İŞİTME MUCİZESİ
İŞİTME MUCİZESİ
ALPEREN GÜRBÜZER
Kulak belli ki binlerce farklı sesleri birbirinden ayırt etmek veya işitmek için yaratılmış. Elbette canlının dışarıda olup bitenden bir şekilde haberdar edilmesi gerekir, ama nasıl? Şöyle ki ilk evvela dışarıdan gelen ses titreşimlerini ayırt edici özellikte 100.000 işitme hücre kapasiteyle donatılmış reseptör (alıcı) konumunda bir işitme cihazına ihtiyaç duyulup, bu noktada kulak cihazı bu iş için bulunmaz bir nimet olarak karşımıza çıkar. Öyle ki kulak deliğini çepeçevre saran kıvrımlı kulak kepçesi dışarıdan gelen ses dalgalarını havanın anafor yapması sayesinde yakalayıp içeriye aktardığında sesler önce elektrik akımına dönüşür, sonra elektrik akımına dönüşen ses sinyalleri sinir lifleri güzergâhı boyunca ilerleyip merkezi sinir sistemine (beyne) aktarılır. Böylece gelen bilgiler merkezde değerlendirmeye tabii tutulması sonucunda mana kazanıp, dış dünyayla alakalı ses dalgalarından haberdar edilmiş oluruz. Tıpkı derimizin dış dünyaya ait dokunma, ısı, titreşim, ağrı gibi uyarıcı faktörlere karşı hassas olmasında olduğu gibi bir durum yaşarız. Zaten işitme olayı ses titreşiminin kulak tarafından algılanması diye tarif edilir. Bu tariften de anlaşıldığı üzere sesin tek başına anlam ifade etmediğini, mutlaka kulak reseptörüne ihtiyaç olduğunu fark ediyoruz. Yani kulak olmalı ki sesler işitilebilsin, kulak olmalı ki gerektiğinde müzik dinleyip ruhumuzu terennüm edebilelim. Kulak olmalı ki dünyada olup bitenden haberdar olabilelim. Zaten kulak olmasa yaşayan ölü gibi olurduk. Bu yüzden yaşayan ölü olmamak için ses düzeneğine benzer bir donanım başımızın her iki yanına yerleştirilmiş durumdadır. Bundan da öte insanoğlu kulaktan ilham alarak ses aletlerini zihninde canlandırıp ona göre kendi iletişim sistemini kurmuş bile.
Bilindiği üzere işitme aygıtımız dış, orta ve iç olmak üzere üç ana bölümden meydana gelmiş olup, ayrıca kendi içerisinde alt ünitelere ayrılmıştır. Mesela bu mükemmel aygıtın giriş kapısı diyebileceğimiz dış kulak kendi arasında:
—Kulak kepçesi,
—Kulak yolu,
—Kulak zarı diye alt bölümleri vardır. Sakın ola ki kulak kepçesinin eğri büğrü görünmesine bakıp ta ne işe yarar diye düşünmeyin. Bir kere onun namlu yivi misali girintili çıkıntılı olması veya sesleri toplayıcı huni şeklinde estetik kılınmışlığı ta baştan bizi tefekkür âleminde yüzdürmeye yeter artar da. Dahası başımızın her iki yanında tek kıkırdak yapının kulaklara özgü kılınması ince hesaplanmış bir tasarım ürünü olduğunu ortaya koyar. Şayet böyle planlanmasaydı başımızı yastığa koyduğumuz andan itibaren bile her an kırılıp şekli deformasyona uğrayabilirdik. Kulak kepçesi sadece ses dalgalarını toplamakla kalmayıp seslerin iç kulağa doğru iletimini de sağlar. Şöyle ki; sesler hangi yönden gelirse gelsin bu estetik yaratılmış girintiler ve çıkıntılar sayesinde dış kulakta bir araya toplanıp, böylece kulak zarına doğru yolcu edilirler. Bu arada kulak zarı deyip geçmeyelim, oldukça basınca dayanıklı yapıda hat oluşturur. Yani dış ve orta kulak arasında sınır teşkil eder. Bu sınır vasıtasıyla işler daha da kolay hale gelir. Dahası kulak zarında titreşime uğrayan sesler orta kulakta yankı bulur. Derken orta kulağa misafir edilen ses dalgaları birbirine kenetlenmiş üç küçük kemiğe çarparak titreşim kazanırlar. Nasıl ki demirci dükkânına gittiğimizde örs, çekiç ve üzengi diye tabir edilen birbirine mafsallaşmış aletlerin her biri dükkân sahibine hayat verdiğini anlarız ya, işte aynen onun gibi bu üçlü sacayağı da kulak sahibinin olmazsa olmaz aletlerinden sayılırlar. Zira dış kulakta başlayıp iç kulakta sona eren kemik köprüsünün yapısını çekiç, örs, üzengi ve küçük kaslar oluşturmaktadır. Nitekim çekiç kulak zarına yapışık durumdadır. Üzengi kemiği ise orta kulağı iç kulaktan ayıran bir başka zara dayalıdır. Şayet üçü bir arada ahenkli bir şekilde işlev görmezse kulak sisteminin çökeceği muhakkak, hatta işitme kaybına an be an uğramakta mümkün. Tabiî ki yaptıkları iş sadece ses titreşimlerini iç kulağa sevk etmek değil, dahası var. Teşekkül eden titreşimleri üç misli daha yükseltip kuvvetlendirmekte var. Bir başka ifadeyle iç kulak zarı dıştakine göre 22 misli küçük olsa da ses basıncı iç kısımda 22 kat daha artabiliyor. Bu arada kulak zarı ses dalgalarından olumsuz etkilenmemesi için gergin durması icap etmektedir. Bunun için orta kulaktan nefes borusuna bir kanal açılmıştır. Ki; bu kanala östaki borusu denmektedir. İşte bu boru sayesinde gerek dış, gerekse nefes borusundan gelen hava birbirini dengeleyebiliyor. Yani orta kulak boşluğu östaki borusu ile boğazın arka yanına ilişik olduğundan orta kulaktan aktarılan hava sirkülâsyonu zarın iç ve dış basıncını dengede tutabiliyor. Böylece kulak zarının normal titreşim işlevi gerçekleşmiş olur. Zaten aksi durumda dengesizliğe paralel zar titreşemeyeceğinden dolayı işitme kaybına uğrayacaktık. Bu yüzden yukarıda zar deyip geçmemeli dedik. Nasıl ki bir davulun derisi gergin halde ses çıkarabiliyorsa, aynen öyle de kulak zarı da gergin halde bulunmalı ki sesler titreşebilsin. Sadece gerginlik mi, elbette ki hayır, ne ince ne de kalın, çok ince yapılı bir zar olması icap eder. Hakeza kulağımız sadece kalın bir zarla donatılmış olsaydı sesleri duymayacağımız malum, dolayısıyla Allah tarafından en doğru tasarım uygulanmıştır. Hatta orta kulak östaki borusu denilen bir kanalla ağız boşluğuna (sinus boşluğu) açılarak dıştan gelen hava ve içeri doğru itilen zar ağız içi hava sirkülâsyonuyla dışarı kaydırılarak zarın gevşek durmasının önüne geçilmiştir. Tabii bu arada yolculuk burada bitmemekte, 'yolcu yolunda gerek' dercesine ses akışı yatağında akmaktadır. Zira yolculuğun üçüncü istasyonu iç kulak bölümüdür.
Malum orta kulak boşluğunu oluşturan kemik dolambacıyla ilgili kısımlar iç kulakta yarım daire kanalları, dalız ve salyangoz olarak ad alırlar. Hatta bu bölümde helezon şeklinde kıvrılmış içi sıvı ile dolu ve aynı zamanda beyne impulsları aktaracak koklea (duyu hücreleri) 'nın yanı sıra işitme sinirleri mevcut. Fakat sıvı ortamında bir tedbirin gereği olsa gerek ses şiddeti 30 desibel azalmaktadır. Zaten azalması da gerekir. Aksi takdirde yanı başımızda avazının çıktığı kadar cıyak cıyak bağıran bir insanı bile zor işitebiliriz. Neyse ki iç kulakta yer alan koklea’nın içindeki sıvıya süzülen sesler sıvı içerisinde tüylerin titreşmesiyle birlikte hem elektrik akımına dönüşmekte hem de ses tonu normal ayarlara çekilip duyum olayı gerçekleşmekte. Görüyorsunuz her şey rasgele cereyan etmiyor, belirli bir plan dâhilinde sıvı içerisinde yayılan akım sinir lifleri ve işitme sinirine taşınarak analize tabi tutuluyor. Derken bu yolculuk mekanik enerjinin elektrik enerjisine çevrilmesiyle son bulur. Yani bu akımlar beyinde ses işitilmesi şeklinde sahne alırlar. Ancak burada enteresan bir durum var. Öyle ya, madem dış kulağa gelen sesler bir araya toplanıp orta kulağa iletildikten sonra titreşim haline getiriliyor, yine madem oluşan titreşimler hızını alamayıp iç kulakta elektrik sinyallerine çevrildikten sonra beynin duyma merkezine ulaşıyor, o halde nasıl oluyor da merkeze ulaşan sinyaller beynin sessiz alanında işitme şeklinde sahne alıyor doğrusu şaşmamak elde değil. İşte bu noktada beynin tamamının sessiz olduğu bir ortamda birbirinden güzel seslerin inlediği bir dünyaya kulak kabartıp, bu durumda bize işitme mucizesi demek düşer.
Anlaşılan o ki her yaratılan canlının seslere karşı duyarlılığı belirli frekanslara göre ayarlanmış. Mesela insan kulağı saniyede 16’dan 20.000’e kadar olan aralıktaki seslere duyarlıdır. Zira 16’nın altındaki titreşimler hücre bölünmesi esnasındaki sesleri bile duyabilecek infrason (ses altı) ses dalgaları olup, 20.000 üzerindekiler ise rahatsız edici nitelikte diyebileceğimiz türden ultrason (ses üstü) ses dalgaları olarak tarif edilir. Şayet ses frekansları ayarlanmasaydı en küçük bir canlının sesini bile işitip tam bir keşmekeş içerisinde veya gürültü eşliğinde bunalıma düşecektik. Tabir caizse istenmeyen sesler eşliğinde hayatımız azaba dönüşürdü. Neyse ki kulağımız radyo dalgalarına uyarlı değil. Şayet bu dalgalardan haberdar olsaydık kulağımız uğultulardan geçilmeyecekti, derken tüm radyo istasyonlarının bombardımanına uğrayacaktık. Kelimenin tam anlamıyla ölçü denen şey kulak içinde geçerli bir akçe.
Kulağımız aynı zamanda başımızın her iki yanına konuşlandırılmış iyi bir müzik aletidir. Öyle bir alet ki insanoğlunun icat ettiği tek sesli bir müzik notası türünün de ötesinde, son derece çok yönlü sesleri ayırt edebilecek et, kemik ve özel sıvı düzeneği ile donatılmış bir cihaz özelliği taşımaktadır. İşte böylesine mükemmel donanımlı müzik aleti sayesinde en kalın(bas) ve en ince (tiz) sesler ince elenip sık dokunup sinir liflerine taşınabiliyor. Hatta işitme duyumları işitilen nesnenin mekânını ve uzaklığını da belirleyebiliyor. Belli ki seslerin yerini ve uzaklığını ölçen stereofonik alet kulak cihazımızdan mülhem alınmış durumda.
Velhasıl; işitme başlı başına bir mucizevî hadisedir.
http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124