FAKİRLİK VE ZENGİNLİK

FAKİRLİK VE ZENGİNLİK
ALPERENGÜRBÜZER

Karun’un malı vardı ama helakına sebep oldu. O evveliyatında çok fakirdi, sadece bir elbisesi vardı, hatta giysilerini karısıyla ortaklaşa giyinirdi. Bir gün Hz. Musa’ya rica edip dünyalık istemişti. Peygamber duası yüce makamdan çevrilmezdi tabiî ki. Karun’a mal verilmişti, hem de çok. Öyle ki; sadece malının anahtarlarını kırk deve sırtına yüklense yüklenemezdi. Fakat servet ruhundan çok şeyler götürdü, artık ne camiide, ne cematta onu görmek mümkün değildi. Mal mülk derken gözünü hırs bürümüştü.
Hz. Musa bir gün Karun’a zekât vermesi için haber saldı. Karun cevaben;
—Musa belli ki benim malıma göz dikmiş, malımı elinden almak istiyor diyerek serzenişde bulunmuş. Derken sinsi plan düşünür ve planını yürürlüğe geçirmek üzere ilk adımını atar.
Nitekim birgün Şeddad (Karun) Hz.Musa’ya:
—Allahın şeriatın da zinanın cezası nedir?
Musa (a.s):
—Eğer zina ispat edilirse ölene kadar recm, yani taşlanır. Bu cevaplar üzerine Karun münafıklara para vererek kandırıp bir kadın, dört erkek bularak Hz.Musa’nın bulunduğu meclisde zina isnadında bulunurlar. Şöyle ki; Hz. Musa (a.s) vaaz-ü nasihat ederken bir anda içeriye bir kadın girer:
—Ya Musa! Ne çabuk unuttun benimle zina yaptığını, birde kalkmış millete nasihat
ediyorsun. Hz. Musa (a.s) o anda Karun’un bir tertibi olduğunu anlayıp ona dönerekten hiddetlenip:
—Ey yer! Onu yut demiş ve yer yarılıp Şeddad’ı yutuverir. Hz. Musa oradan ayrılarak Karun’un mallarının saklandığı yere gelerek stokladığı serveti içinde:
—Onları da yut ey yer! Diye seslenir. Böylece bütün malı mülkü, hazineleri ve kırk devenin taşıdığı hazine anahtarlarıda beraberinde yok oldu biranda. Demek ki, insan zengin olmaya çalışsa da Karun kadar olamaz, ama neye yarar, zenginlik ona fayda vermedi ki bize de versin.
Rasulüllah (s.a.v); Bir kimse zengine zenginliği için sevgi beslerse dininin üçte birini kayıp etmiş olur diye buyuruyor. Gerçekten de fakir olan insanın kıyamet günü yükü az olur, sualide hafif olur. İlginçtir peygamberimize ilk iman edenler fakir tabakadan. Kâfirler fakirleri Rasulüllah’ın yanında gördüklerinde dudak bükerek; senin yanında fakir kimseler varken iman etmeyiz demişler, böylece ayaklarına kadar gelen ebedi zenginliği kaçırmışlardır. Eğer dünya iyi olsaydı Allahü Teala her peygamberine daha çok uzun seneler ömürler verebilirdi pekâlâ.
Allah kimini fakir, kimini zengin diye ayırmış. Elbette ki bu tasnif tecrübe için, yoksa kimine torpil, kimine sıkıntı vermek için değil. Aslında her kim sadıkane çalışırsa; hem dünyada hem de ahirette kazancını artırır. Şah-ı Hazne (k.s) Ramazan ayı geldiğinde mürşidi Hazret Muhammed Diyaüddin’den biraz maddi ihtiyaçlarını gidermek için izin istemeyi düşünmüş. Şahı Hazne Hazret’e;
—Efendim size malum, herhangi bir köyde imam olmadığımdan gelirim yok, üç beş tane tanıdık var onlara uğrayarak zekât almak istiyorum deyince, Hazretin canı sıkılır ve şöyle der:
—Git Allah için çalış, O sana verir der. Gerçekten de Şahı Hazne (k.s) samimiyetle Allah’a yöneldi hem dünyayı hemde ahireti kazandı. Öyle ki; emek verip çalıştı tüccar olana kadar. Tüccar olduktan sonra hem kendi kendine çalışıyordu, hemde âlem ona çalışıyordu, birçok halife ve sufi yetiştirdiği için de kazancı kıyamete kadar devam edecekte üstelik. Çalışmadan hiçbir şey olmuyor demek ki.. Bu yüzden Şahı Hazne; Şeyh Abdülkadir Geylani’nin amelini her kim yaparsa, o da onun gibi olur der.
Günlük Saadat’ın nazarı altına giren için korku olmaz. Saadat’lar kolay kolay sofisini yalnız bırakmazlar, hakeza Peygamberde öyledir. Çünkü vird çekene, hatmede bulunana manevi hediyeler sunulur. Saadat’ın hazır olan ervahları sayesinde zikir meclislerinde bulunanlar desteklenirler. Rabbani Âlimler olmazsa din ortadan kalkar. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v); Dünya lâşe’dir. Onun talebi köpeklerdir buyurmuş.
Âlimsiz, mollasız kalmamalı. Daima müşküllerimizi soracak merci bulmalı. Cahilden rehber olmaz, cahilin işi gücü dünyadır çünkü. Mollalar dini ilim için rehberlik ediyorlar, bu böyle biline. Dolayısıyla zekâtlarımızı onlara vermek lazımdır. Malum olduğu üzere Ramazan olunca mollalar zekât için köylere giderlermiş. Zekât verdiğimiz kişiden menfeatımız olmaz bize, ama mükâfatını ruz-i mahşerde Rabbül âlemin verecek elbet. Veki b. Cerrah; Namaz için sehiv secdesi ne ise, Ramazan ayı içinde fitre odur der. Gerçekten Ramazan boyunca yapılan hataların, oruç eksikliklerin giderilmesine yönelik kefaretidir fitre. Ramazanda sulanan gönüller ‘Iyd’ anlamına gelen bayramla felaha kavuşurlar. Bayrama adım attığımızda Allah’ın taatinden Rasulün sünnetine geçiş yapılır, yani farzdan sünnete rücu. Çünkü o gün kulların teveccüh ve azad günüdür.

ELHAMDÜLİLLAH

Gavs-ı Bilvanisi (k.s)’dan anlatılan sohbette:
Allah dostlarından birine İran Şahı kırk köy hediye etmiş, o da:
—Elhamdülillah demiş.
Aradan bir zaman sonra Şah vefat edince, yerine geçen oğlu hediye verdiği köylere el koymuş. Durum o zata iletilince yine:
—Elhamdülillah demiş. Merak etmiş sormuşlar:
—Efendim her halükarda ‘elhamdülillah’ diyorsun hep, bu ne iştir?
O Allah dostu şöyle cevapvermiş:
—Kırk köy verildiğinde elde edilen servetin kalbime girip girmediğini kontrol ettim, baktım girmemiş ‘elhamdülillah’ dedim, köyler elimden alındıktan sonra kalbime tekrar yöneldim; hiç üzüntü halinden eser yok, yine ‘elhamdülillah’ dedim.
İşte mal da yalan mülk de yalan, var birazda sen oyalan diyen Yunusi yaklaşım bu. Ne mutlu, malın yokluğu ve varlığını da bir tutanlara.

ZENGİNİ Mİ, FAKİRİ Mİ TERCİH EDERSİN?

Bazı kimseler rızkı Allah’tan değilde zenginlerden beklemekteler ve onlara bel bağlamaktalar, hatta onlara özenmekte, onları sohbet konusu yapmaktalar. İnsanın sevgisi zengine kayarsa fakirin halinden anlamaz. Bir âlimi ziyaret eden kişi:
—Efendim bize sohbet eder misin deyince âlim peki demiş, ama önce suallerime cevap vermen gerekir deyince ziyaretçi:
—Buyurun sorun.
Âlim:
—Allah dünyayı mı, yoksa ahireti mi üstün tutmuş?
Ziyaretçi cevaben:
—Ahireti.
—Peki, senin yanında durum nasıl?
—Dünya tercihim olmuştur hep.
—Peygamberimiz daha çok fakirleri mi, yoksa zenginleri mi severdi?
—Fakirleri severdi, yani fakirleri zenginlere tercih ederdi.
—Peki, senin bu hususta durumun nasıl?
—Ben zenginleri fakirlere tercih etmekteyim.
—Evladım görüyorum ki, sende hem Allah’a, hem de peygambere muhalefet var, sana ne söylesem boşuna, nasihat tesir etmez de üstelik.
Evet; insanın dilinde ne varsa kalbinde de o vardır genelde. O halde fakirlerin halinden anlamak için kendimizi onların yerine koyup empati yaklaşımla yüreğimiz yumuşatabiliriz pekâlâ.

ELİ YANMAYAN DEMİRCİ

Gavs-ı Bilvanisi (k.s) anlatıyor:
Bir zaman bir memlekette çok büyük kıtlık olmuştu. O şehirde altı çocuk sahibi bir dul kadın, bir de çok zengin bir demirci vardı. Çocuklarına yiyecek bulamayan dul kadın demirciye varır, der ki:
—Altı tane yetim çocuğum var, yiyecek bir şeyler vermeni rica ediyorum.
Demirci:
—Peki, veririm ama bir şartla, arzularıma uymakla.
Kadın bu durumda eliboş halde ağlaya ağlaya çocuklarının yanına varır. Tabi o gece çoluk çocuk aç yatarlar. Öyle bir hale gelirler ki, çocukların artık takatleri kalmaz açlıktan, çocuklar kıvranıyorlar dermansızlıktan habire. Çaresiz mecbur kalır, yine demircinin kapısını çalar ve demircinin gösterdiği odaya girer ve başlar hüngür hüngür ağlamaya. Demirci etkilenir bu içler acısı manzara karşısında, der ki;
—Kalk bacı, ne istersen vercem.
Kadın böylece:
—Allah seni, hem bu dünyada hem de ahirette ateşten korusun, der.
Bu olaydan sonra demircinin dükkânında körükden sıçrayan ateşin yakmadığı, hatta elleriyle körükleri ittiğini görenler şaşkınlıkla:
—Sen ne yaptında ateş seni yakmıyor diye sorarlar.
Demirci bütün olanları anlatır.
O halde gelin bizlerde fakirlerin yardımına koşarak ateşten korunalım demirci misali. Zira sadaka bin bir türlü belayı def eder. İnsan istediği dünya malının ahirete faydası olamayacağı kanaatinde ise istemekten imtina etmeli, zenginliğinin ahiretine zarar vermeyeceğini tahmin ediyorsa dünya malı istemekte mahzur yok elbet. Nitekim malını Allah için harcayacağından dolayı bilakis faydası var.
Ruz-i Mahşerde Rabbül Âlemin fakirleri çağırarak;
—Gelin bakalım siz neden kullukta kusur ettiniz?
Fakirler:
—Geçim telaşından vs.derler.
Allahü Teala:
—Hızır’dan daha fakir kimse yoktu, bakın o bir an olsun taatten geri kalmadı, üstelik dünya malı olarak bir ibrik birde testisi vardı.
Rabbül Âlemin bu sefer de zenginleri çağırır:
—Neden kullukta kusur ettiniz? Diye.
Zenginler:
—Çevremiz genişti, meşgalemiz çoktu vs. derler.
Allahü Teala:
Hz. Süleyman’dan daha zengin yoktu, bakın o bana kullukta bir an olsun geri kalmadı.
Evet, o gün mazeret üretmek kurtaramayacak insanı. Ebedi kurtuluş Salih amelde gizlidir. İnsan yetim bir çocuğu himayesine alsa, başını okşasa, hatta o çocuğu büyütüp besledikten sonra, o çocuk nankörlük yapsa o insan eseflenmez mi? İşte bunun gibi Allahü Teala da bunca verdiği nimete rağmen kulları ömür boyu hala nankörlük yapıyorsa hayıflanmaz mı?

ALAY BEY VE VEYSEL KARANİ

Hazret Muhammed Diyauddin Veysel Karani’nin mezarını ziyarete koyulur. Mezarlıkta
Kulp ve Muş Beylerinde Alay Bey’in kabrinin nerede olduğunu sorar, derler ki;
—Bilmiyoruz öyle bir kişiyi.
Hazret (k.s):
—Nasıl olurda mezarını bilmez ve tanımazsınız. Alay Bey koskoca bir aşiret reisi idi, üstelik şu kadar aşireti, şu kadar kölesi, şu kadar zaman hükümdarlık etmiş biriydi o.
Hazret bu seferde;
— Peki, madem onu bilemediniz, Veysel Karani’nin mezarı nerede, bari onun yerini gösterin. Tabii bu Veysel Karani dile kolay hemen yerini tereddütsüz gösterirler. Bunun üzerine Hazret der ki:
—Siz çoban olan Veysel Karani’yi bilirsiniz de, Alay bey şu kadar zengin idi bak mezarını
bilemediniz hatta ismini de. Biri 1300 sene önce diğeri en çok 15–20 sene sene önce vefat etmişlerdi. Tabii o Allah dostu, diğeri dünya dostu. Dünya ise haindir, 10–15 sene içinde bile insanın adını nam ve nişanın unutturur. İşte bu sizlere ders olsun der.
Hazret Seyday-ı Taği’nin yanında amel ederken seyr-ü sulukunun sonuna gelmişti. Seyday-ı Taği artık ömrünün son demleriydi, iyiden iyiye hastalanmıştı, bir ara gözünü araladığında yanındaki Hazretin ağladığını görünce:
—Niye ağlıyorsun oğlumdedi. Hazret cevaben:
—Bir insanın babası zengin tüccar olurda ondan istifade edemezse, üstelik mirasına da varis olmazsa elbette ki ağlar. Şeyh Abdurahmani Taği cevaben:
—Vallahi oğlum iş sandığın gibi değil. Allah yolunda varislik dünyalık gibi değil ama seni manevi varislik de Şeyh fethullah ayıracak der. Gerçektende Şeyh Fethullah onu öyle terbiye eder ki şeyhinin oğlu olmasına rağmen kızağa bile koşarmış, sonunda Hazret büyük bir şeyh olacaktır artık, yani manevi zenginliğe erişenlerden oluyor nihayet.

DÜNYA AHVALİ

Dünyanın zevkleri sonsuz değil hepsi geçici. Bir insan zenginse zenginliği ölümle noktalanacak, patron ise patronluğu elden gidecek. O halde her zaman ahiret ticaretini düşünmeli. Dünya gerçek mümin için bir çilehane, ahiret ise ebedi saray. Yinede bu dünyayı tamamen de terk etmek adetullaha aykırıdır, bir günlük ömürde kalsa hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışmalı, tabi ahiretini ihmal etmeden. Daha doğrusu misafir olduğumuz dünyada bir lokma bir hırkaya bürünmüş gibi kendimizi görmeli ki salih amelle ebedi yurda emin adımla göçebilelim. Bir büyük sermayesi olan tüccar iş yeri kurar, gafilâne davranıp zararına iş yaparsa iflas etmez mi? İşte hergün günah işleyende tüccar misali ahirette perişan olur. Saadat’ın büyük olması manevi ticaretlerini artıma gayreti içerisinde olmalarındandır. İnsanın kalben mahzun olmasında zarar yok, bilakis fayda getirir. Çünkü Allah dostları arasında zengin olanlar bulunmuş, ama bir dakika kalpleri Allah’tan gafil kalmamış ve yüreklerini ahirete bağlamışlar, dünyaya değil.
İnsan fakir olmalı. Fakirlikten amaç, nefis ve benlikte fakirlik, dünya malından dolayı değil. Hz. Süleyman (a.s) Allah’tan dünya malı istedi, Allah’ta verdi, ilk isteği olmasından dolayı cennete kırk sene sonra girecek. Allah Rasulü; dünya kiymetlerinden altın ziynetinin daha haram kılınmadığı sıralarda hutbe irad etti, bir ara gözü parmağındaki altın yüzüğe takılınca derhal atıverdi. Sebebini soranlara; zaman zaman gözüm ona takılıp oyalamasından dolayı diye cevap vermişlerdir. İşte dünya metası bu, dünyada zaten oyalamadan ibaret maalesef...
Dünya için Allah yolunu kaybetmek günahtır. İmam Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin’in kapısına bir fakir gelse hoş geldin, şeref verdin, Allaha şükürler olsun ki bana ahireti kazandırmaya geldin diyerek karşılar ve ihtiyacını giderirdi. Allah yolunda da manevi kazançlar var ama talip olan çok az. Mesela beş bin vird çekene elli bin vird sevabı verilmesinde olduğu gibidir. Kelimenin tam anlamıyla bire on kazandırılıyor bu yol. Ahiret sermayesi işte bu.
Rasulü Kibriya Efendimiz; Dünyayı düşkün olanlara bırakın. İhtiyaçlarını karşılayacak kadarından fazla dünyalık elde edenler farkında olmadan kendi felaketlerini hazırlamışlardır buyurdular. Yine bir hadisi şerifte; Biri ölünce melekler; acaba ahireti için önceden ne bıraktı diye sorarlar buyurdu.
İnşallah ahiret sermayesi edinenlerden oluruz.
Vesselam.