HAYVANLAR ÂLEMİ-3

HAYVANLAR ÂLEMİ-3
ALPEREN GÜRBÜZER

TATU
Adı: Tatu
Konakladığı mekân: Tropikal Amerika.
Yiyecekleri: Bitkilerin yanı sıra, omurgalı termit gibi küçük hayvan ve hayvan leşleridir.
En dikkat çeken yönü dişsiz (diş yerine hafif köksüz çıkıntıları var) ve deri kökenli kemik bağlardan oluşan zırha sahip olmasıdır. Zaten zırh sayesinde düşmanından rahatça korunabilmektedir. Aslında derisinin zırhlı olmasından dolayı onu görenler hareket manevrası yapamayacağını sanır, ama işin aslı öyle değil. Tam aksine gövdelerinin belli aralıklarla kemerli olması ona sağa sola eğilir bükülür hareket imkânı sağladığı gibi aynı zamanda açılır-kapanır menteşe özelliği de katmaktadır. Üstelik üzerindeki zırhına rağmen çok hızlı koşup hızlıca düşmanlarının arasından bile tüyebiliyor. Hatta yakalanacağını sezdiğinde ya toprağa kendini gömer, ya da fırsat bulamazsa başını ve ayaklarını gizleyip top şeklinde yuvarlak hale gelmesiyle birlikte üzerini zırh ile örterek böylece düşmanına yem olmaktan kurtulabiliyor.
Üremeleri ise döllenmiş yumurtayı önce farklılaştırıp yuvalandırarak yumurtayı 4–12 parçaya bölmesiyle başlayıp daha sonra bir batında dört yavru doğurmak tarzında cereyan etmektedir. Keza doğanlar ya hep dişi veya erkek olmaktadır. Ayrıca savunmaya yönelik bir hayvan olması hasebiyle esas yiyeceği termitler olmakla birlikte, bu arada toprağı eşeleyip böcekleri ve kurtçukları bile avlayabiliyorlar. Her şeyden öte zararlı böcekleri yemesi dolayısıyla biyolojik hayat içerisinde faydalı olduklarını ispatlamaktalar.
KUŞLAR
Yüce Allah; “Yer ile gök arasında musahhar ol(arak uçuş)an kuşlara bakmadılar mı? Bunları (orada) Allah-ü Tealadan başkası tutmuyor. Bundan da iman edecek bir kavim için nice ayetler (ibretler) vardır”(Nahl,79) diye beyan buyurmaktadır.
Kuşlar uçmalarına engel olmasın diye hafif ağırlıkta yaratılmışlardır. Aksi takdirde kendilerini savunamayacaklardı. Öyle ki azaları geniş ya da sert veya ikisi arası orta ağırlıkta bile yaratılmış olsalardı besinlerini almakta zorlanacaklardı. Özellikle gerek yürüme, gerek uçma, gerekse yere konmak için iki ayaklı yaratılmışlar. Hatta ayakları üzerinde ince ve deriden bir örtünün olması ona dayanıklılık sağlamaktadır. Keza ayaklarının tüyle kaplı olmaması belli ki tüylerine çamur türü şeylerin yapışmamasına yönelik bir planın gereği olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanatlarının yarım daire şeklinde örülü kemiklerle donatılması ise kanatlarını çırpma manevrası kazandırmak içindir. Ayrıca beslenme esnasında her türlü olumsuzlukların yaşanma ihtimaline binaen pençeleri yere düşen bir şeyi tam manasıyla kavrasın diye geniş ve güçlü kılınmıştır. Bilindiği üzere kuşların ağzında diş yoktur, varsın olmasın, çokta önemi yok zaten. Çünkü bu iş için gagaları adeta diş vazifesi görmektedir. Tüyleri ise dökülmeyecek şekilde dizayn edilmiş ki çıplak kalıp üşümesinler. Hatta tüyleri hafif yaratılmış ki ötelere rahat uçabilsin. Dahası suyla temas ettiğinde titrek tüyler sayesinde su taneciklerini biranda salabiliyor ve böylece normal hafif konumuna tekrar dönebilmektedir. Bundan da öte kuşun tüyleri arasına rüzgâr girip uçuşa engel olmasın diye az açılır donanımlı yaratılmıştır. Tüyler, aynı zamanda vücutlarını sıcak tutmaktadır. Ayrıca su kenarında veya suda yaşayan kuşların kanatları özellikle yağlı yaratılmış ki hem soğuktan korunsunlar hem de su vücuduna nüfuz etmesin diyedir. Nitekim karabatak ve martıların kanatları böyledir zaten. Şimdi karabatak su içerisinde niye üşümüyor diye eseflenmeyin. Çünkü su geçirmez yağ tabakası onu fazlasıyla korumakta. Aynı zamanda martılar karaya vurunca adeta fırtına ve yağmurun geleceğini haber vermekteler. Böylece denizciler onların sayesinde tüm önlemlerini almış olurlar. Keza leylekler göç mevsimi memleketine geldiklerinde o an kar yağsa bile kış devam edecek anlamına gelmez. Zira onların gelişi baharın gelişi demektir. Yine deniz kuşlarının en büyüğü olan albatros ise üreme mevsimi geçtikten sonra okyanus ötesi gideceği menzile hiç şaşırmadan yol alabilen bir kuş olarak dikkat çekmektedir. Bu arada her sene çiftleşip neslinin devamı adına bir tane yumurta yumurtlamayı da ihmal etmezler.
Ayrıca ilginç çeken bir kuşta şüphesiz balıkçıl kuşudur. Balık, kurbağa, yengeç her ne varsa yakalayıp yeme becerisi sergileyebilmektedir. Bacakları uzun ve kemikli olmasına rağmen tüyle kaplı değildir. Tabiî ki tüysüz olması onu her an ısı kaybına uğratacağı muhakkak. Fakat bu duruma da çare bulmuş olsa gerek ki zaman zaman tek ayak üzerine durarak kendince çözüm bulmuş bile.
Peki, kuşlar bitip tükenmek bilmeyen bu enerjiyi neye borçlular derseniz gayet basit. Vücudunda bulunan radyatör görevi yapan soğutma sistemi sayesinde elbet. Bu sistem olmasa tıpkı bir aracın motorun ısınmasıyla birlikte patlama söz konusu olacaktı ki, kuşu yaratan hiç kuşkusuz ona has radyatör donanımı ihsan etmeyi de ihmal etmeyecektir. İşte bu iş için akciğerle irtibatı kesmeyecek hava torbaları (radyatör) bu vazifeyi fazlasıyla yerine getirmeye yetecektir. Böylece hava torbaları bir yandan vücutta fazla ısıyla nemi atarken, diğer yandan ise karbondioksit verip yerine oksijen almaktadır. Bu arada kuşun kalbi motor görevi, göğüs azaları ise uçuş malzemesi görevi yapmaktadır. Bu donanıma sahip kuşlar tıpkı kuzey kutup dairesi civarında kuşlar gibi yuvalarını yaptıktan sonra güneye doğru uçacaklardır. Derken konakladıkları yerlerde yaz bitimiyle birlikte tekrar dönüş yapacaklardır. Belli ki yapılan tüm göç uçuşları için takriben çeyrek milyon defa kanat çırpmak gerekecektir. Bu yüzden kuşlar pilotların piri unvanını çoktan hak ettiler bile.
Kuşlar tek kanaldan hem dışkısını hem yumurtasını dışarı çıkarması bile sıradan bir olay gibi gözükmemektedir. Dolayısıyla kuşlar yumurtlar, fakat doğurmazlar. Zaten doğacak olan kuş karnında yaratılmış olsa onu taşıma zorluğundan dolayı uçması mümkün olmayacaktı. Bu arada Allah-ü Teala kuşa yumurtası üzerinde kuluçkaya yatmasını ve yavrularıyla aynı mekânı paylaşmasına yönelik otlardan yuva yapma becerisini ilham etmenin yanı sıra kuluçka evresinin son demlerinde gagasıyla yumurtaları parçalayıp yavrusunu besleme içgüdüsü de ihsan etmiştir. Böylece her yıl dünya üzerinde milyarlarca kuş hayata veda edip yerine yumurtalar aracılığıyla her yaz yeniden kuşlar gelip gök kubbeyi hoş seda ile şenlendiriyorlar.
Gerçekten yumurta deyip geçmemeli. Çünkü kuş yumurtası harika bir sanat ürünü. Öyle ki gözenekler açık tutulabildiği gibi kapanabiliyor da. Niye derseniz, özellikle suda yüzen kuşların bu sisteme çok ihtiyaçları var. Aksi takdirde suyun gözeneklere girmesi sonucunda civcivin oksijensizlikten dolayı boğulması söz konusu olacaktır. Sadece yumurta kabuğundan su sızsa gam yemeyiz, bakterilerin fırsattan istifade içeri dalması her an mümkün olacaktı. Dolayısıyla önlem olarak gözenekler kapanır açılır şekilde tasarlanmıştır.
Kuşlar rızk aramak uğruna diyar diyar uçmaktan bir an olsun geri durmazlar. Kuşun yemek borusu kursak taşlığına kadardır. Bu yol boyunca kademeli bir şekilde yiyecekler usul usul geçmekte olup, topladığı danelerin doğrudan doğruya taşlığa gitmenin önü kesilmektedir. Yani kursak bir noktada alınan gıdayı hem depo etmeye, hem de mideye indirmeye yaramaktadır. Bu alınan gıda solucanda olsa fark etmez derhal kursağa indirilir.
Yarasa, Huma gibi kuşlar yükseklerden uçarken gündüz değil geceleyin dışarı turlamaktalar. Mesela Yarasa turlarken gözleriyle değil vücutlarında ki radar sistemiyle etrafı kolaçan etmekte. Yani radar sistemi sayesinde neşrettiği yüksek frekanslı ses dalgalarının nesnelere çarpmasıyla birlikte geri dönen yankı sesiyle yönlerini tayin etmekteler. Böylece geçimlerini havada uçma esnasında böcek avlayarak geçirirler. Hatta vampir yarasalar da vardır. Bunlar malum hayvanların kanlarını emerek beslenirler. Neyse ki hayvanın kanını emerken acı ve sızı vermezler. Üstelik büyük bir ustalık örneği sergileyerek toplardamarı bulup anestezi işlemine benzer bir metotla yarabilmektedir. Yarasaların en irisi ise tilki yarasalar olup beslenmeleri çiçek ve meyve olmaktadır. Bunların diğer yarasalardan farkı gözlerinin keskin olmasıdır. Aynı zamanda bunların radar sistemleri fazla gelişmemiştir.
Bütün kuşların tüyleri senede bir dökülüp yerine yenisi gelmektedir. Zira baykuşun yumuşak ve uzun olması yavaşça süzülerek uçsun diyedir. Şahinin ise tüyleri kısa olup ona hızlı uçuş kabiliyeti sağlamakta, karabatak kuşunun rızkı da suda olduğu için ona yüzme ve dalgıç misali dalma özelliği katmaktadır. Nasıl ki dalgıç kuşları çürüyen otlar üzerinde mesken tutuyorlarsa su kuşları da su üzerinde yüzen bir mekânda kuluçkaya yatmaktadırlar.
Kuşlar aynı zamanda yuva yapmakta mahirdirler. Hele bunlar arasında bir kuş var ki dokumacılara adeta parmak ısırtmakta. Üstelik etrafında topladıkları saman çöplerini ilmikleyerek halkalar halinde yuva bile örmekteler. Bu kuş adı üzerinde dokumacı kuştan başkası değildir. Ördüğü yuvanın giriş kapısı altta olup yumurta ise antrenin rafında muhafaza altına alınmıştır. Hatta düşmanlarına yem olmamak için yuvasını tersine örecek kadar da emniyeti elden bırakmadıkları gözlemlenmiştir. Yuva derken elbette sadece dokuma türü akla gelmemeli. Zira Afrika ve Asya’da yaşayan gugukgiller cinsinden bir kuş var ki; ağaç kovuğuna yerleştikten sonra erkeğin getirdiği çamuru tükürüğü ile bulamaç haline getirdikten sonra ağzıyla yuvasını rahatlıkla sıvayabiliyor. Öyle ki sıvaya sıvaya sadece başını çıkartacak kadar bir delik bırakmaktadır. Böylece yavruları yumurtadan çıkacağı ana kadar erkeğinin getireceği gıdaları delikten başını çıkartarak almaktadır. İşte erkeğin dışarı işlere bakması, eşinin ise iç işlerine kendini adaması denen olay bu olay olsa gerektir. Keza bir başka kırlangıca benzeyen bir kuş türü var ki; o da tükürüğünü kayaya tükürerek yapışkan hale getirmektedir. Derken yarım daire şeklinde tükürüğün kalınlaştığına emin olduktan sonra yumurtalarını buraya bırakıp neslin devamını bu yöntemle devam ettirmektedir. Yine tümsek yapan bir kuş var ki; o da çürüyen bitki artıklarından tümsekli yuvalar inşa etmektedir. Hatta inşa ettiği tümseğin tepesinde nöbet duran (gözetim kulesi) erkeğin gözetimi altında yumurtalarını bile muhafaza etmektedir. Anlaşılan kimi yumurtalara bir ağaç kovuğu, kimi yumurtalara bir kaya parçası üzerine çizilen yapışkan bir daire, kimi yumurtalara da tümsekler mekân olabiliyormuş.
Güvercinler üç aylık olduklarında uzak diyarlara uçup tekrar evine dönmesini bilecek şekilde eğitilirler. Eğitimini tamamlayan güvercin sahibi tarafından bırakılsa da 2400 kilometre uzaklığı bulan diyarlardan evine dönebilmektedir. Belli ki onu yaratan güç ona evine dönmesini sağlayacak pusulasız bir kuvvet ilham vermiş. İnsanoğlu güvercinlerin bu özelliklerinden hareketle onları haberleşme aracı olarak kullanmayı bilmiştir. Güvercinin bir başka ilginç özelliği de kuluçka esnasında yumurtaya tam olarak yapışık kalmamasıdır. Çünkü tam yapışık kuluçkaya yatsaydı vücut teri yumurtayı bozup böylece yavru oluşamayacaktı. Demek ki her şey bir hesap ve plan içerisinde cereyan etmektedir.
Bir kartal güçlü pençeleriyle kaplumbağayı göklere çıkarıp bir dağın veya kayanın üzerine geldiğinde avını bırakarak parçalanmasını sağladıktan sonra kendisine ziyafet çekebiliyor. Hatta Filipinlerde bir kartal türü var ki avlama sanatının üstünlüğüne atfen maymun yiyen kartal olarak anılmaktadır. Kartalların en büyüğü ise Güney Amerika’da yaşayıp son derece kuvvetli pençeleri ve çevik hareketleriyle dikkat çeken bir hayvandır. Bunlar aynı zamanda maymun yakalamakta mahir hayvanlardır. Ayrıca balıkçıl kartallarda vardır. Bunlar bir yandan su üzerinden 30 metre yükseklikte çemberimsi daireler çizerek uçarken, diğer yandan da su altındaki balıkları nokta atışı diyebileceğimiz bir maharetle radar misali yerini belirleyip avını avlayabilmektedir. Kartallar için en son söylenilecek bir söz varsa, o da “Kartallar yükseklerden uçar” sözüdür.
Kargaların gıdası genellikle leş ve hayvan tersleridir. İlginçtir erkek kargalar dişi kargalarla bir arada pek bulunmazlar. Zekâ yönünden ise insan gibi davranmaktadır. Nitekim Habil kabil olayında; Kabil, kardeşi Habil’i öldürdüğü zaman bir anda ortada kalan cesedi ne yapacağını düşünürken birde ne görsün yanı başında bir karga toprağı eşeleyip avını gömüyor. Tabii bu durum karşısında; “Bir karga kadar bile olamadım” deyip mezar kazmayı keşfetmiştir.
Bir dölengeç kuşu düşünün ki göklerde uçuşurken aşağılarda ne var ne yok iyi görebiliyor. Nitekim insanların bıraktıkları her ne varsa ardından toplamayı da ihmal etmezler. Yani kesinlikle kendisini koruma adına önlerinden yiyecek toplamamaktadır.
Dünyanın en büyük dağ kuşları hiç kuşkusuz And akbabasıdır. Onlar And dağlarında uçarken öte yandan keskin gözleriyle aşağıları taramayı da ihmal etmezler. Böylece aşağılarda birçok ölmüş hayvan leşleri onlar sayesinde temizlenmiş olmaktadır.
Ya cennet kuşlarımıza ne dersiniz. Adı üzerinde cennet. Yani hem adı güzel hem de kendisi. Vatanı ise Yeni Gine, Kuzey Amerika ve civarı adalarıdır. Bir başka özellik ise erkeğin dişisinin dikkatini çekmek adına süslenmesi ve nağmeler dökmesidir. Hatta kuyruğundaki renkli sorguçlarını yelpazelendirip izdivacını ilan etmekten de geri durmazlar. Onlar işte bu yönleriyle dünyanın en güzel kuşları olmayı çoktan hak ettiler bile.
Kuşların uçmayanları da var elbet. Üstelik sayıları bir hayli kalabalık ta. Mesela deve kuşu bunun tipik misali olup temel gıdası bitki olmaktadır. Keza yedikleri gıdaları yuttukları taşlarla öğüterek halletmekteler.
Hâsılı kelam; kuşlar semada uçan mükemmel uçaklar olmanın yanı sıra bazı türleri var ki; hem iyi bir dalgıç hem de denizde iyi bir yüzücü gemidir.

http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124?sk=info