ETNO-SANTRİZM VE GÜNEYDOĞU
ETNO-SANTRİZM VE GÜNEYDOĞU
ALPEREN GÜRBÜZER
Etno-santrizmin kelime anlamı etnik fanatiklik demektir. Yani etnik kimliğin galebe çalmasıdır. Tarihte bir takım kanlı ihtilafların kaynağında etno-santrizm duygusu vardır. Bu duyguda ferdin önemi yoktur, varsa yoksa etniğin şerefi söz konusudur. Bireyi yok sayan kültürün adıdır etno-santrizim.
Sanayileşmeyen toplumların sanayileşen topluma veya bilgi üretiminden yoksun toplumların, bilgi çağına adapte olamamanın bir tepkisi olarak günümüzde etno-santrizmin türemesi normal sayamayacağımız bir sosyolojik bir vaka.
Sosyal değişmelere paralel olarak değişik biçimlerde ortaya çıkan etno-santrizm, bir yandan da milliyetçilik eğilimlerini güçlendirmektedir. Etno-santrizm koyulaştıkça siyasi yelpazede kendini ispatlayacak kurumları ve kuruluşları hatta partisini bile kurabilmektedir. Etnik beraberliğini devamı için yapıştırıcı faktör olarak etnik kimlik ön planda değer kabul ediliyor kimilerince. Etnik kültürün biricik öğesi birey değil etnik gruptur. Bütün sorumluluk, hatta mükâfatta etnik gruba ait olup yetki problemi söz konusu değildir. Kelimenin tam anlamıyla etno-santrizim hukuka yabancıdır. Kuralsızlık onları fanatizme itmekte ve kalplerini de katılaştırmaktadır. Yaptığı eylemlerde sorumluluğu tek başına üstlenmek yerine grup olarak üstlenmek esastır. Gruptan biri suç işleyince onu kollektif olarak savunmak duygusu hemen harekete geçer. Peygamberimizin veda hutbesinde beyan buyurduğu; Herkes kendisinden sorumludur hadisi şerifleri etno-santrizmle bağdaşmaz.
Adeta genlerine kadar işlemiş olan etno-santrizm ruhu sanayileşemeyen toplumlarda problem olmanın yanı sıra sanayileşmiş bilgi toplumu olmayı da geciktirmektedir. Bu marjinal topluluklar sanayileşmeyi bir yozlaşma veya sapma olarak niteleyerek kendi grup vehimlerini gerçek gibi yansıtıyorlar. Oysa alt birimlerin büyük birimlere katılmasıyla büyük bir güç doğabileceğinin farkında bile değiller. Çağın gerçeklerinden uzak ve çağı okumada yetersiz beyin dağarcıklarından bakmanın ne kendilerine ne de başkalarına faydası yoktur. Müesseseleşen dünyamızda hala meselelere etno-santrizm yaklaşımıyla yaklaşmak sığ bir anlayışın ürünü oysa.
Anti-sanayi, ant-bilgi çağı tutumlar bu küçük toplulukları toplum dışına sürüklediği gibi ülkemize düşman odaklar haline getirmektedir. Etno-santrizm hastalığına yakalanan bu gruplar itaatten nasiplerini almadıkları besbelli. Öyle ki, bilgiden yoksun bu toplulukları daha büyük üst bilgili topluluğa dönüştürme çabaları çoğu kere etno-santrizmin sert tepkisine maruz kalmıştır. Kaldı ki topluma ve devlete kazandırılmaları gerçekleşse de uzun süre devlet ve idari mekanizmaya intibakları kolay olmadığı gözlemlenmiştir. Bu tür oluşumlar devlet kuruluşlarını bir örgüt, bir ağa gibi görmek isteyecekleri muhakkak. Kuralsız topluluklar sivil toplum ya da kurallı topluluklar haline getirmek kolay olmasa gerektir. Hz. Ali (k.v)’in Harici eylemlerine karşı uzun soluklu mücadelesi bu düşüncemizi doğruluyor, başka örnek bulmamıza gerek yok zaten.
Etno-santrizmin doğurduğu başsızlık etnik kimliği körüklemesi sonucu başıboşluğa duydukları özleme her tarafı yıkıp dökmekle baş göstermektedir. Sivil toplum olgusu yerine grup şuuru düşünülmekte bir türlü büyük birim olmayı akıllarının ucundan bile geçirmemektedirler. Onların aralarında en güçlü bağ, bir topluluğa mensubiyet, yani etnik grubun adamı olmaktır, yani aidiyet bilinci üst dorukta. Etno-santrizm ekolünde idare etme fikri yerine grup narsisizmi vardır. Bundan dolayı grubun dışına atılmak, grup üyesi bir ferd için intihar demektir.
Etnik grup olarak çağımızda varlıklarını sürdürmeye çalışan bu marjinal topluluklar sosyal değişimin tersi durum sergilemekten vazgeçmeyecekler gibi, vazgeçemezlerde. Çünkü etno-santrizm tutku olmuş grubun bütününde. Bilindiği gibi insanlığın ilk küçük birimi ‘klan’ olarak tarif edilir. Her bir çadırın ve obanın aileyi meydana getirdiği, çadırlar topluluğunun ise ‘hayy’ı oluşturduğu söylenir. Hayy ailenin de ötesinde bir akraba oluşumu olup, kavim (sop, klan) olarak da nitelendirilir. Soy-sop veya kavimlerin bir araya gelmesiyle de ‘kabile’ denilen birimi gerçekleştirir. Demek ki, çadır aileyi, çadırlar topluluğu hayy’i, hayy’larda kabileyi doğurmaktadır. Sürekli sosyolojik değişmeler apaçık ortada iken hala küçük alt birimden büyük birime dönüşmemekte israr ediliyorsa, bu durum kanayan yaramızı daha da kangrenleştirmesi demektir. Nasıl ki geçmişte mahallilikten milliliğe geçememenin sancıları pahalıya mal olduysa, bugün de etno-santrizm tutkusu ‘Türkiyeliyim’ sevdasına dönüşmediği sürece içinden çıkılmaz krizlere yol açacaktır. O halde bu durumda ne yapmalı sorusu akla gelecektir ki, yapılacak olan köken olarak etnik kimliliklerimizi kaşımadan üst birimlerde buluşmak yarınlarımızı kurtaracak adımlar atmaktır. Atılacak böyle bir adım Türkiye’yi büyük hedeflere götürecektir.
Demek ki; grup narsisizmi meseleleri derinleştirmekte girift hala sokmaktadır ki, asıl asabiyet budur. Yeri gelmişken burada bir meseleyi açıklamakta fayda görüyorum. Kavim kavramı ile millet kavramını, kavmiyetçilikle de milliyetçiliğin aynı şeyler olmadığıdır. Hala bazı çevrelerin dini kaynaklarda sıkça zikredilen kavimle ilgili hükümlerden hareketle milliyetçilik kavramına lehte veya aleyhte yanlış yorumlar getirmektedirler. Oysa sop, klan veya kavim kavramları akrabalar için, kabile kavramı ise taraftar manasınadır, bunu aydınlarımız bilmeleri gerekirdi. Sapla samanı karıştırmayı adet edinenler sosyolojik alt birimleri, millet ve milliyetçilik kavramları ile karıştırmaktadırlar. Etnik kimlikler bir üst birime terfi etmediği müddetçe grup narsisizm çukurundan çıkamayacakları gün gibi aşikârken, bu konuda direnmelerini anlamakta güçlük çekiyoruz. Hele hele etnik kimlikler narsisizmi metot edinirlerse toplumun tümünü tehdit edecek boyuta yol açmakta ve çatışmaları da beraberinde getirmektedir.
Etno-santrizm zihniyeti küçük alt birimlerde grup narsisizmine yol açmakta, diğer gruplara düşmanca tavır takınmaya sürüklemektedir. Asıl kurtuluşu gruba bağlı kalmakta kayıtlı görmek etno-santrizmin hastalıklı ruhunu yansıtır.
Sosyal organizasyonların hızla çoğaldığı dünyamızda anti şehir tavırlar medeniyete giden yolda engel teşkil etmektedir. Bağımsız düşünememek içinde yaşadıkları haleti ruhiyelerinin tipik misalidir. Aşiret yapıların hala günümüzde boy göstermesi tarım toplumundan sanayileşmiş bilgi toplumuna geçemeyişimizin işareti sayılır. Tüm fukaralıkların temelinde sanayileşmemek ve bilgi üretiminden uzak kalış gerçeğimiz var. Güneydoğu meselesiyle ilgilenenler bu faktörü görmemezlikten geldiği müddetçe etno-santrizm bildik yoluna devam edecektir. Sanayileşmenin sosyal tabanlı etnik fanatik eğilimleri zayıflattığı bir sosyolojik gerçek olarak bildiğimiz halde sosyal tedbirlere kayıtsız kalışımız da bir başka içinde bulunduğumuz sosyal handikap. Hem etnik kimlik meselesi, hem büyük şehirleri hor görme eğilimleri, hem de kendi dışında toplulukları kabul etmeme gibi patolojik yapılara birde PKK’yı eklediğimizde içinde bulunduğumuzun vahametin ne kadar acı, ne kadar tehlikeli bir hal aldığı anlaşılacaktır. Zaten eli silahlı militanların ortalığı kana boyaması bunu teyid ediyor, bilmem başka izaha gerek var mı?
Hâsılı, etno-santrizm kol gezdikçe etrafa dehşet saçmakta, problemlerin çözümünde işin içinden çıkılmaz hale götürmektedir. Yinede ümitsiz olmamalı. Ümidimizin tükendiği noktada bitmiş sayılırız ki, bu da bir felaket sayılır. O halde hızla kanayan meseleye el atarak, sosyal tedbirlerle aşiret türü yapılanmalara refah sunup, külfette ve nimette beraberliği bütün yurt sathında gerçekleştirebilecek projeleri hayata geçirmek zamanıdır. Bu tür projelerin devreye girmesiyle etno-santrizmin belini kırılacağı ve katılıkların yerini zarafet alacağı görülecektir elbet. Böylece her türlü şiddet eylemleri de sona erecektir. Nitekim ekonomik durumları zayıf küçük alt birimler, teknolojik gelişmelerden bihaber ve şehir nimetlerinden uzak oldukları için fanatizme kolayca kanalize olabilmektedirler. Sert coğrafi şartlar taşkın, katı yürekli militarist gurupların işini kolay kılmaktadır. Çetin hayat şartları insanı dağa çekmekte, hatta mağaralara konuşlandırmaktadır.
Daha henüz ekonomik kalkınmamızı tam gerçekleştiremediğimizden dolayı dışa kapalı görünüm veriyoruz. Bütün yaşanan ihtilafların kaynağında dışa açılamamak dediğimiz olgu yatıyor. Neden PKK denilen kanlı örgüt çetin coğrafi ve sanayiden uzak bölge olan Güneydoğu’da doğdu da şehirlerde büyümedi? Cevabı gayet basit, çünkü oralar geri kalmış, aynı zamanda geçiş sürecinin yaşandığı ve sosyal değişmenin en hızlı olduğu bölgeler olmasından dolayıdır. Zira anti şehir ortamlar militan akımların boy vermesine vesile oluyor. Özellikle içe ve dışa kapanıklık diyoruz ki bir an evvel ufuksuz dar kabımızdan çıkıp açılmayı öğrenelim, hatta etno-santrizme geçit vermeyelim diye. Etno-santrizimin kucağına düşen insanların daha hırslı, radikal ve serdengeçti olmalarının kaynağında sosyal değişim gerçeğine intibaksızları söz konusudur çünkü. Değişmemekte ısrar eden gruplara karşı en etkili yol ülkemizin her tarafına sosyal değişim sağlayacak projeler üretmekle mümkün. Gelir dağılımındaki adaletsizliklerin neden olduğu sosyal değişime tepki olarak ortaya çıkan bu gruplar ister istemez etno-santrizm olgusunu gündeme getirmektedir. Etno-santrizimin vardığı en son boyut kendi dışındaki insanları acımasızca kıymaktır.
Dikkat edildiğinde grup narsisizmine kendini kaptıran fanatiklerin canına kıydıkları hep masum insanlar olduğu görülür. Yaşlı genç, çoluk çocuk demeden insan kanı akıtmak ana metotları. Döktükleri kan üstelik bu ülke insanının kanı. Kanlı kavgayı durdurmak için çırpınan sağduyu insanlar bile katlediliyorlar, ölüm kusmaktalar adeta. Etno-santrizmin amacı sırf kan dökmek mi, elbette ki hayır, buna ilaveten ‘devrim kanla yazılır’ ruhunu sürekli diri tutmak ve bu yolla seslerini duyurabilmektir. Eylemlerinin meşrulaştıran bir kılıf bulmak için de her zamanki gibi mazeretleri hazırdır: Etnik ayırım! Oysa ayırımı yapanda, cinayetleri ardı sıra işleyenlerde onlar.
Tarihin sayfalarını çevirdikçe göçebe dinamizmi kanlı eylemlere yol açmış, insanlığı felakete götürdüğü görülecektir. Asırların kemikleştirdiği bu zihniyet çağımızda sosyal değişmeye karşı bugünde başka isimler altında ortaya çıkmaktadırlar. Çünkü her yeni gelişme etno-santrizme yabancı geliyor ve ufukları dar olduğu içindir ki sert tavır takınıyorlar, bir türlü ince düşünemiyorlar. Olup bitenlere bir anlam veremedikleri gibi, kendilerini de geliştirememektedirler. Birtakım sloganik lafların ardına sığınarak hayatlarını idame ettiriyorlar. Üstelik özgürlük, eşitlik gibi güzel kavramları da ölüm sloganına dönüştürmekte pekte mahirler. Kelimeler bir sesin ötesinde bir anlam kazanarak barut fıçısına çevrilip, kendilerinde kan dökmek hakkını görebiliyorlarda.
Bütün bu yaşadığımız trajediye son vermek için etno-santrizim oluşum yapılarını sanayileşme, eğitim ve iletişim yoluyla kırabiliriz pekâlâ. İnsanımızı militarizmin kucağına itmemek için insanı kâmillerin işaret etiği bir elde Kur’an diğer elimizde bilgisayar olan gençliğin yetiştirilmesi şart gibi.
Bilgi çağına ayak uyduramayan etnik yapılar çok defa masumane isteklerle sahneye çıkarak kanlı eylemlere girişebilmişlerdir. Dün göçebelikten kaynaklanan meseleler bir takım kanlı olaylara neden oluyorduysa, bugün de gelişememişlikten kaynaklanan sıkıntıların doğurduğu bir değişik etno-santrizm türü kanlı eylemler söz konusudur. Bugün kanayan yaramıza çare olarak sadece ekonomi, sadece askeri boyuttan meseleyi ele almakta yanlış. Çok boyutlu masaya yatırılması gereken bir konudur etno-santrizm. Toplumumuzu içten içe bir kurt gibi kemiren bir iç düşmandır militarizm. Yani militanlaşma eğilimleri grup hırsı denen bir sendromdur.
Velhasıl; Güneydoğuda yaşana bu trajedi GAP’ın devreye girmesiyle birlikte modernleşmeye ve gelişmeye karşı PKK’nın kabilevi tepkisine verilecek en iyi cevabın modernleşmemizi tam tekmil sonuna kadar devam ettirebilme kararlılığımız olacaktır.