İMAM-I GAZALİ HAZRETLERİ VE TASAVVUF
İMAM-I GAZALİ HAZRETLERİ VE TASAVVUF
ALPEREN GÜRBÜZER
İmam-ı Gazali Hz.leri “Benim ümmetimin âlimleri Ben-i İsrail’in nebileri gibidir” Hadisi şerifinin mana ve ruhuna haiz olan bir zattır. Bu yüzden Onun gibi ilmiyle amil olmuş Allah dostları Peygamberimiz (s.a.v)’den günümüze kadar gelen irşad hareketini kıyamete kadar sürdüreceklerine inancımız tam.
Malum İmam-ı Gazali Hazretleri doğum yeri Horasan’ın Tus şehrinde dünyaya şeref vermiştir (Hicri 450. Miladi 1058). Babası ilim ehlinden olmamasına rağmen, ilmin değerini bilip oğullarını ilme teşvik etmiş biri. Ne var ki daha henüz oğullarından İmam-ı Gazali ve Ahmet daha ergenlik çağına varmadan kendileri vefat etmiştir. Hele şükür ki; ölmeden önce onların ilim yapmalarına yetecek geçim maddiyatlarını temin edip bildiği ve güvendiği bir tekke şeyhine emanet etmişti. Fakat iki kardeş bir müddet ilim tahsil ettikten sonra ister istemez paraları tükenmiş, derken fakir fukaranın öğrenim gördükleri bir medresede tahsil hayatlarına devam etmişlerdir. Aslında bu medrese İmamı Gazali için taklit yönünden ilk basamaktır. Yani tahkik ve marifet ilk yıllarda İmam-ı Gazali Hazretleri’nde bariz bir şekilde görünmez. Hatta o, bu durumu şöyle itiraf eder:
“Medreseye girişim sırf Allah rızası için ilim tahsil etmek olmayıp maişetimi temin için olmasına mukabil, Allah’ın lütuf ve keremi ile beni yüce rızasını tahsile muvaffak kıldı.”
Talebeliğinin ilk yıllarında fıkıh hocası Ahmed İbni Muhammed er Radegani’den ders aldı. Tus’da ilmin ilk basamaklarını aştıktan sonra Cürcan şehrine gidip İmam Ebu Nasr el-İsmailiye’nin ilim dairesine katılır, ama bir müddet sonra oradan tekrar Tus’a döner. Bundan sonraki durağı ise Nişabur olup, burada İmam-ül Haremeyn el Cüveyni Hazretleri’nin yanında eğitimine devam eder. Nişabur, aynı zamanda İmam-ı Gazali Hazretleri için dış dünyaya karşı tanınma durağıdır. Öyle ki; Nişabur Medresesinde kısa zamanda arkadaşlarını bile geride bırakacak şekilde ilimde ilerlediği yıllar olarak adından söz ettirecektir. Şüphesiz bu yıllarda kendisinin yetişmesinde ve ilminin kemale ermesinde İmam-ül Haremeyn, çok büyük pay sahibidir. Öyle ki ondan geniş çaplı büyük bir ilim terbiyesi alır. Gerçekten de o devirde ilim o kadar zirve yapmıştı ki, en bariz dikkat çeken iki gözde büyük zat çıkabilmiştir. İşte o büyük zatlardan biri Bağdat’ta İshak Şirazi, diğeri ise Nişabur’da ün salmış İmam’ül Haremeyn el Cüveyni’dir(İmam-ı Gazali Hazretleri’nin Hocası).
İşte İmam-ı Gazali Hazretleri bu ilim atmosferi içerisinde 28 yaşına kadar Nişabur Medresesi’nde tahsiline devam etmiştir. Hatta o ilim tahsil etmekle kalmamış bu süreç içerisinde hocasının sağlığında telif eser çıkarmayı da ihmal etmemiştir. Derken İmam-ül Haremeyn el Cüveyni ardından tam tamına 400 talebenin yanı sıra İmam-ı Gazali Hazretleri gibi bir büyük deha bırakıp, bu dünyadan göç etmiştir. Tabii Hocasının ölümü ile birlikte İmam-ı Gazali Hazretleri Nişabur’da kalmaz. Artık onun yeri devlet erkanının yanıdır. Böylece Selçuklu veziri Nizamül Mülk’ün yanında kendini hizmete adar.
Nizamül Mülk, Selçuklu Devleti’nin ilk veziri olup ilme önem veren büyük bir devlet adamıdır. Malum Nizamiye Medreseleri onun eseridir. Dolayısıyla bu büyük vezirin işaretiyle İmam-ı Gazali Hazretleri Nizamiye Medresesi’nin Baş Müderrisliği’ne layık görülür. Öyle ki; Baş Müderrislik devresinde Nizamül Mülk’ün telkinlerini görev bilip münazaralara girer ve her defasında tartıştığı alimleri alt etmesi ona büyük ihtişam kazandırır. Böylece yedidenyetmişe herkesin büyük ilgisini çeker. Hatta kısa zamanda ilmin zirvesine çıkmasıyla birlikte kendisinden istifade etmek için çevre illerden ziyaret akınına uğrar. Hatta kafileler halinde sohbetine ve vaazına katılanların sayısı günbe gün artar da.
İmam-ı Gazali Hazretleri bu kadar meşhur olmasına rağmen, tıpkı her beşer gibi onunda eksik yönleri vardı. Nitekim o, daha önceleri sahip olduğu bilgi seviyesine sonsuz güveninden kaynaklanan bir durum olsa gerek tarikati kabul etmezmiş, yani bu yola münkirmiş. Neyse ki zahiri ilmin en yüksek mertebesine yükselen Gazali, batıni ilme de ihtiyaç olduğunu fark eder ve bir şeyhe gitmeye karar verir, der ki:
“İçimde Şam’a gitmek isteği vardı, ama halifenin ve arkadaşlarımın yerleşip kalmama karşı çıkacaklarından çekinerek, Mekke’ye gitmek arzusunda olduğumu söyledim. Bağdat’ı terk etmek için böyle bir hileye başvurmak zorunda kaldım. Zira onlar için de, benim herşeyimi terk edip, uzaklaşma kararımın dini bir sebepten ileri geldiğini kabul edecek kimse yoktu. Onlar benim mevkimin dinde varılacak en yüksek makam olduğunu zannediyorlardı. Onlar ilimden bunu anlıyorlardı çünkü.
Herkes bana:
“Müslümanlara ve alimler zümresine göz değdi, diyorlardı. Nihayet Bağdat’tan ayrıldım. Kendim ve çoluk çocuğumun nafakasına yetecek kısmından maada mallarımı dağıttım. Sonra Şam’a gittim.”
O, şimdi Şam yolunda bir derviştir. Dört yıllık Bağdat’taki o ihtişamlı hayattan sonra, tüm benliğini nefis terbiyesi bir yola koyulma azmi ve kararı sarar. O artık bundan böyle sofiliği tercih ettiğini beyan etmekten geri durmazda.
Ve nihayet şöyle der:
“...Sufilerin, Allah yolunda kimseler olduklarını, onların hayat tarzlarının en güzel yaşama tarzı, yollarının en doğru yol olduğunu, ahlaklarının en güzel ahlakı bulunduğunu yakınen anladım... Onların dış ve içlerindeki hareket ve duygularının hepsi Nübüvvet kandilinin nurundan almıştır. Nübüvvet nurundan başka kendisiyle aydınlanacak bir ışık yoktur.”
İmam-ı Gazali Hazretleri medreseyi bırakarak Şeyh Ebu Ali Faremidi (k.s.)’in elinden tutup biat etmesi, gerçekten kayda değer bir hadisedir. Demek ki; insan zahiri ilimleri bitirip, ilmin zirvesine de çıksa iç terbiye için bir Mürşid-i Kâmilin elinden tutmak gerektiğini İmam-ı Gazali’nin ruh dünyasında yaşadığı iklimden anlayabiliyoruz. Şöyle ki; Şeyh Ali Faremidi Tursi Hazretleri (k.s) Nakşi silsilesinin halkalarında yer alan büyük bir zattı. O da Şeyh Ebi’l Hasen Harkani’den nispet almıştır. Dahası Ali Faremidi Tursi Hazretleri bir çok şeyhin de piri olup, bu tarikatı Nakşibendiyye nispetini Yusuf Hamedani’ye (k.s) devretmiştir. Şah-ı Nakşibendi (k.s), Ali Faremidi (k.s)’yi çok över ve şöyle metheder:
-O’nun ruhuna nazar ettim, ruhunda ne renk ne de şekil vardı.
Malum, Ali Faremidi Tursi (k.s) bu tarikatı aliyyenin nisbetini devretmeden önce İmam-ı Gazali Hazretleri’nin nefis terbiyesine vesile olup eskisinden daha bir bambaşka Gazali’yi ortaya çıkarmıştır. Nasıl çıkmasın ki, baksanıza nefis terbiyesine yönelik ona camii hizmeti yanısıra tuvaletleri bile temizletmiş. Meğer nefsi ıslah etmek sadece zahiri ilimlerle olmuyor, tatbikat da gerekliymiş. Çünkü nefis terbiyesi uygulamaları İmam-ı Gazali’yi zamanın Gavs’ı yapmıştır..
İmamı Gazali Şam’da iki sene kaldıktan sonra Kudüs’e geçti. İlk iş Kubbetu’s Sahra’yı ziyaret ve ardından o mübarek eşiğe yüz sürmek olmuş. Hem madde hem mana bakımından Beyt-i Makdis ve Halil-ür Rahman’a varıp İbrahim (a.s) ve diğer peygamberlerin huzurunda şöyle ahd etti:
“-Padişahların ayağına gitmeyeceğim,
Zira Peygamberimiz (s.a.v.); “Alimlerin en kötüleri, devlet yöneticilerinin ayağına giden, devlet yöneticilerinin en iyisi de alimlerin ayağına gidendir” buyurmuşlardır.
- Onların hediye ve ihsanlarını kabul etmeyeceğim .
- Hiç bir kimse ile tartışmayacağım (Münakaşa kalbi karartır). ”
Bu arada Nizamü’l Mülk’ün oğlu Fahrü’l Mülk İmam-ı Gazali Hazretleri’ne tekrar medrese hayatına dönmesi için ricada bulunur. Zira o dönem, tam bir fetret devridir. Bir yandan iç kargaşa, dünyevi ihtiraslar ve Haçlı seferleriyle ortalık çalkalanıyor, öte yandan da Batıniler, Rafiziler, feylesoflar kol geziyordu. Kelimenin tam anlamıyla hem iç, hemde dış gaileler müslümanları içten içe kemiriyordu. İşte bu elim vaziyette İmam-ı Gazali Hazretleri sofi kimliğini yitirmeden, eskisinden farklı bir tavır sergileyerekten medrese hayatına yeniden başlayıp şöyle itirafta bulunur:
“Ben eskiden kendisiyle mevki elde edilen ilmi , yayıyordum... Kasıt ve niyetim bu idi . Fakat şimdi , mevki ve rütbeyi terk ettiren ilme davet ediyorum. Şimdiki maksat ve arzum budur...”
Öyle anlaşılıyor ki, arifleri, salihleri ve mürşitleri inkâr eden İmam-ı Gazali Hazretleri, tekrar medreseye döndüğünde bambaşka bir hal içinde, arifleri, salihleri ve mürşitleri baştacı yaparak dönüyor. Fakat bu ikinci medrese hayatı Fahrü’l Mülk’ün Batınilerce şehid edilmesiyle sona erer. Derken tekrar eğitimi bırakıp Tus’da hem zahir, hem de batın ilimleri öğretmekle ömrünü geçirir.
İmam-ı Gazali Hazretlerini tüm hayatına baktığımızda genel hatlarıyla iki ömür devresi geçirmiştir:
- Eski İmam-ı Gazali dönemi.
- Yeni İmam-ı Gazali dönemi.
Eskisinde tasavvuftan yoksun, şöhretiyle ün salmış bir hayat, yenisinde ise; şöhretin bir afet olabileceğinin idrakiyle nefis terbiyesi okulu diyebileceğimiz tasavvufa yöneliş sözkonusudur. İşte bu iki net çizgi, İmam-ı Gazali Hazretleri’nin hayatını ortaya koymanın ötesinde Allah’a ulaşmasının cehdi ve çabası olarak bize ders veriyor. Derken O; Tus’da 505 (1111) senesinde Allah’a yürüyüp Şeb-i Arus’a erer.
Velhasıl; İmam-ı Gazali Hazretleri’nin hayatı incelendiğinde, ilmin zirvesine de çıksak, nefis terbiyesi için tasavvuf hayatı yaşamamız gerektiğini idrak ediyoruz .
Vesselam.