GÖNÜL NE ÇAY, NE DE KAHVE , GÖNÜL SOHBET İSTER , İLLA DA SOHBET

GÖNÜL NE ÇAY, NE DE KAHVE , GÖNÜL SOHBET İSTER , İLLA DA SOHBET

ALPEREN GÜRBÜZER

Sohbet tesir ederse anlam kazanır.
Saadat’ın sohbeti kafirlere bile yapılsa onların kalplerinde yumuşama olurdu. Öyle ki; Hiristiyanlar Şah-ı Haznenin heybetinden etkilenmiş olsa gerek ki, onun için; Peygamber olabilir demişler. Şah-ı Hazne bunun üzerine;
-Haşa ben Peygamber değilim, olamamda, çünkü Peygamberlik kapısı kapanmıştır sakın öyle şeyler demeyin şeklinde uyarısını yapmak zorunda kalmıştır.
Seyday-ı Taği; Zamanımızda ki Saadat geçmiş zaman Saadatın dan daha da büyüktürler, eğer edep dışı olmasaydı sahabenin derecesindedirler derdim. Gerçi hiç kimse sahabelerin hakikatine ulaşamaz.. diye beyan buyuruyor.
Hazret Muhammed Diyaüddin(k.s); Her kim Şeyh Abdül Kadir Geylani’nin amelini yaparsa O da şey Abdülkadir gibi olur demiştir. Anlaşıldığı üzere onların etkisi kendisinden değil, Allah’a yakın olmalarından, dolayısıyla o ölçüdede sohbetleride tesirlidir.
Nur sofrası sohbetle kurulur, gönül ne ne çay gönül sohbet ister derler ya, işte öyle bir şey. Boyunlar bükülür, eller bağlanır, kalpler tek noktada toplanır; böyleceVahyin soluğunda ve Nübüvvet kandilinde sohbet gerçekleşir.
Sohbet Meclisinin tavanını Melekler, tabanını talipliler kaplar, ışığını da gönül dostları yakar. Böylece üzerlerini sekinet iner sohbetle.
Sekiz şart adabının en önemli maddesi ölüm rabıtasıdır. Neden acaba, hiç düşündünüz mü? Bunun cevabı Gavs-ı Bilvanisi(k.s)’nin; Hz.Ömer’in yüzüğünü mühür gibi kazdırdığını, içine de şu ibareyi yazdırdığını :Vaiz olarak ölüm sana yeter, Ey ömer! diye aktardığı misalde gizli..
Günümüzde sünneti seniyyeye uygun dediğimiz sohbeti insanlık unutalı birhayli zaman oldu, O özlenen ve tarihin sayfalarına haps olmuş o altın sohbetler doğrudan kalbe yönelikdi, artık gündemi modern sohbetçiler belirliyeli, kalbe değil beyni hedef alan demogojik sohbetler yer almaya başladı, günümüzde hızla beyinleri esir almaya çalışıyorlar üstelik. Tüm çabaları, varsa yoksa irşad değil laf ebeliği yapmak ve akademik karyerleri önemlidir onlar için, ateşli haykırışlarıyla ne kadar ayet varsa, ya da eteğinde nevar neyok onu dökme telaşındalar, konuştuklarının birçoğu Kur’an’a dayandırılsa da, incelendiğinde kendilerince önceden tasarlanmış düşünceleri Kur’an’a onaylatmak çabasından ibaret olduğu farkedilir. Anlaşılıyor ki; ben merkezli ve çağın gereklerine hoş görünme gibi duygularıda bağrında taşıyan bir anlayışla sözüm ona sohbet yaptıklarını sanıyorlar, oysa yapılmak istenen düpedüz Kur’anı abluka altına almak gibi düşünce yatar eylemlerinde.. Yapmaya çalıştıkları Kur’anı asrın idrakine sunmaktır amaçları, bilmezler ki her asrın Kur’an’ın ışığına ihtiyacı var, Kur’an’ın penceresinden çağlar soluklar oysa. Ne kadar çabalasalar da sünnetten yoksun Kur’anı hayatın dışına atamazlar. Çünkü Kur’an’ı Mucizü’l Beyan çağlar üstüdür.
Darvin biyolojik kanunları kendi kafasına göre elekten geçirip insanı maymunlaştırıyordu, modernist sözde alimlerde buna benzer metodla ilahi kaynağı kurutmak adına kendilerini ön plana alarak ilahi buyrukları dökümanlara çeviriyorlar. Demek ki; İlkellik dünde değil, bugünde.. Tek sermayeleri akıl, oysa İmam-ı Gazalinin dediği gibi; Akıl, bir yere kadar arkadaş, aklında giremiyeceği sahalar var..
Kıvrak bir zeka ile zamanımız o zaman değil gibi bir sürü basit gerekçelerle sosyal Darvinist yaklaşım sergilemekten bir an olsun geri kalmıyorlar.. Oysa geçmiş dedikleri ilimde zirve idi, geçmişte yaşanan o muhteşem ilmi örtbas etmekle güneşi balçıkla sıvayamazsınız. Hakiki ilmi rafa kaldırıpda şuanda ilim diye yutturduğunuz laf kalpazanlağını örtbas etmeyi başarsanızda, etkiniz nereye kadar devam edeceğinizi sanıyorsunuz?.. Allah Rasulü; Ümmetim hiçbir yıla girmeyecek ki, bir sonraki yıl ondan daha beter olmasın(Mirkatu’l-Mefatih, 1/507) diye buyuruyor çünkü.
Unutma ki Peygamber meclisi sohbet halkası ile kuruldu, bu halka ölümüne de olsa canından çok sevdiği Rasulüne bu sayede yoldaş oldular, dolayısıyla Peygamberimizi önce akrabasından ziyade dostları mutlu etmiştir hep.
Kaynaktan uzaklaştıkça ilimde de malesef gerileme olduğu aşikar, kendilerini dev aynasında görmekle sahabeden üstün olduğunu düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Çünkü onlar ilmi birinci kaynaktan şahidi idiler. Modernistler, kendileriyle dünküler arasındaki ilmi mesafeye bir gözatarlarsa duruş olarak hangi noktada olduklarını görebilirler pekala. Aynalar yalan söylemez çünkü.
Kur’an’ın uygulamaları geçmişte ne ise bugün içinde aynen geçerli, modernliğe şirin görünmek adına revizyona gitmeye peygamberlere bile yetki verilmemişken size ne oluyor? Gerek zina gerek hırsızlık vs. gibi hususlarda verilecek ceza Allah ne emrediyorsa dünde aynı bugünde.. Oysa miadını doldurmuş olan vahiy ve sünnet değil, dar kafalılık ve ufuksuzluktur. Efendimiz(s.a.v); Kuşakların en hayırlısı benim dönemimde yaşayanlardır. Sonra onları izleyenler, sonra onları izleyenler gelir..(Buhari,Müslim, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel..) buyurmakla hem insani farkı ortaya koyuyor, hemde ilmi farkı..
Şu bir gerçek ki; Kur’an ışığı ve onun uygulaması olan sünneti seniyye olmazsa halimiz perişan. Bırakalım onlar kendi heva ve heveslerinde boğulsunlar, yeter ki ilahi kaynaklarımıza laf atmasınlar.. Hiristiyanlığın başına ne geldiyse ilahi kaynaktan uzaklaşmalarından dolayı.. İncil’i doğrudan Hz. İsa’ dan alarak değil ondan çok yıllar sonra başkalarınca kaleme alınmış, yani din diye sundukları kilise ve Hiristiyan din adamlarından alınma metinler ve öngörülerdir.
Allah Rasulunün; Görüldüğü zaman onlar Allah’ı hatırlatır beyanı Gönül dostlarına işarettir. Ki; onlar duruşlarıyla başlıbaşına sohbettir zaten. Muştakız duruşlarına, bakışlarına nazarlarına, sohbetlerine...Allah sırlarını takdis etsin.
Ölüm rabıtasına rabıtai mevt’te denir, ölüm en büyük sohbet demişler bu yüzden arifler. Bazı insanlar var ki kalpleri mühürlüdür onlara ölümde tesir etmez, Allah’dan gafil, O’nu unutmanın tezahürüdür bu hal çünkü. O halde sen sen ol gaflete düşme, gayretkar olmalı ki şeytan iç dünyamızı altüst etme fırsatı bulamasın, çünkü gayretli olandan şeytan kaçar bu böyle biline. Kurtuluş uyanık kalmakta, Allah’ı anmakta.. Rabbibimizin ışığı her an ve her dem var..
Sohbet vardır yılanı deliğinden çıkarır, sohbet vardır zehirdir, yani dil yarasıdır adeta. İster meramını dil , ister yazı, isterse şiir ile ifade etmeye çalışsanda, muhataplarında güzel haller oluşmuyorsa beyhude çene yoruyorsun demektir.. Hele hele İnsan haysiyetini bertaraf edecek alay edici usluplar ve müslümanlara hiciv etmek haramdır üstelik..
Dilin afetlerinden biride şiirdir. Şiir Peygamberimize sorulmuş, cevaben; Güzeli güzel, çikini çirkin olan sözdür demiştir. Hele hele maksadını aşan şiiri okumak mekruh addedilmiştir. Bu yüzden Allah Rasulü bu manada ; Birinizin içi şiirle dolacağına irinle dolsun daha iyidir buyurmuşlardır. Rasul-i Kibriya(s.a.v) mescide şiir okunmasını ve namazdan önce halka kurulmasını, eşya satılmasını yasak ettiği gibi, Hasan b. Sabit’e de şiir okusun diye minber koydurduğu da rivayet edilir. Velhasıl; Şiir, yazılı bir sohbet kitabı, ya da sözlü bir sohbetin Allah’ı hatırlatanı, gönül dostlarından bahsedeni güzel, mekan ve binalardan, ya da bina kalıntılarından, zamanlardan, milletleri dile getireni mubah, hiciv ve rezaletten konu edineni haram, kadının güzelliğinden, selvi boyun dan, endamından, hatta saçının telinden bahsedeni ise mekruhtur..
Sohbetin paylaşılanı güzeldir, dostu dost yapar sohbet. Sohbet dostu seçer,dostta sohbeti.. Sohbetle gönüller kaynaşır ve yaren olunur, sonra tarik gerçekleşir.. Çünkü sohbetine mest olduğun dost; yolun üzerindeki dikenleride gösterir sana..Onun için derler ki; önce refik, sonra tarik. Yarenler meclisi deyip geçmeyin, onların yanan kandilleri kaypak dünyada tutunmamızı sağlar, bundan dolayı cümle yaren dostlarına selam olsun...