DÜNYA FENA, AHİRET BEKA EVİDİR

DÜNYA FENA, AHİRET BEKA EVİDİR

ALPEREN GÜRBÜZER

Hz. Mevlana, irşad edicilerin önemini şu gözlerle teyid ediyor: ''Mürşidim Hakk'ın kapısıdır. Çünkü Hakk'a onunla vasıl oldum.''

Fethedilecek tek ülke iç dünyamız. Vehimlerden sıyrılıp, 'kesretten vahdete' ulaşılmalı. Vahdete giden yolda kılavuzlara müracaat etmek ilk adımı atmak demektir. İrşad sarayına girmek önce irşad edicilere ihlas ve samimiyetle bağlılık gerektiriyor. Öyle bir bağlılık ki ''Senin dergahına eğri odun yaraşmaz'' diyen Yunus'un heyecanını ve aşkını andırması lazım. Gerçi günümüzde, Yunus'u anlayacak o duygulara sahip insanlar yok gibi. Öyle ki, 1 milyon kişi gelse falanca adam velidir dese, şüpheyle karşılanır. Fakat birkaç kişi gelse dese ki, falanca adam hırsız, üç kağıtçı, zalimdir, hemen inanıverilir. Bugün toplumun büyük kısmı bu hal üzerinedir. Değerler altüst olmuş, insanlar şaşkın durumda. Eskiden ALLAH sohbeti yapanlar baştacıydı. Kıraathane dedikleri, okuma haneleriydi. Bugünkü kıraathaneler gibi lak lak, kumar yeri değildi. Zaten kıraathane kelimesi, ''okuma yeri'' anlamından dolayı verilmiş, günümüze kadar gelmiş. Şimdilerde kumarhane olmuştur. Her neyse, böyle yerlerde eskiden insanlar ALLAH ve Peygamber sohbeti yapar, halka oluştururlarmış. Şimdi zamanımıza bakıyoruz. ALLAH (CC) ve Peygamber sohbeti yapanlar geri plana itilmektedir. Dünyalık konuşanlar rağbette. Dedik ya, değerler altüst olmuş. Bu hengamede, evliyaların paçalarından keramet aksa, bu zamanın insanı inanmakta tereddüt eder, böyle şeyde mi olur? diye itiraz eder. Onun için Cüneyd-i Bağdadi (KS); ''Kim bu taifeden (tarikat-ı aliyye) birine rastlarsa, söyleyin bize de dua etsin'' buyurmuştur. Demek, bu zamanda tarikata inanmak keramet olmuş. Gerçekten de öyle. Bu devirde Evliyaullahı kabul etmek bile bir derece kemal nurunun işareti sayılmalı. Eskiden insanlar, mürşid aramak için, binbir türlü çileler ve cefalar içinde yola koyulup huzuruna ulaşabiliyorlarmış. Sonra da aradıklarını bulduktan sonra iş bitmiyor, hemen akabinde imtihana tabi tutuluyor, öylece kabul olunup olunmamasına karar veriliyor. Bu aşamalardan geçtikten sonra irşad kapısını açabiliyorsun. S. Abdülhakim el Hüseyni (KS); ''Biz her geleni kabul ediyoruz. Aslında her gelen alınmaz. Bizde aynısını yapsak bu yolda bir kişi kalmaz. Olsun gelsin. Nasıl gelirse gelsin, yeter ki bu daireye girsin. Belki kurtulur. Zaman imanı kurtarma zamanı olmuş.'' diyor. Bediüzzaman Hazretleri de; ''Zaman tarikat zamanı değil, iman kurtarma zamanıdır'' derken bazıları tarikatı inkar anlamında kullansa da öyle değildir. Saidi Nursi, içinde bulunduğumuz şartlardan dolayı, Gavs (KS) gibi ''iman kurtarmanın'' gerekliliğini vurgulamıştır. Nitekim, günümüzde Mürşid-i Kamillerin faaliyeti de iman kurtarmaya yöneliktir.

Arif Sehreverdi ve Beyazidi Bestami gibi zevatlar; ''Kim şeriatı tutup tarikatı bırakırsa fasık, kim tarikatı tutup şeriatı bırakırsa zındıktır'' buyurmuşlardır. Nitekim, ikisi de iç ve dış gibidir. Kim ki, ikisini birlikte birleştirirse

''Hakikat''e ulaşır. Bu asır tasavvuf devri değildir deniliyor. Hangi devir tasavvuf devriymiş? Öyle şey mi olur. Bu yolu devam ettiren zatlar, kıyamete kadar ''seyr-i süluk'' yolunun devam edeceğini belirtiyorlar ve tasavvufun herhangi bir devreye mahsus olmayıp, her devire hitap ettiğini söylüyorlar. ALLAH (CC) bir kulunu kendine düşman etmek isterse, velisine düşman eder. Kıyamete kadar Gavslar tükenmez ve her asırda Evliyaullah vardır ve var olacaktır. Şu kadar okudum, kitap yazdım, bunca ilmim var gibi sözler gurur alametidir. ALLAH (CC), Süleyman (AS)'a ilim verdi ama arkadan hikmet de verdi. Hikmetsiz ilim kuru ağaç gibidir. Hikmeti olmayan ilim sahibi, şeytanın oyuncağı (maskarası) olmaya mahkumdur. Hikmetle şereflenen akıl sahiplerinin dimağları da nurlanır ve ziyade olur. Onun için, sen sen ol ''zaman tasavvuf zamanı değildir'' deyip de, ikide bir temcit pilavı misali pişirip pişirip insanlara telkin etme. Parası olmayan bir kimse babasına koşar, çocuksa annesine koşar. Manevi yönden daralan insanlar da, ALLAH dostlarına koşar. Onlara koşmadığımız müddetçe irşad olmak zordur. Bakın Habeb-i Acemi, faizciydi, çocuklar onu gördüklerinde:

''- Kaçın, kaçın ribahor (faiz yiyen) geliyor'' diye etrafa kaçarlarmış.

Ne zaman ki, faiz yiyen Habebi Acemi, Hasan-ı Basri'ye koştu, o zaman kurtuldu ve murada erenlerden oldu. İmam-ı Gazali; ''Dünyanın halini enbiyanın ve evliyanın sırrı ile anladım'' diyor. Ki, İmam-ı Gazali de tasavvuf'a girmeden önce, tarikatı inkar ediyor ve kabul etmiyordu. Bir vesiyle ile tasavvuf zevkini tadıyor ve Ali Farmedi Tursi (k.s.)'nin dizinin önünde diz çöküp, feyiz almaya başlayınca gerçek yolun tasavvufda olduğunu anlıyor. İrşad edenler sır sahibidir, ruh ilminin üstadlarıdır. Veliyi anlamayan Nebiyi nasıl anlar. Anlasa da öyle anlar, kalbinde hissedemez ve satıhta tasavvur eder. Önce irşad edicileri idrak etmek gerekiyor. Minareye merdivenlerden çıkılır, direk şerefeye atlanılmaz İnsanın da ALLAH'a ulaşması için ALLAH (C.C.) ile kul arasındaki hicapları (perdeleri), tek tek aşmak gerekiyor. Rabbül alemine ulaşmak sanıldığı gibi kolay değil. Herşeyde ilim gerektiriyorsa, manevi yolda mesafe katetmek için de, erbabından eğitim görmek lazım. Kalbi tasfiye etmek farzdır. İmam-ı Gazali bu konuda şöyle der: ''Herkesin nefis ilmini bilmesi, nefsini tezkiye etmesi farz-ı ayındır.'' Sahabe-i Kiram'ın ilmi de nefis ilmiydi. Evliyaların ilmi de nefis ilmiydi. Zamanımızda alimler farzı kifaye ile meşguller. Talebe okutmak, vaaz vermek, konferans düzenlemek ve panellerle faaliyet göstermek güzel şeyler, küçümsemiyoruz. Ama ahiret ilmini de ihmal etmemek gerekiyor. ALLAH (C.C.); ''Ben insanları bana ibadet etsinler diye yarattım'' buyuruyor. Haşa ALLAH'ın (C.C.) ibadete ihtiyacı yok, bizim ihtiyacımız var. Kulluk ve taatla, kalb ilmi tahsil edilir. İlimden maksad ALLAH'a (C.C.) ulaşmaktır. ALLAH'a (C.C.) ulaştıran ilim, hakiki ilimdir. Bu maksatdan yoksun ilim, kuru meşe ağacı gibidir. Meyvesi olan ağaç, marifettullah ilmine benzer. İlim meyve vermeli. Meyve vermenin alameti de irşad halkasından anlaşılır. Bugünün ilimadamları, aydındırlar. Fakat münevver değildir. Çünkü, münevver hem kendisi nurlanmış hem de başkalarına ışık tutan kimsedir. Kelimenin tam anlamıyla münevver aynı zamanda irşad edicidir.

İmam-ı Şerani (R.A); ''İnsanların çoğu ilim ezberliyor, ama amel etmiyor'' diyor.İlim amelle süslenince semere verir. Resullûllah (S.A.V.) buyuruyor ki: ''Kişi kendi ilmiyle amel etmedikçe alim olamaz.'' Yaşanılan ilim, tacdır ve irşaddır. Hem ilm-i zahiri, hem de ilm-i batıni tahsil etmeli. Zekri (R.A.); ''Ehli tasavvuf ile birleşmeyen alim katıksız ekmek gibidir.'' demekle iç ve dışın birleşmesine işaret ediyor. Bütüne kavuşmak irşaddır.

İnsan ya irşad eden olmalı, ya da irşad edicinin elinde terbiye olmalı. Üçüncü durumda olmak makbul değil. Madem irşad edici değiliz, o halde irşad edicisine teslim ve ram olmalı. ALLAH yolunda irşad olmak elzemdir. ALLAH'a ulaşmak için çaba sarfetmeyen insan, dünya sarayının bahçesinde otlayan develerden farksız olur.

Akıl ve ilim islah olmadan amel çıkmıyor. ''Tasavvuf zamanı değildir'' demekle aklımıza güvenip, kendimizi nefsin ve aklın ifrat ve tefritinde kalarak haklı gösteriyoruz. Oysa ki; evliyalık bile ''Şeyhinel kamilil mükemmil'' yani ''nefsini islah etmiş zatında mükemmil'' sıfatını kazanmakla oluyor, sırf akılla değil. İslam'da akıldan ibarettir. Ama selim olan akıl, falancanın veya bir filozofun aklı değil, kalbi selimle nurlanmış akıl esastır.

Aklın kavrayamadığı hakikatlere tasavvuf ve vahiy ile erişilebilir. Fethedilecek tek ülke, iç dünyamızdır. Nizam-ı Alem iç ve dışa nizam vermektir.

Sahabenin ilah-i idrak kapısı açıktı. Ashab, ALLAH Resulu'nun dizinin dibinde, O'na çok yakındı. Vahyin nuraniyetini, mübarek lisanından işitiyorlar ve kalblerine nakşediyorlardı. Böylece vahyin sırlarına vakıf olmaya çalışarak, irşad oluyorlardı. Hatta Sahabe-i Kiram'dan Kur'an ayetlerini işitir işitmez haftalarca, aylarca, kendilerine gelemiyorlar, düşüp bayılanlar, hasta olanlar ve cezbeye gelenler oluyordu. Günümüzde sahabenin dinlediği aynı Kur'an-ı bizler dinliyor, okuyor, ruh iklimimizde uyanma olmuyor. Maalesef ilahi idrak kapımızın kapalı olması, ayetlerin nuraniyetinden uzak kılıyor. İlahi idrak kapısının açılması için ihlas, samimiyet, aşk, teslimiyet velhasıl irşad olmak gerekiyor. Sahabe-i Kiram Resulullah'ı ALLAH'ın Habibi ve Peygamberi olarak gördü. O'nu Ebu Cehil gibi Abdullah'ın yetimi olarak görmedi. Canlarından, mallarından evlatlarından v.s. çok Resulu Kibriyayı aziz bildiler. O'nun aşkıyla, ayeti celilelerin nuraniyetlerine vakıf olup, irşad oldular. Enbiya silsilesi, Hatemul Enbiya olan Peygamberimiz (S.A.V)'le son buldu. İrşad halkası, Hatemul Enbiyanın darul bekaya iltihakıyla, Sahabe-i Kiram'a, Tabiine ve Evliyaya devrolundu. Peygamber silsilesi Resulullah (S.A.V.) son buldu, Ama evliya silsilesi kıyamete dek devam edecektir. Yani evliya kapısı açık. Şimdiye kadar Abdülkadir Geylani (KS), Şah-ı Nakşibendi (KS), Mevlana Halidi Zülcenaheyn (KS), Ahmed-ül Rufai (KS) Türkistan-i Piri Ahmed Yesevi (KS) ve Hz. Mevlana gibi büyük evliyalara beşeriyetin gönlünde taht kurdukları gibi, takib ettikleri yolun metotlarını günümüze kadar taşımışlardır.

Ashab, Peygamberi görüp, O'nun aşkıyla intibaha geliyordu. Pekala bugünün insanı da Mürşid-i Kamilleri görerek, onlara sevgi duyarak ilahi idrak kapısını açabilir. Çünkü, evliyalar ilmiyle amil ''kamil insanlar''dır. Evliyaların zahirleri öldürücü zehir gibidir. Batınları ise nur ve felah kaynağıdır. Zahirlerine dokunan (aleyhlerinde bulunan, münkirlik yapan) helak oldu. Hadisi Kutsi de; ''Benim dostlarıma savaş açana savaş açarım'' buyuruyor. ALLAH'ın dostları, kınından çıkmayan kılıç gibidirler. Onlar nice işkencelere ve zulümlere maruz kalsalar da kınından kılıçlarını çıkarmazlar, sadece insanların bir kısmı (münkirler) kılıca çarparak mahvolurlar.

Evliyaullah, bir devreye mahsus olmayıp, her devirde vardır. Yeter ki arayalım, Onlar'a ulaşmaya gayret gösterelim. Bakın Yunus'u Yunus yapan Tabduk Emre'dir.

Hakeza, Mevlana da Şemsi Tebrizi'nin, irşadıyla Mevlana oldu. Üstad-talebe veya mürşid-mürid insiyeti ilahi idrak kapısının açılmasına vesile olmuştur. Kur'an'ı muciz'ül beyan-ı okuyup da intibaha gelemeyişimizin sebeplerinden biri de, bir gönle girmemenin mahrumiyeti, aşk ve sevgiden yoksun olmamızdır. Ayetleri sadece bir ses olarak alıyor, bir türlü kalbimize nakşedemiyoruz. İlahi feyze adeta kör ve kaopalı kalmışız. Bu kör düğümü açacak iksiri aramıyoruz.

Davudi Tahi Hazretleri'ne, bir gün gayb aleminden bir ses:

''- Dünya fena, ahiret beka evidir.''

Bu sesi duydu, can evine işledi. 20 yıl İmam-ı Azam'a talebelik etmiş, bunca sene ilim tahsil etmiş, rengi sararmamış, ruhunda fırtınalar kopmamış, bu sözü işitince renkten renge giriyor ve intibaha geliyor. Demek İmam-ı Azam'ın talebesi de olsan, ilahi idrak kapısını açmadıkça intibaha gelinemiyor. İmam-ı Azam dahi bir mürşide koşmuş ve şu tarihi sözü itiraf etmiştir: ''Son iki yılında Cafer-i Sadık'ın elinden tutmasaydım numan helak olurdu.''

Kur'an'ı Mucizül beyan, bir nur, bir ışık ve başlı başına bir sırdır. İlahi idrakımız kapalı olduğu için, nuraniyet peydah olmuyor. Haşa ayetlerin nuraniyeti mi ortadan kalktı da intibaha gelemiyoruz? Hayır, ayetler her zaman başımızın ucunda bir nur olarak ışıldamakta fakat ilahi idrakimizin kapalı olaması dolayısıyla ayetlerin nuraniyetinden uzak kalıyoruz. Kur'an'ı çok güzel okusak dahi nuraniyetlerinden uzak isek, okuduğumuz ayetler sadece ses olarak yankılanacaktır. Nuraniyet peydah olmadıkça boşuna. Alıcılar zayıf olduğundan vericilerden gelen sinyallere kapalıyız. Nispet almak için, intibaha gelmemiz şart. İrşad olmadan ilahi idrak kapısı açılamaz. İlahi idrak'ın açılması irşad olmaya bağlıdır.

İç ve dışın bir bütün olması lazım ki, ayet-i celileler, başımızda bir nur olarak, kalbimizde melekiyet kazanabilsin. İnsan ALLAH'ı çokca zikrederek, melekiyet kesbedebilir. Çünkü; ''Kalbler ancak zikriyle huzura erer.'' ilahi hitabı irşada giden yolda önemli prensibdir.

Demek, uyanmayışımızın (intibaha gelemeyişimizin) sebebi, ilahi idrak kapımızın kapalı olmasıdır. İnsanlık ilahi idarak kapısının kapısını açamamanın sancısını yaşıyor. Kur'an'ı hakkıyla idrak edenlere, ayetler çok yakın, hem de ilahi idrak kapıları açık. İlmi zahiri öğrendiğinizde, ilmi batına geçmeli. Dış ilimleri bitirsende içi ilimden nasibin yoksa, ilahi idrak kapısı açık sayılmaz. Hz. Ömer'in hutbede, Nihavendi görmesi, bu ilahi idrak kapısının açılması sayesindedir. Akşemseddin Hazretleri'nin, Eyyub Sultan'ın mezarını ilah-i idrak gözüyle keşfetmiştir. Bu ve buna benzer örnekler İslam aleminde ve tarihinde çokdur. Hangi misali verirsek verelim, misaller ''ilahi idrak'' ve irşad diyor.

İrşad kapısı kıyamete kadar açık. Madem enbiya kapısı kapandı, o halde O'nların varisleri olan ilmiyle amil irşad edicilerin eşiğini niçin aşındırmıyoruz? Enbiya yoksa, mürşid-i kamil var. Günümüzde ilahi idrakimizin kapalı olması bu noktada düğümlüdür. Ashab-ı Kiram ALLAH Resulu'nü görerek, O'nun aşkıyla intibaha geliyordu. Pekala, bugünün insanı da evliyaları görerek, Onlara sevgi dyarak irşad olabilir. İmam-ı Rabbani (KS)'ın; ''Ne mutlu murad bir mürşid bulabilene'' sözleri bu noktaya

işarettir. Yine İmam-ı Gazali Hazretleri'nin ''Dünya halini enbiyanın ve evliyanın sırrı ile anladım (ihya-u ulumiddin 3. cilt sah. 500)'' beyanları irşad'ın irşad edicilerin sırrı ile gerçekleşeceğini ortaya koyar. Demiyor şunun ilmiyle veya falancanın ilmiyle, enbiya ve evliya diyor.

Velhasıl, irşad olmak için Gönül Sultanlarının gönlüne girmek lazım.