HALVETTE ŞÖHRET VARDIR ŞÖHRET İSE AFETTİR

HALVETTE ŞÖHRET VARDIR.

VE ŞÖHRET İSE AFETTİR"

ALPEREN GÜRBÜZER
Abdülhalık-ıl Gücdivani (K.S.), ilk defa bu Tarikat-ı Nakşibendiyye nispetini biraraya toplamaya çalışan zat olup, bu tarikatın önderlerinden sayılır. Tarikat-ı Nakşibendiyyenin aslının, azimetle amel ve ruhsatlardan kaçınmak olduğunu, ilk defa yayan ve aynı zamanda bunu bizzat Şah-ı Nakşibendî (K.S.)'ye talim eden zattır. Abdülhalık-ıl Gücdivani (K.S.)'den bu Tarikat-ı Nakşibendiyyenin nispeti Arifi Revegari (K.S.)'ye geçer.

Arifi Revegari (K.S.)'den de Aziz Mahmud İnciri Fağnevi (K.S.)'ye geçer.

Aziz Mahmud İnciri Fağnevi (K.S.)'den sonra Hace Ali Rametani (K.S.)'ye devrolunur. Bu Tarikat-ı Nakşibendiyye Hace Ali Rametani'yle birlikte tekrar açık zikre dönülür. Hace Ali Rametani der ki: "En kolay yol bir Allah ehlinin gönlüne girmektir."

Bir gün kendisine imanı sormuşlar:

"-İman nedir?"

Cevap vermiş:

"-İmanın başı beklemek, sonu da beklemek ve de ulaşmaktır."

Hace Ali Rametani (K.S.), bu Tarikat-ı Nakşibendiyye nispetini Muhammed Baba Semmasi (K.S.)'ye devretti ve Muhammed Baba Semmasi (K.S.) Şah-ı Nakşibendî (K.S.)'nın ilk mürşididir. Şah-ı Nakşibendî (K.S.)'nın doğduğu evden geçerken; "O koku çok fazlalaştı. Herhalde o çocuk doğsa gerek." Ve kokunun geldiği yerden Şah-ı Nakşibendî (K.S.)'nin evini buluyor. Kapıyı tak tak çalıyor. Kapı açılır ve Şah-ı Nakşibendî (K.S.)'nın babası içeri buyur ediyor. Tabi büyük Şeyh Muhammed Baba Semmasi (K.S.), kendi evini ziyarete gelmiş gibi davranıyor ve Şah-ı Nakşibendî (K.S.)'yı daha üç günlük çocukken O'nu tarikata kabul ediyor ve yanındaki halifesi Emir Külal (K.S.)'e diyor ki: "-Bunun üzerindeki bütün hakkını yerine getir. Eğer bundan bir eksiklik ve hata yaparsan, sana olan hakkımızı sana helal etmeyiz." Tabii bu durumlar, aklın alamayacağı büyük şeyler. N ediyelim, Allah sırlarını takdis etsin.

Muhammed Baba Semmasi (K.S.) daha sonra bu Tarikat-ı Nakşibendiyye nispetini Seyyid Emir Külal (K.S.)'e devrediyor. Emir Seyyid Külal (K.S.)'ı tarikata alışı bir acaip olmuş.

Emir Seyyid Külal (K.S.) eskiden pehlivanlık yaparmış. Bir gün güreş meydanında iken, seyredenlerden birisinin gönlünden şu düşünceler geçmiş:

"-Ya bu adam Seyyid. Böyle bir adamken nasıl olur da, güreş meydanına çıkar da güreş eder." O sırada kendisi, sanki uykuya girmiş gibi bir hale girmiş, bir bakıyor ki; mahşer ve herkes ana baba günü. Bağırtı, çağırtı ve sıratın kapısında birisi kaptığını karşıya, kaptığını karşıya fırlatıyor. O sırada o hali gören adam da, zavallı pejmürde yalvarıyor; "beni de karşıya at" diye. Tam o anda onu karşıya atarken kendine gelmiş, (uyku ile uyanık hali bir durumda), bakmış ki, karşısında: Seyyid Emir Külal (K.S.). Göz göze gelir ve Emir Külal (K.S.) şöyle der: "İşte biz aslında o günün pehlivanıyız"

Muhammed Baba Semmasi (K.S.) bir gün sofileriyle giderken Seyyid Emir Külal (K.S.)'ın güreş yaptığı meydana gelmiş ve orada güreşi seyretmeye başlamış.

Sofilerden birinin gönlünden geçmiş ki:

"Yahu, koskoca Şeyh Hazretleri nasıl olur da bir güreşi seyreder."

Muhammed Baba Semmasi (K.S.), sofiye dönmüş, diyor ki:

"-Ben güreşi seyretmiyorum. Bak şu ilerde duran büyük zat var ya o pehlivanı kendime bend etmeye çalışıyorum." Bir an Emir Seyyid Külal (K.S.) ile Muhammed Baba Semmasi (K.S) göz göze gelmiş ve ne olduysa orada olmuş. Daha sonra emir Seyyid Külal (K.S.) pehlivanlığı orada bırakmış ve hakiki pehlivanlık yoluna devama koyulmuş..

Emir Seyyid Külal (K.S.), Şah-ı Nakşibendî (K.S.)'yi yetiştirdi. Aslında Şah-ı Nakşibendi (K.S)'inin mürşidi Abdülhalık-ıl Gücdevani (K.S.)'dır. Yani O'nun ruhaniyetinden terbiye almıştır.

Şah-ı Nakşibendî (K.S.) der ki: "Bizim tarikatımız, tarikatların ve yolların en kısasıdır. Allah'tan, şüphesiz ulaştıran bir yol istedim.’’

Birgün, Şah-ı Nakşibendî (K.S.)'ye sorarlar.

"-Sizin tarikatte niye halvet (İnsanlardan uzaklaşmak uzlete çekilmek, köşeye çekilmek) yoktur."

Cevap verir.

"-Halvette şöhret vardır, şöhret ise afettir"

Sofilerden iki sofi birleşip sohbet ettiği zaman O'nun feyzi ve bereketi bol olur. Sohbet, sohbette bulunanlar, birbirini yok (fena) ettiği zaman sohbet olur." Ve ilave

Ediyor: "Biz en adi sofimizin evinin saçaklarındaki sineklere kadar himmet ederiz."

Şah-ı Nakşibendî (K.S.)'den bu Tarikat-ı Nakşibendiyye nispeti Alaaddin Attar (K.S.)'a geçti. O da büyük bir zattı. Şah-ı Nakşibend (K.S.) daha hayattayken irşada başladı. Şeyhinin emriyle ve Alaaddin Attar (K.S.) şöyle der: "Eğer kapıcının incinmesi olmasaydı, açardım bütün cihan kapılarını"

Alaaddin Attar (K.S.)'dan, bu Tarikat-ı Nakşibendiyyenin nispeti Yakub-i Çerhi (K.S.)'ye geçer. Yakub-i Çerhi aslında Şah-ı Nakşibendî (K.S.)'nin sofisidir, ama halifelik idmanını Alaaddin Attar'ın yanında yapmıştır. Yakub-i Çerhi (K.S.)'nın en çok gayri ihtiyari gösterdiği keramette yüzü değişik şekil alırmış. Ve başka insanların simasına girermiş. Bazen öyle olurmuş ki, evindeki hanımlar, evde yabancı var diye bağrışırlarmış.

Bu Tarikat-ı Nakşibendiyye nispetini Yakub-i Çerhi (K.S.) Ubeydullah Ahrar (K.S.)'a devreder. Ubeydullah Ahrar öyle diyor: "Uzakta çiftçinin biri çift sürüyordu. Kendime dedim ki (nefsime) "Ey Nefis bak şu adam senden daha ağır işle meşgul olduğu halde, Allah'tan gafil değil. "Oysa sonradan anladım ki, bu hal binlerce kişiden belki bir kişiye verilmiş."

İmam-ı Rabbani (K.S.)'da öyle der. "Rıza ve ihlâs nimetiyle şereflendirilenler binlerce kişiden belki bir kişidir." Ve bu sözü 400 seneyi aşkın yıllarda söylüyor. Şu anda ise durum daha vahim. Seyda (K.S.), bu durumu şöyle izah eder. "Şu anda Allah'a yüzünü çevirmeye çalışan, Allah'ını tanımaya çalışan, doğru yola gitmeye çalışan binlerce kişiden belki bir kişi kalmış. O'nun da ahireti perişan."

İmam-ı Rabbani (K.S.); "Hindistan'a da Peygamberler gelmiş, Onların mezarlarında büyük nurlar görüyorum. Herbirinin yerini istesem, şu anda gösterebilirim. Ama, bu zamanın insanları böyle şeylere inanmazlar." sözünü 400 sene önce söylüyor, bu zamanda kim inanır?

Manisa'da, Allah rahmet eylesin büyük bir veli, şöyle demiş: "Şu anda velilerin paçalarından keramet aksa bu millet inanmaz, onlarla alay eder."

Ubeydullah Ahrar (K.S.)'ın yanına bir gün adamın biri ziyarete gelmiş. Yanında da ufak çocuğu var. Ubeydullah Ahrar'ın yanında da balkol horozu varmış, çocuk da başlamış balı parmaklamaya. O sırada Ubeydullah Ahrar dönmüş çocuğa demiş ki:

"-Evladım senin adın ne?"

Çocuk da demiş ki:

"-Adım Bal" Ubeydullah Ahrar (K.S.) bunun üzerine:

"-Madem sen zahiri lezzette kendini kaybedebiliyorsun, ona verebiliyorsun kendini. Elbet, senin o damağına lezzeti taddıracak birgün biri bulunur."

Ve çocuğu babasından evlatlık olarak istiyor, çocuk Ubeydullah Ahrar (K.S.)'ın halifelerinden biri oluyor. Daha sonraları Ubeydullah Ahrar (K.S.) Tarikatı Nakşibendiyye nispetini Gavs-i Sani Hazretleri'ne uzanan Şecerede Muhammed Zahid Bedehşi (K.S.)'ye devreder. O'ndan da Derviş Muhammed (K.S.)'e devrolunur.

Bu Tarikat-ı Nakşibendiyye'ye girmekte öncelik sonralık, bu kadar amel yapma veya yapmamak mühim değildir. Hazreti Ömer (R.A.) kırkıncı müslümandı ama üçüncü halife. Birincisi Hazreti Muhammed (S.A.V), İkincisi Hz. Ebubekir Sıddık (R.A) ve üçüncüsü Hz. Ömer-ül Faruk (R.A.)'dır ve Seyda (K.S.) öyle dedi: "Hiçbiriniz yaptığınız amel ve ibadete güvenmeyin. Hiçbiriniz şeytanın yaptığı kadar amel yapamazsınız. Hiçbiriniz amellerinizin kuvvetiyle bir yere ulaşmazsınız. Ancak Sadat'ın himmetiyle mümkün."