Olur Ya Unutursak!!!
Yağmurlu ve soğuk bir kış günü,
yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldı.
"Eski gazeteniz var mı, bayan?" Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim,
ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski
sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. "İçeri girin de size kakao
yapayım." dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz
bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel ekmek de hazırladım onlara, belki
dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri.
Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve
yarıda bıraktığım işleri yapmaya koyuldum.Oturma odasında ki sessizlik
dikkatimi çekti.Bir an kafamı uzattım içeriye küçük kız elindeki boş
fincana bakıyordu. Erkek çocuğu bana döndü ve "Bayan, siz zengin
misiniz?" diye sordu. "Zengin mi? Yo hayır!" diye cevaplarken çocuğu,
gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı
tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin fincanlarınız ve fincan
tabaklarınız takım." dedi. Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu.
Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile
etmemişlerdi, ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte birşey
yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim
patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler. Başımızı sokacak evimiz
vardı. Bir eşim vardı ve eşimin de bir işi, bunlar da fincanlarım ve
fincan tabaklarım gibi uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden
kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri
halının üzerindeydi hala. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de. Olur
ya; unutuveririm ne denli zengin olduğumu. Siz sakın unutmayın ne kadar
zengin olduğunuzu... Ben unutmayacağım.
Bu öyküye yakışan nefis bir Arap Özdeyişi: "Ayakkabım yok diye
üzülüyordum; ta ki ayaksız bir insan görene kadar."...