Ehli Beyt

“Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab/33)

Efendimiz (s.a.v.), Mekke sokaklarında Abdullah’ın yetimi olarak gezerken, Rabbinin kendisine vereceği nimetlerden habersizdi. Mahzundu. Hayatın bütün yükleri omuzlarına binmiş ve halkının yaşantısından da ızdırap duyan kendi şehrinde muhacir gibiydi. Peygamberlik günleri de çileli geçiyordu. Mekkeli azgınlar, onun risaletini hazmedemiyorlardı. En ufak bir şeyde fırtınalar kopartıyorlardı. Vahiy biraz gecikse, ya da bir evladı vefat etse bayram ediyorlar, “Rabbi, Muhammed’i terketti. Soyu da kesik kalacak, oğulları ölüyor.” demeye, Efendimizin hüznüne hüzün katmaya devam ediyorlardı.

Duha suresi inzal buyurularak Efendimiz teselli edildi. Kevser suresi indirilerek bir çok hayırla birlikte neslinin ebedi devam edeceğinin teminatı verildi.

“Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı. Gerçekten senin için ahiret, dünyadan daha hayırlıdır. Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın...” (Duha Suresi)

Evet, verdi kevseri, bol hayrı, bereketi ve elbette kesilmeyen bir zürriyeti, pak bir nesli ikram etti.

“Rasulüm! Kuşkusuz biz, sana kevseri verdik. Şimdi sen rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl ebter (sonu kesik) olan sana hınç besleyendir.” (Kevser/1-3)

Efendimizin kızlı erkekli çocukları olmasına karşın, uzun süre yaşamamışlardır. Özellikle erkek çocukları, daha Peygamberimizin sağlığında evlenmeden çocuk yaşta vefat ettiler. Kızlarından da sadece Hz. Fatıma, Efendimiz’den sonraya kaldı ve kısa bir süre sonra o da vefat etti. Rahmet Peygamberinin nesli, kızı Hz. Fatıma ve Hz. Ali (r.a.) evliliklerinden olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a.)’lerden devam etmiştir.

Erkek çocuklarının uzun süre yaşamayıp, neslinin kız çocuğundan devamında hikmetler vardır.

Misal olması açısından; şayet geride erkek çocukları kalsa idi, onlar Peygamber olamayacaklarına göre, İslam toplumunun sevk ve idaresinde imamet ve riyasete (dini ve siyasi liderliğe) en ehliyetli, nesep yönünden en layık onlar görülecekti. Bu da bir zaman sonra:

- “Allah katında en üstün olanınız, en takva olanınızdır.” (Hucurat/13)

- “Allah, size emaneti ehline vermenizi emrediyor.” (Nisa/58) gibi ayetlerde ifadesini bulan Muhammedî nübüvvete aykırı olacaktı. Onların sürekli konumlarını muhafazaları da ümmet içinde fitneye açık bir sebep olurdu.

Tüm bunlara rağmen tartışmaların önüne geçilememiştir. Ehl-i Beyt etrafında yerli yersiz birçok tartışma yapılmıştır. Bu tartışmalar, siyasete ve dini imtiyazlara alet edilmeye de çalışılmıştır. Yüzyıllar boyu İslam alemi, bu konu ile meşgul edilmiştir. İslam ümmetinin birlik ve beraberliğine zarar verilmiştir. Ve hâlâ:

“Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz, onlara yaptıklarından hesaba çekilmezsiniz.” (Bakara/141) gibi ayetler önümüzde iken Ehl-i Beyt konusu gibi incir çekirdeğini doldurmayacak mesele devleştirilmiştir. İslam anlayışının merkezinde dalgalanmalar olmuş, hatta kırılmalar ve sakat anlayışlar türemiştir. Her fırsatta istismar edilmiştir. Ayrıcalıklı bir sınıf oluşturulmaya çalışılmıştır.

Bütün bunlardan sonra Ahzap suresi 33. ayette ifade edilen “Ehl-i Beyt” kimdir? Ehl-i Beyt; ev halkı, hane halkı demektir. Özel bir terim olarak, Peygamberimizin hane halkıdır. Bilindiği üzere haneden iki şey anlaşılır:

1- Fiziki ev halkı,

2- Soy ve nesil. Anlayışlar burada farklılaşmıştır.

Özetle Ehl-i Beyt Peygamber (s.a.v.)’in;

- Hanımlarıdır.

- Hanımları, çocukları, torunları ve Hz. Ali (r.a.)’dir.

- Hz. Fatma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hüseyin (r.a.)’dir.

- Hz. Peygamber ailesi, Cafer, Âkil, Abbas ve aileleridir.

- Haşimoğullarıdır, (Ali, Abbas, Cafer, Âkil, Haris b. Abdülmuttalip ve çocuklarıdır.)

- Bütün Kureyş’tir.

- Zekat alması haram olanlardır.

“Hurma hasadı zamanında Efendimiz’e zekat olarak getirilen hurmalardan etrafta oynayan Hasan ya da Hüseyin (r.a.)’den biri bir tane alır ve ağzına götürür. Rasulullah (s.a.v.), çocuğa şöyle bir bakar ve çocuk hurmayı ağzından çıkarır. Sonra Rasulullah: “Sen Muhammed’in Ehl-i Beyt’inin sadaka malı yemediklerini bilmez misin?” buyurur.

Hanefilere göre Haşimoğullarından olan Hz. Ali, Abbas, Cafer, Âkil ve Haris b. Abdülmuttalip ailelerine zekat olsun, sadaka olsun vermek caiz değildir.

Hz. Peygamber, zekatı malın kirinden arınması saymış, hısım ve akrabalarının bu maldan yemelerini önlemek istemiştir. Çünkü bu durum, onları asalak bir yaşayışa itebilir, halk nezdinde küçük düşürebilirdi.

Hz. Ali’nin hilafetinden ve Kerbela faciasından sonra Ehl-i Beyt çeşitli aşamalar geçirdi. Siyasetten ilgilerini kesip kendilerini ilme vermelerine rağmen Emevi ve Abbasilerin onlar üzerindeki baskıları sürekli arttı.

İmam-ı Cafer Es Sâdık (ö. 148) Ehl-i Beyt’in fikrî, fıkhî ve ilmî mirasını sistemleştirmiştir. Onun zamanında kendilerinin Ehl-i Beyt’ten olduğunu iddia edenler, hatta Hz. Ali (r.a.) gibi İmam Cafer’i de tanrılaştıran sapıklar çıkmıştır.

Hz. Ali yoluyla gelen Ehl-i Beyt; Hasan, Hüseyin, Muhammed ibn el Hanefiyye, Abbas ve Ömer’den yayılmıştır.

Şia’ya göre masum olan ve Ehl-i Beyt’ten gelen 12 imam şunlardır:

Hz. Ali, Hasan, Hüseyin, Ali Zeynel Abidin, Muhammed el-Bakır, Cafer-i Sadık, Musa el-Kazım, Ali er-Rıza, Muhammed el-Cevad, Ali el-Hâdi, Hasan el-Askeri, Muhammed el-Mehdi.

Hz. Hasan’ın soyundan; Muhammed en-Nefsüz-Zekiye, İbrahim, Hüseyin b. Ali, Muhammed b. Tabat, Muhammed b. Süleyman, Zeyd b. Musa el-Kazım, Ali b. Muhammed İbrahim b. Musa, el-Hasan b. Zeyd el-Hüseyin, İsmail b. Yusuf, Muhammed b. Zeyd, Ahmed b. Muhammed, Hasan b. Ali gibi zâtlar gelip Ehl-i Beyt’in liderliğini yapmışlar, Emevi ve Abbasilere karşı kıyam etmişlerdir.

SEYYİD ŞERİF

Abbasilerden itibaren Osmanlılar da dahil olmak üzere Hz. Hüseyin’in neslinden gelenlere Seyyid ve Hz. Hasan’ın neslinden gelenlere de Şerif denilmiştir. Kız çocuklarına da Seyyide ve Şerife denirdi. Bir Seyyid ya da Şerif’in eşi de Şerife ya da Seyyide ise çocuklarına Seyyidi Şerif denirdi.

Nisbelerini Hz. Hüseyin’e bağlayan tarikat şeyhleri, bazı tanınmış edip ve şairler Seyyid adını alırlar.

Bir hadisi şerifte: “Hasan ve Hüseyin, cennet ehlinin gençlerinin iki seyyididirler.” buyurulmuştur.

Seyyid ve Şerif’ler Emevi döneminin sert ve acımasız muameleleri hariç tutulursa, şekli ne olursa olsun bütün yönetimlerce layık oldukları şekilde saygı görmüşlerdir. Tarihteki bütün İslam devletlerinde bu zümrenin işleriyle ilgilenen bir müessesenin bulunması ve bunun başındaki kimsenin (Nâkibu-l Eşraf) en yüksek makamlardan sayılması bunun en açık delilidir.

- Sasaniler, Seyyid’lere tahsis ettikleri mülki arazileri vergiden muaf tutarlardı.

- Fatımîler, Nikabetut Talibiyyin adlı bir müessese kurmuşlardır. Bu müessesenin görevi, Seyyid ve Şeriflerin neseblerini incelemek, teftiş etmek, aralarında çıkan ihtilafları çözmek ve onları neseblerine yakışmayacak ahlak dışı hareketlerden sakındırmaktı.

- Osmanlılar, Nakibul Eşraflık adlı bir memuriyet ihdas etmişlerdi. Müftil-Enam ve Şeyhü-l İslam’dan sonraki en yüksek makam olarak telakki edilirdi. Seyyid ve Şerifler halk arasında Emir olarak bilinirlerdi. Onları diğer insanlardan ayıran yeşil sarıklara da “Emir Sarık” denirdi. Bu zümreden insanlar suç işledikleri zaman Nakibul Eşraf tarafından cezalandırılırdı. Nakıbul Erşaf’ın yanında Şecere-i Mutayyıbe adında Seyyid ve Şerif’lerin kayıtlı olduğu bir de defter olurdu. Devlet düzeninin bozulmaya başlaması ile birlikte bu imtiyazlardan yararlanmak isteyen bir çok kimse uydurma şecerelerle kendilerini bu deftere kaydettirmişlerdir.

Mekke, 960 yılından sonra Şerif olarak adlandırılan Hz. Hasan’ın neslinden gelen kimseler tarafından idare edilmiştir. Osmanlılar zamanında da Mekke’nin idaresi şeriflerin elinde bırakılmış ve Hicaz’ı yarı muhtar bir şekilde idare etmişlerdir.

Fatih, İstanbul’u fethettiği zaman, Mekke Şerif’ine bir name ile hediyeler göndermiştir. Ayrıca Şerif’e iki bin, ayarı tam, halis altın Mekke ve Medine’deki Seyyid, Şerif ve muhtaç kimselere sarf edilmek üzere yedi bin altın göndermiş ve onun duasını talep etmiştir.

Osmanlılar, Şerif ve Seyyid’lere o kadar musamahakâr, o kadar saygılı davranmışlar ki bunun en güzel örneklerinden birini hatırlatmak isterim: Abdülmecid devrinde (1839-1861) Mekke Şerif’lerinden Abdülmuttalib, isyan ederek müstakil bir devlet kurmak istemiş, yüzlerce müslümanın kanının dökülmesine sebep olmuştu. Yakalanınca affedilmiş ve İstanbul’daki konağında oturmasına müsaade edilmiştir. Fakat II. Abdülhamid döneminde (1879-1909) istek ve arzusu kırılmayarak tekrar Mekke emirliğine tayin edilmiştir.

Hz. Hasan’ın torunu İdris b. Abdullah, Fas’ta 789-974 yılları arasında devam eden İdrisiler devletini kurmuştur. Fas şehrini de İdrisiler kurmuştur.

Mekke Emirliği’ni Eyyübiler, Memlüklüler ve Osmanlılar döneminde de devam ettiren Katade’nin neslinden gelen Şerifler, 1924 yılında İbni Suud-Vehabilerin-Hicazı istilasına kadar emirliği sürdürdüler.

Mekke’nin son Şerifi olan Şerif Hüseyin, İngilizlerle anlaşarak isyan edince Şeriflikten alınarak yerine Şerif Ali Haydar Paşa vezirlik rutbesiyle Mekke Emirliği’ne tayin edilip gönderilmiştir. İsyan sebebiyle Ali Haydar Paşa, Mekke’ye girememiştir. Bir müddet Medine-i Münevvere’de kalmış, nihayet 1917’de İstanbul’a dönmüştür. 8 Mayıs 1919’da Ali Haydar Paşa’nın emirlik ünvanı kaldırılmış ve Mekke Emirliği dönemi sona ermiştir. Bu muhterem zât da 1935 yılında Beyrut’ta vefat etmiştir.

Lawrence’nin de desteği ile son Mekke Şerifi olan Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, Arapları Osmanlı aleyhine kışkırttı. Önce Suriye Kralı oldu. Sonra Irak Kralı oldu. I. Faysal, İngilizler’den bağımsızlığı alarak Irak’ı Birleşmiş Milletler’e üye yaptı.

I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerle iyi geçinen Haşimi soyundan Abdullah’a da Ürdün verildi. Ürdün 24 Ocak 1949’da Ürdün Haşimi Krallığı adını aldı. Abdullah’tan sonra yerine oğlu Tallal, sonra onun oğlu Hüseyin geçti ve şimdi de onun oğlu olan Kral Abdullah idarededir.

İslam, bir ailenin, kabilenin ya da topluluğun dini değildir. O, bütün alemin rahmeti olan Muhammed (s.a.v.)’in ve ona nisbet edilen Muhammedi, Muvahhid, Mü’min ve Müslümanların dinidir.

- Şahısların değil nasların dinidir.

- Bir aileden doğmak, övünç ve sorumluluk olarak ancak o kişiyi bağlar.

- Üstünlük, mü’minlerin takvalarındadır.

- Mü’minler kardeştir.

- Nuh (a.s.)’ın “Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.” (Hud/45) Oğlunun tufandan kurtarılması için Cenab-ı Hakk’ın ailesini boğulmaktan kurtaracağına dair vaadine işaret eder.

Yüce Mevla onun biyolojik bağını Ehl-i Beyt olmaya yeterli görmez ve Nuh (a.s.)’ı şiddetle uyarır:

“Ey Nuh! O, asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı iş kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hud/46)

Kur’an’da bu konuyla ilgili başka örnekler de var. Ancak temel olan kimden doğduğun değil, inanç ve ahlak olarak kim gibi olduğundur.

Peygamberin soyundan gelen asi, günahkârlar Peygamber için bir zûl değildir. Asi günahkârlar için de özellikli bir kurtuluş kapısı değildir. “Kişiye ancak kendi çalışmasının karşılığı vardır.”

Ebu Cehil’in mü’min çocukları, babalarının Ehl-i Beyt’leri değillerdir.

Şayet varsa inkarcılar da Efendimizin neslinden değildirler.

“Kafirler, mü’minlere mirasçı olamazlar.”

Bize düşen; mü’min, salih Ehl-i Beyt’e saygı göstermek, hürmette kusur etmemektir.

Efendimize salavat getirirken O’nun âl ve ashabına da salavat getirmektir. Unutulmamalıdır ki, Sahabe’yi sevmek imanın alametidir.

Cenab-ı Mevlamız, bizleri Efendimize layık ümmet etsin. Neslimizi de bütün bela ve musibetlerden koruyarak hayırlı halefler yapsın.

Kaynaklar

1- Duha Suresi, Kevser Suresi, Ahzab Suresi 33-Hud: 45-46. ayet ve surelerin tefsiri için bak.

- Tefsirû-l Beydavi, Darû-l Kûtüb el-ilmiyye 1988 Beyrut.

- Kurtubi Tefsiri, c. 14, s. 119 Darû-l Kûtub el-ilmiye 1988.

- Tefhimûl Kur’an, Mevdudi, İnsan Yayınları, 1991 İstanbul.

- Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Feza Gazetecilik, İstanbul.

- Ruhul Meani el-Alusi İhyayı Tûrasi-l Arabi, Beyrut-Lübnan, 1985.

2- Âl-i Beyt, Ehl-i Beyt, Seyyid, Şerif, Şecere, Nakıbu-l Esraf maddeleri için bak.

- Rağıp el Isfehani, Müfredat-ı Feyruz Abadı Gamus Elmahit.

- İslam Ansikpodisi, Şamil Yayınevi, 1904, İstanbul.

- Meydan Larousse, Büyük Lügat ve Ansiklopedi ilgili mad.

- Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, İstanbul.

3- Zekat ve Ehl-i Beyt için ayrıca bak.

- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, c. 11, s. 176-177, c. 5, s. 292-298.

4- Hadislerle Hz. Ali, İmam-ı Nesâî, İz Yayıncılık, İstanbul

Kategoriler: