ama sadece oruçla ben bu kutsal ayın, mübarek gecenin hakkını veremem. Namaz kılma, zekât ve sadaka verme, Kuran-ı Kerim okuma ile de bu kutsal ayı ve mübarek geceyi süslemeliyim.’ Tabii oruç böyle bir çerçevede anlamlı olur. Yoksa kişi dikkatini ayın ve mübarek gecenin hürmetine vermediği zaman orucun sıkıntısına takılarak büyük bir manevi hazdan mahrum kalabilir. Bu kutsal ayda mübarek Kadir gecesinin gizli olması da Ramazan’ın her gününün ve gecesinin ibadetle geçirilmesinin istenmesindendir. O Kadir gecesi ki, Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle bin aydan hayırlıdır (Kadr suresi, 3). Aklı başında olan bir insan nasıl böyle bir mükâfattan uzak kalmak isteyebilir? Meleklerin bayramı olan bir gecede (Kadir gecesinden) Hak âşıkları nasıl uyuyabilir? Bu büyük, akılları alan müjde Ramazan ayına bir aşk hali katmaya yetmiyor mu?..
Ramazan ayı bir ruhaniyet taşır. Aslında her ayın bir çeşit ruhaniyeti vardır. Ama Ramazanınki tamamen ümmetin hayrına dönüktür. Ramazan ayının ruhaniyetine ibadetlerle ulaşılabilir. Bu ayda yapılacak ufacık bir günah, bu ruhaniyeti kişinin üzerinden alabilir. Onu ruhani havadan uzaklaştırabilir.
Peygamberimiz (s.a.s) buyurdular ki bu ay, ümmetimindir. Yani bu ayda ümmetin bütün manevi sıkıntıları üzerinden kalkabilir. Kişi tuttuğu oruçlarla, kıldığı teravih namazları, verdiği zekât ve sadakalar ile üzerinde büyük bir ağırlık olan günahlardan kurtulabilir. Bu aya ulaşmak için peygamberimiz (s.a.s) Recep ve Şaban ayları boyunca şu duayı yapmışlar ve ümmetine de tavsiye etmişlerdi: ‘Allah’ım Recep ve Şaban’ı mübarek kıl, bizi Ramazana ulaştır.’ Peygamberimiz (s.a.s) Ramazana ulaşıp da günahlarını affettiremeyenlere ‘Burunları sürtünsün!’ diye ikazda bulunmuşlardır. Elbette beddua, rahmet peygamberimize (s.a.s) yakışmamaktadır. O bu ifadesiyle bedduadan çok ümmetine bir ikazda bulunmuş, bu ayda yüce Allah’ın (c.c.) kullarına daha çok rahmet sahibi olduğunu, onun için tövbe ile günahlardan uzaklaşmanın fırsatı olduğunu vurgulamışlardır.
Orucun yaza yaklaşması, daha doğrusu artık yazın ortasına düşmesi oruç tutan insanların sayılarında git gide bir azalmayı da beraberinde getirdi. Demek ki oruç miladi takvimle yaz ayında sabitleşseydi bazı kişiler hiç oruç tutamayacaklardı. Bu, anlaşılmış oldu. Yüce Allah (c.c.) engin rahmetiyle ay takvimini güneş takvimi içerisinde döndürüyor da bu sayede oruç ayı olan Ramazan, her mevsimde dolaşmaktadır. 33 yılda bir devir tamamlanmaktadır.
Şayet insanlar orucun anlamını gerçekten bilselerdi, tutmak için daha bir gayretli olurlardı. Kışın, ilkbaharda, sonbaharda oruç tutup da yazın sıcaklığında nefislerine uyanlar, kendilerini toparlarlar, her türlü sıkıntıya rağmen yaz oruçlarına da büyük bir önem verirlerdi, Allah’ın emrini çiğnemezlerdi.
Orucun manasını bir kez daha yineleyelim: ‘Oruç, yüce Allah’ı (c.c.) sevdiğini vücut ve hal diliyle ifade etmektir.’ Bu yaz sıcaklığında, uzun günlerde oruç tutan kişi ise, ‘Allah’ım ben Seni soğuk sudan daha çok seviyorum.’ demektedir. Yüce Allah’ın (c.c.) bu sevgiye ahrette vereceği cevap çok önemlidir. Çünkü yüce Allah (c.c.) engin keremi ve lutfuyla böyle içten sevgileri karşılıksız bırakmayacaktır.
Tekrar dirilme günü çok uzun sürecektir. Arasat meydanında insanlar günlerce, aylarca, belki yıllarca bekleyeceklerdir. Ahretin bir günü dünyanın bin yılına denktir. O gün insanlar çok perişan bir duruma düşeceklerdir. Nasıl dünya hayatında güneşin konumu ve uzaklığının değişmesi ile yeryüzünde sıcaklık ve mevsimler farklılık gösteriyorsa ahret gününde cehennem bir ara yaklaştırılacaktır (bk. Tekvir suresi, 12). O gün insanlar ne yapacaklarını şaşıracaklardır. Korkularından ayaklarını bağları çözülecektir. Yürümeye, kaçmaya takatları kalmayacaktır. Olduğu yerde diz üstü çökeceklerdir (bk.Meryem suresi, 68). İşte oruç en çok bu zamanda yardıma gelecektir. Hadis-i şeriflerde özellikle vurgulanan orucun cehennem ateşine kalkan olması bu zamanda tahakkuk edecektir. Bu yazın sıcaklığında oruç tutanlar, orada rahata erecekler, cehennemin sıcaklığından zarar görmeyeceklerdir. Çünkü onlar yazın sıcaklığında Allah için, Allah sevgisi ve aşkıyla sıkıntıya düşmüşlerdi. Yüce Allah (c.c.) çok vefakârdır. Hadis-i şerifte de ifade edildiği üzere aynı sıkıntıyı hem dünya hem ahret hayatında göstermeyecek kadar hayâ sahibidir.
‘İnsanlar yalnızca iman ettik demekle hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? And olsun ki, biz onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette Allah (imtihan ederek) doğru söyleyenleri de yalancıları da bilir (Ankebut suresi, 2-3).’
Peygamberimiz (s.a.s), ‘Sabır, imanın yarısıdır.’ diye buyurmuşlardır. Başka bir hadiste ise ‘Oruç, sabrın yarısıdır.’ demiştir. Buna göre oruçlarını tam olarak tutan bir kişi imanın dörtte birine sahip olmaktadır. İmanlı kişi ise günahkâr olarak ölse bile sonunda mutlaka cennete ulaşacaktır.
Orucun çok büyük sırları vardır. Yüce Allah (c.c.) kullarının sıkıntı çekmelerinden zevk almaz. Gün boyunca, hele bu sıcak ve uzun günlerde yemeden içmeden sabretmek kolay değildir. Allah (c.c.) kullarına bu konuda bir sıkıntı vermişse mutlaka bunun kulun menfaatine dayanan pek çok hikmeti vardır. Şüphesiz bu dünya bir imtihan yurdudur. İmtihan ise genellikle sabırla ölçülür. Belki ileride bedene gelebilecek eziyetler, hastalıklar oruç nimeti ile ya hafifletilmektedir ya da tamamen ortadan kaldırılmaktadır. Orucun ‘sağlığa yararlı olduğu’ yönündeki hadis-i şerifleri bu şekilde anlamak dinin ruhuna daha uygundur.
Elbette aç ve susuz kalmanın sağlığa yararları tıpta bilinmekte ve bunlar tavsiye edilmektedir. Ama bu, konuya çok yüzeysel bir bakış açısıdır. Yüce Allah (c.c.) kulun kaderini elinde tutan, yazandır. İnsanları Kendi rızasına, cennet gibi büyük nimetlere erdirmek için sabırla imtihan edendir. Tutulan oruçların yüce Allah (c.c.) tarafından büyük bir ihsanla karşılanacağını, Müslümanların ağır imtihanlarına karşı kefaret olacağını, böylelikle onların dünya hayatlarının sağlık ve afiyet içerisinde geçmesine vesile olacağını düşünebiliriz. Yani oruç tutmayan Müslümanların dünya hayatında ağır bela ve musibetlerle imtihan edilip sabırlarının derecesi başka şeylerle ölçülebilir.
Allah (c.c.) kulunu terbiye etmeyi, cennete koymayı dilediği zaman dünyada ona imtihan için bela ve musibet kapılarını açar. Onun için oruç kolay yoldan sabırla imtihan edilmeyi, sabır nimetini kolay yoldan elde etmeyi sağlar; bu sayede dünyada ömrümüzü sağlık ve afiyet içerisinde geçirmemize vesile olabilir. Bu açıdan kaza oruçları da bir nevi sağlık ve afiyet sigortasıdır. Geçmişteki hataları telafi etme, geleceğimizi emniyet altına almayı sağlar.
Nasıl bu dünyada bela ve musibetler bizlere cehennem azabı gibi görünürse orucun ahrette en çok yararlı olduğu konu da budur. Pek çok hadis-i şerif orucun ‘cehennem ateşine karşı koyduğunu, kalkan vazifesi gördüğünü’ belirtmektedir. Her insan mutlaka cehenneme uğrayacaktır (bk. Meryem suresi, 7). Çünkü sırat köprüsü cehennem üzerine kuruludur. Cennete girmek için bu köprüden geçmek gerekecektir. Bu sıkıntılı zamanlarda bizlere en çok yardım edecek ibadet ise oruçtur. Onun için geçmişte çeşitli nedenlerle veya nedensiz olarak tutamadığımız oruçları kaza etmek Allah’ın izni ile hem dünya hem ahret hayatımızdaki büyük sıkıntıları da ortadan kaldıracaktır.
Pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçirmek peygamberimizin (s.a.s) çok önem verdiği sünnetleridir. Şayet üzerimizde oruç borcu yoksa bu günleri sünnet niyeti ile oruçlu geçirmek çok yararlıdır. Oruç sevabı yanında zor zamanlarda peygamberimizin (s.a.s) şefaatine vesile olabilir. Ayrıca bu ahir zamanda onun bir sünnetini ihya etmenin yüz şehit sevabı kazandırdığını da unutmamak gerekir. Tabii yine de bu pazartesi ve perşembe günlerini sünnet niyeti ile oruç tutma ile kaza oruçlarını mukayese edemeyiz. Zira orucun kazası farzdır. Farz olan bir ibadet ise İmam- ı Rabbaninin ifadesiyle binlerce nafile ibadetten daha çok üstündür. Onun için üzerlerinde oruç borcu olanlar bu günlerde oruçlarını kaza niyetiyle tutmalıdırlar.
Allah (c.c.) bu uzun, sıcak yaz günlerinde oruçlarımızı aşk ve şevkle tutmayı, bu sayede rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi