NEVRUZ VE HIDRELLEZ

NEVRUZ VE HIDRELLEZ
ALPEREN GÜRBÜZER

Baharın müjdecisi olarak yâd edilen Nevruz’un bir kültür kodu olduğunu kaynaklar göstermektedir. Baharın muştusu Nevruz olur da, Yazın müjdecisi olmaz mı? Elbette, O’nun da habercisi var: Hıdrellez...
Hace Ali Ramitanı (k.s.)’ın, “Her geceyi Kadir bil, her kulu Hızır bil” sözleri konumuzun ışık kaynağıdır. Hızır’ın (a.s.) kültürümüzde darda kalanların imdadına yetiştiğine inanılır halk arasında ve devamlı ‘Hızır Baba’ olarak da anılır. İşte, bu yüzden en sıkıntılı anda yardıma koşan ve himaye eden Hızır (a.s.) ile denizde insanları koruyan İlyas (a.s.) kucaklaştıkları güne ‘Hıdrellez’ denilir. Bu buluşma olayı yazın başlangıcı olarak addedilir hep. Nasıl ki, Nevruz baharın müjdecisi ise Hıdrellez de yazın habercisidir. Dolayısıyla her iki muştu da, gerek yurt içi gerekse yurt dışındaki Türk illerinde bu şekilde geniş kabul görmüştür.
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’ın Nevruz’u ‘eski bir kültür kodu’ olarak tanımlaması yerinde bir tespittir. Gerçektende Nevruz ve Hıdrellez kültür bakımından Asyatik özelliğe sahip unsurlardır. Nevruz’un İslâmiyet öncesi Türklükte doğması, Hıdrellez’in ise İslâmiyet’le buluşmuş Türklükte ağırlığını hissettirmesi önemli bir noktadır. Her ikisinin de ortak paydaları Türk kültür ve değerler kombinezonunun yansımaları olup, günümüze kadar varlıklarını sürdürebilmiş olmalarıdır. Anlaşılan Hıdrellez ve Nevruz, İslâmiyet’i kabul eden kavimlerde değişik veçheye bürünerek yeni misyon yükleniyor adeta. Mesela; Nevruz, İslâmiyet öncesi “Yeni Gün”(YENİ KÜN) olarak telakki edilmesine rağmen, dinimizin etkisiyle bazı kültür dairelerin de Hz. Ali’nin doğum günü tarzında da yorumlanmıştır. Oysa İran’ın dışında Arap ülkelerinde Nevruz ve Hıdrellez kutlamalarına rastlanmaz. Bu durum, Asyatik kökenli Nevruz’un dini bir bağlantılı olmadığının delilidir diyebiliriz. Sadece, İslâmiyet’le buluşan Türklüğün Nevruz’a ve Hıdrellez’e yeni bir yorum, yeni bir biçim, yeni bir ruh vermesi söz konusu. Demek ki; M.Ö. 1500–2000 yıllarında Türk coğrafyalarında yılbaşı olarak kutlanan Nevruz, İslâmiyet’le tanışmasıyla “Sultan” kimliğine kavuşur. Bir nevi ‘Sultan Nevruz’, Hz. Ali (k.v.)’in doğum günü olması itibariyle de yeni bir anlam kazanır. Bundan 30–40 sene öncesinde Malatya’da Sultan-Nevruz geleneğinin uygulanması bu durumu teyit ediyor zaten.
Özellikle, Hıdrellez şenlikleri Alevi-Bektaşi kültür sahasında tüm ağırlıklarıyla yerini alır. Alevi-Bektaşi kültür dairelerinde bütün hususiyetleriyle Hıdrellez’in kutlanması, Asyatik kaynaklı olduğunu pekiştirmektedir. O halde Hıdrellez de tıpkı Nevruz gibi ‘Yeni Gün’ meşalesine benzer yapısıyla, mevsim değişmesinin habercisi olması bakımından ‘yazın başlangıcı’ diye tanımlayabiliriz.
21 Martta Nevruz’un (Yeni Gün) Türk dünyasında çeşitli etkinliklerle kutlanması, bu günün İran’a has olgu olmadığının göstergesidir. Nevruz kavramının Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lûgati’t Türk’te yer alması, İran’ın Şehname’sini de etkilemiştir. Nevruz’un Farsça olması İran’a has olay olduğunu göstermez. Bu durumu kültür alışverişlerin gerçekleştiği dönemlerin karışıklığında asıl nedenini aramamız lazım. Nevruz’u tek başına Şii bayramı veya İran Şahı Cemşid’in Azerbaycan’da taht kurduğu gün olarak bakmak ön yargılı bir davranış olur. Gerek Türklerin oniki hayvanlı takviminde gerekse Sultan Melikşah devrine ait Celali takviminde 21 Mart yılbaşı olarak karşımıza çıkar çünkü.
Nevruz bir kültür kodu olarak hem yeni bir güne başlangıç, aynı zamanda arınmanın sembolüdür. Ergenekon efsanesi ile Şehname’deki İran’ın motifleri arasında ki paralellik kültür temaslarını akla getiriyor. Ergenekon’un esaretten hürriyete çıkış yolu olması, Şehname’de anlatılan demirci Kawa’nın Nevruz ateşini yakarak başlattığı özgürlük adımı iki kültürün benzer kesiştiği noktalardır. Ergenekon’da rehber Gökböri (Bozkurt), Şehname’de ise demirci Kawa’dır. Dört yüzyıl Ergenekon’da yaşayan Türk’ler çıkış yolu olarak demir dağları ateşleyerek eritip düzlüğe çıkmışlardır. Enteresandır, her iki destanda da benzer motifler söz konusu, ortak payda ise ateş... Ergenekon’da ki ‘Demirci’ ile Şehname’deki ‘Kawa’, hürriyete giden yolda sembollerdir. Ateş, ortak eksen de arındırma görevi ifa etmekte, aynı zamanda yeni bir günü muştulamaktadır. Kırgızların hayatında öneme haiz olan Manas destanında da Hızır (a.s.)’ın aynı zamanda bitkilere de hayat kaynağı olduğu düşüncesi de var. Öyle ki O’nun mübarek ayaklarının bastığı her yerde baharın bereketi geleceğine inanılır. Yine İlyas (a.s.)’ında bastığı yerde hayvanların bereketi artar inanışı yaygındır.
Yetmiş yıl komünizmin pençesinde yaşayan Kazaklar, Kırgızlar, Azeriler, Özbekler, Tatarlar, Türkmenler vs. Nevruz’u yaşayamamışlar, ancak gönüllerinde yaşamışlardır. Sovyetler Birliğinde komünizmin çökmesi sonucu gönüllerden dışa yansıyan Nevruz, adeta Asyatik kültür unsurlarımızı su yüzüne çıkarmıştır. Türkiye’de de PKK’nın her seferinde kültür unsurlarımızı istismar ederek, farklı mecralara çekmesini, otorite boşluğuna bağlıyoruz. Maalesef, devlet olarak, kültür hazinelerimizin farkına çok sonraları varıyoruz. Bakın İranlıların ünlü tarihçisi; “Selçukluların bayrakları da sarı-yeşil ve kırmızı olmak üzere üç renkten ibaretti” diyor. Buradan şu noktaya gelmek istiyoruz: PKK’nın elindeki istismara yönelik propaganda malzemelerini devletimiz akıl dolusu kültürel politikalarla ellerinden alması gerekiyordu. Bu politikalar izlenmeyince ister istemez kültür zenginliklerimiz bir başkalarınca eninde sonunda bize karşı silah olarak dönüyor.
Türk dünyasında sadece Nevruz mu? Elbette ki hayır. Hıdrellez de tıpkı Nevruz gibi büyük kabul görmüştür. Genellikle Hıdrellez, daha çok Anadolu ve Balkan Türklerinde yaygındır. Hıdırellez’in İslâmi yorumla, darda kalanların yardımına seferber olan Hızır (a.s.)’la özdeşleştirilmesi sonucunda Asyatik kültür unsurlarına yeni bir ruh katmıştır. Hızır (a.s.), Alevi-Bektaşi kültür dairelerinde yer aldığı gibi, incelendiğinde Hacegân silsilesinde de birçok Pir’lerin bu kültüre ilham kaynağı olduğu görülecektir. Hızır (a.s.) sadece sıkıntıya düşenlerin yardımına koşan remz olmanın yanı sıra, Tarikatı Aliye’nin halkalarında yer alan gönül sultanlarına da rehberlik rolü üstlenmiş misyonuna da rastlıyoruz. Aşağı yukarı birçok tarikatların nispeti Yusuf Hamedani’ye dayanır. Hatta Mevlevi tarikatının bir nispeti ve Bektaşiliğin bir kısmı Yusuf Hamedani’den feyiz alır. Nakşibendî tarikatının esaslarının Avrupa’ya, Asya’ya ve Türk dünyasına yayılmasında kolbaşı olması bakımından Yusuf Hamedani (k.s.) önemli bir uç nokta olarak görüyoruz. Bu uç noktanın taşıyıcılığını Türk Cumhuriyetlerine yansıtan bizatihi Hoca Ahmed Yesevi’dir.
Pir-i Türkistan-ı Ahmed Yesevi (k.s), Türk dünyasında önemli bir isim. Mevleviliğin ve Bektaşiliğin bu pınarlardan beslenmesi, Hıdrellez kültürünün menşei yönünden ışık vermektedir. Çünkü Hacegan Silsilesinin kol başı olan hem Yusuf Hamedani Hz.leri hem Ahmed Yesevi’yi hem de Abdülhalık-ıl Gücdüvani’yi terbiye etmiştir. Her nekadar Nevruz ve Hıdrellez tamamıyla eski Türk kültür yansıması olarak nitelense de, Türklerin İslâmiyet’e girmesiyle birlikte yeni yorumlarla çeşitlenmiş ve zenginleşmiştir. Nevruz ‘Yeni Gün’ hüviyetiyle, İslâmiyet pınarında Hz. Ali’nin doğum günü olarak da yoğruluyor üstelik. Hakeza, Bektaşi-Alevi kültür sahasının kaynağını teşkil eden Pir-i Türkistan-ı Ahmed Yesevi’nin feyiz aldığı kol’un Gavs-ı Sani Hz.lerine uzanan halkasında anlatılan hafi zikir talimatını maneviyatta Abdülhalık-ıl Gücdivani’ye öğreten Hızır (a.s.)’ı görüyoruz. Hıdrellez’de yaz başlangıcı anlamından Hızır Baba rolü ile mayalanıyor. O halde Sultan Nevruz ve Hızır Baba hem ilkbaharın sembolü hem yazın başlangıcı olmasının ötesinde manevi rolleri de söz konusu. Bu noktadan hareketle, Hıdrellez’de günahlarımızdan arınma bakımından yaz baharıdır. Gönül dünyamızda Hızır Baba’nın yaktığı aşk ateşiyle, günahlardan tövbe ederek (arınarak), diriliş muştusuna geçmek gerektiğini çağrıştıyor sanki. Efsanelerden alabileceğimiz dersler galiba bu olmalı. Destanlarımız, yaşayan toplum için diriliş meşaleleridir. Her bahar başlangıcı ve her yaz başlangıcı, ruh dünyamızda yansımaları ciheti yönünden kurtuluş olarak telakki edilmeli. Hızır ve İlyas (a.s.)’ın buluştukları an olarak kutladığımız Hıdrellez şenliklerinin mana ve ruhuna uygun, İslâmi yorumla iç dünyamıza çeki-düzen vermeli.
Kelimenin tam anlamıyla Hızır (a.s.) bitkilerin bereketi, İlyas (a.s.)’da hayvanların. Hatta bir inanışa göre de hayvanlara bereket getirmesinin ötesinde koruyucusudur da. İşte her yıl Anadolu’nun birçok yerlerinde kutlanan Hıdrellez şenliklerinden amaç, bir bakıma bereketin artacağına yöneliktir. Kırlara çıkıp, şenlikler düzenlemek bu inanışı pekiştirmek içindir. Adeta ‘gündönümü’ niteliği taşır.
Bitkilerin hayatı ve bereketi Hızır (a.s.) ile suların dostu ve hayvanların bereketi İlyas (a.s.)’ı bu şenliklerde ne kadar yâd etsek o kadar azdır. O’nun için, nesillerimizi yabancı kültür cenderesine sokarak Noel Baba masalları ile oyalamayalım. Tüm berraklığı ile karşımızda Hızır Baba varken bu uğraş niye?
Öyle ya, Hıristiyan Avrupa’nın Noel babası var, neden bizim Hızır Babamız olmasın ki. Devleti oluşturan Erkin insanların toplumun bu katılımcılık ruhunu keşfettiği an, Hızır Baba’dan bihaber nesile, Hıdrellez şenliklerini vesile kılarak, kültürümüzü diri tutma yolunda etkinlikler düzenlemeli. Kültürel alanda daha iyi bir konuma gelebilmek için, fertlerin kollektif girişimcilik anlayışlarına saygıyla bakmanın yanı sıra, destekte vermeli... Artık Türkiye’miz dernekleriyle vakıflarıyla ve sivil toplum kuruluşlarıyla katılımcılık hamlesi yolundadır. Onun için siyasilerimiz, sivil toplum örgütlerinin sesine kulak vermek zorundadırlar, bu böyle biline. Vesselam.