DÜNYA EVİNDEN MAHŞERE
DÜNYA EVİNDEN MAHŞERE
ALPEREN GÜRBÜZER
Kıyamet aynı zamanda beklenen saat demektir. Tıpkı dünya daki insanoğlu gibi misafir durumda, yani dünyanın miadı Adem (a.s)’dan kıyamete dek yedinci bin senedir. Allah Rasulü altıncı binin sonlarında âleme şeref vermek üzere geldiğine göre beklenen saat binbeşyüzü geçmeyecek. Allahü Teala, Bu kıyamet ne zaman kopacak diye soranlara; De ki; Herhalde çok yakında! (Ahzab 35, Şura 17–18) diye beyan buyurmuştur. Hz. Enes anlatıyor: birisi Hz. Peygamber’e geldi dedi ki:
—Ey Allah’ın Rasulü! Kıyamet ne zaman kopacaktır?
Efendimiz (s.a.v):
—Hay yazık sana sen kıyamet için ne hazırladın? Diye sordu.
Adam:
—Öyle fazla bir ibadet ve taatım yoktur, fakat ben Allah ve Rasulünü seviyorum diye cevap verdi. O zaman Efendimiz (s.a.v):
—O halde siz sevdiklerinizle beraber olacaksın buyurdu.
Oradakiler:
—Evet, buyurdu (Buhari).
Yüce Rabbimiz; O gün mal ve evlatlar sahibine fayda vermez. Fayda verecek tekşey kalbi selimdir (Şuara 88–89) buyurdu.
İLK ALAMETLER
Kıyametin ilk alametlerini ehlisünnet âlimleri; peygamberimizin bu dünyadan ayrılması, cehaletin yayılması, fakir insanların para kazanma ve yüksek binalar yapmada yarışması, fitnelerin yayılması, zina türü fuhuş şeylerin aleni olması, doğan çocuğun nesebinin bilinmemesi, kadınların çoğalması, Müslümanların birbirlerine düşman kesilmesi, zalim insanların iş başına gelmesi, emanetin ehline verilmemesi, zelzele-deprem gibi sarsıntıların çoğalması, ahlaki değerlerin zayıflaması, dünya malına tapılması, yalancı peygamberlerin türemesi, camilerin garip kalması, Kur’anın duvarlara asılı kalması, insanın sabah evinden Müslüman çıkıp, akşama kâfir olarak dönmesi ya da tam tersi olması, insanın yaptıkları ve söyledikleri yüzünden imanını kaybetmesi veya bundan da haberdar olmaması vs. diye sıralarlar...
BÜYÜK ALAMETLER
Kıyametin son alametleri, ashaptan Huzeyfe b. Üseyd el Gıfari (r.anh) anlatıyor:
Biz oturmuş konuşuyorduk, Allah Rasulü yanımıza geldiğinde kıyamet hakkında konuştuğumuzu söyledik. Buyurdular ki;
Şu on şey ortaya çıkmadan kıyamet kopmaz:
—Büyük bir duman insanları saracak,
—Deccal çıkacak,
—Dabbetül Arz denen hayvan çıkıp insanların yüzüne Mü’min veya kâfir olduğunu söyleyecek,
—Güneşin batıdan doğması,
—İsa’nın gökten inmesi,
—Yecüc Mecüc taifesinin çıkıp etrafa yayılması,
—Batıda bir bölgenin yerin dibine batması,
—Doğu da bir bölgenin yerin dibine batması, Aden bölgesinden bir ateşin çıkıp, insanları mahşere sürmesi (Müslim, Fiten 128, Ebu davud, Melahım,3, Tirmizi, Fiten 21).
Ayrıca Arap yarımadasından bir bölgenin yerin dibine batması, hakeza Hz. Mehdi çıkacaktır, yedi sene adaletle hükmedip Hz. İsa ile buluşacak, Deccalı öldürmede Hz. İsa’ya yardımcı olacaktır. Fakat Hz. İsa ve Mehdi vefat ettikten sonra yeryüzü tekrar küfre gark olacak, zulüm tekrar istila edecek, böylece Allahü Tela’nın Yemen tarafından göndereceği yumuşak ve hoş bir rüzgârla hayatta olan bütün Mü’minlerin ruhlarını kabz edecek, dolayısıyla kıyamet kâfirlerin ve şerli insanların üzerine kopacaktır (Müslim).
Seyda Hz.leri (k.s); ‘Kıyametin küçük alametleri zahir olmuştur, hatta kıyametin büyük alametleri vardır ve haktır. Dumanın, Mehdi’nin ve Deccal’in çıkması, İsa (a.s)’ın inmesi, Yecüc ve Mecüc’ün, Dabbetül Arz’ın çıkması, Kur’anın silinmesi ve Kâbe’nin yıkılması gibi kıyametin büyük alametlerindendir. Artık ahir zamandayız, kıyamet arasındayız, çünkü sadece büyük alametler kalmıştır’ diye buyurmaktadır.
MEHDİ VE DECCAL
Büyük alametlerin ilki Mehdi’nin gelmesi ile başlayacak. Mehdi’nin ismi Muhammed, babasının adı Abdullah’tır. Kendisi ehli beyit’ten olup küçük burunlu, dişleri parlak ve seyrek, sakalı sık, uylukları uzun, teni arap renginde, kaşı kavislidir. O aynı zamanda misafirperverliğin yanısıra, karşı gelene de haddini bildirip öldürecek, mezhepleri iptal edip dinden başka da mezhep kalmayacak. O yeryüzü zulüm kapladığı zaman insanlığa kurtuluş olarak gelecek elbet. O Kudüs’ü Şerif’e hicret ederek bidatleri ortadan kaldırıp sünneti ihya edecek, derken Zulkarneyn ve Süleyman (a.s) gibi dünyaya hâkim olacak bir velidir.
Şu muhakkak ki ahir zamanda mağrip memleketinin en uzak mevkiinden Mehdi denen bir zat çıkacak, o günde insanlar her taraftan ve her yerden gelerek Mekke’de Rüknü Yemame ile Makam-ı İbrahim arasında ona tekrar biat edecekler, hâlbuki Mehdi insanları kendisine mağripte yaptıkları biattan sonra ikinci bir biatlaşmayı hoş görmeyecektir (hadis).
Mehdi benim neslimdendir. Alnı geniş ve açıktır. Doğan ve çekme burunludur (hadis).
İmam Mehdi çıkıştan itibaren yeryüzünde yedi yıl hükümdar olarak kaldıktan sonra vefat edecektir. Müslümanlardan namazını kılıp defnedecektir (hadis).
.. kıyamet günü olunca ben ve İsa, Ebubekir ile Ömer’in arasında olarak bir mezarlıktan kalkacağız.(hadis).
Eğer İsa hayatta olsa, onun için bana uymaktan başkası caiz değildir.(hadis)
İşte bu ve buna benzer pek çok konuda hadisler kıyamet alametlerinin olabileceğine dair ışık veriyor.
Allahü Teala; İsa’nın inişi kıyamet alametlerindendir (Zuhruf/61) buyuruyor. İsa (a.s) yeryüzüne indiğinde Mehdi’ye yardım edecek. Haç’ı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, mal-servet çok olacak, hatta İslam’dan başka milletler yok olacak, Deccal’i helak edecek, yeryüzü güven içerisinde olacak. Nitekim bu konuda hadis-i şerifler:
Âdem den sonra yeryüzünde Deccalın giremediği hiçbir yer kalmaz. Ancak Mekke, Medine, Beytül Makdis ile Tur dağı müstesnadır. Çünkü Melekler Deccal’ı tard edip bu yerlere sokmazlar.
Onu İsa (a.s) öldürecektir. Allah Deccali (Şam ile Taber’ye arasında mevki olan), Efik (Şam beldelerinden havran ile pur arasında bir köy) yokuşu yanında öldürüp helak eder.
Âdem (a.s)’ın yaratılmasıyla kıyametin kopması arasında Deccalden daha büyük fitneli hiçbir mahlûk yoktur. Hiçbir Peygamber yoktur ki, ümmetini ondan korkutmuş olmasın.
O, Hulle’den Şam ile Irak arasında bir yoldan çıkacaktır. Sağında ve solunda orduları bulunacak, yeryüzünü ifsada çalışacaktır. Önünde yetmişbin İsfahan Yahudisi bulunacak.
O (Deccal) kırk gün kalacaktır. Ancak bir günü bir sene gibi olacak. Bir günü bir ay, bir günü bir hafta gibi olacak. Diğer günleride sizin günleriniz gibi olacak. Bu hadisi zikredince Sahabe sordu:
—Ya Rasulullah! Bir sene kadar olacak o günde bize bir günün namazı yetecek mi?
Buyurdular ki:
—Hayır, o gün için miktar ayırın dedi.
... Deccal çıktığı zaman, üç defa öyle bağırışla nara atar ki, onun sesini maşrik ile mağrip halkının hepsi işitir.
O Peygamber olduğunu iddia edecek, O ise benden sonra Peygamber gelmeyecektir. O Rab olduğunu söyleyecek, hâlbuki siz ölmedikçe Rabbinizi göremiyeceksiniz. O şaşıdır, Rabbınız şaşı değildir, onun iki gözü arasında kâfir yazılıdır. Okumasını bilende bilmeyende bunu rahatlıkla okuyacak.
Onun cenneti cehennem, cehennemi ise cennettir. Her kim onun cehennemiyle karşı karşıya kalırsa Kehf suresinin başlarını okusun. O cehennem ona soğuk ve selamet bir hale inkılâp eder. Tıpkı İbrahim (a.s) hakkında olduğu gibi. Onun daha birçok şöyle şöyle fitneleri olacak.
Hadis-i şeriflerdende anlaşıldığı üzere İsa (a.s)’ın inmesiyle adalet sağlanacak, öyle ki kurtla koyun birarada dolaşacak, fakat bu emniyet kırk senelik ömrünün akabinde son bulcak.
YECÜC MECÜC
Yecüc- Mecüc Hz. Nuh’un Yafes neslinden, birer ikişer karış boyunda olan fitne kabileleri olup her tepeden yeryüzünü işgal ettikleri kanatine vardıklarında gök ehlini öldürdüklerini sanacaklardır. Onlar dediler ki; Zülkarneyn hakikat Yecüc ile Mecüc bu yerde fesat çıkaran kabilelerdir. Bizim ile onların arasında bir set yapma bir vergi verelim mi? (Kehf/49), Nihayet Yecüc ve Mecüc’ün seddi açıldığı zaman, onlar her tepeden hücum ederler ve hak olan vaad, kıyamet yakın olur (Enbiya/96–97).
Onlar öyle sansın Allah çekirge sürü misali üzerlerine mikroplar yağdırıp sağanak sağanak yok edecek.
Dabbatül Arz ise hadis-i şeriflerde Mekke’nin Ecyat adı verilen topraklardan çıkacak olan kuyruksuz, tüylü ve ayakları olan garip bir hayvan olarak nitelenir. O sözün manası (gazabı) kendileri aleyhinde vukua geldiği zaman yerden bunlar için bir Dabbe çıkarılır. Ki bu, hayvan onlara, insanların ayetlerinde kati surette inanmaz olduklarını, onlarla konuşur (Neml/82).
Âlimlerimiz hadisi şeriflerin ışığında ahir zamanda Kuran’ın kalp ve mushaflardan silineceği aynı zamanda Kâbe’nin yıkılacağını belirtiyorlar ve haktır.
Yine güneşte kıyamet alemetlerinden olup batıdan doğacaktır. Çünkü Rabbül Âlemin “Güneşle ay bir araya getirildiği zaman” (Kıyamet/19) beyan buyuruyor. Kıyametin kopmasına yakın güneş battığı yerden doğunca gökyüzünün ortasına kadar yükselip sonra geri dönecek ve tekrar doğu tarafından doğacaktır (hadis). Bu hadisten hareketle geri dönmekten öğlenin vaktinin girdiği anlaşılır. Güneşin batıdan doğmasıyla, gece üç gece uzunluğunda olacak fakat insanlar farketmeyecek, ancak geçtikten sonra farkedecekler, bu durumda beş vakit namazın kazası lazım gelecektir. Zira burada fazlalık iki gecedir. Yani bu iki gece bir günle bir gece yerine sayılacaktır, dolayısıyla bu geçen süre için beş vakit namaz vardır.
BERZAH ÂLEMİ
Bu Ümmet-i Muhammed’e ekseriya yetmiş yaşında ölüm-hak vaki oluyor, yüz yaşını aşan çok az. Allahü Teala önce emaneti göklere, yerlere ve dağlara verdi ama üstlenmediler. İnsan ise üstleniverdi, böylece Allah insanı kendine halife seçti. Bu yüzden insanoğlu hem dünya, hem kabir hemde ahirette sürekli muhatap kılınmış. Dünyada iken nasıl beşeri münasebetlerde bulunuyor idiysek buna benzer bir durumla mü’minlerin ruhları kabirde birbirlerini ziyaret edeceklerdir. Her âlemin hayat süreci olduğu muhakkak...
Kabir hayatına berzah alemide denir. Cesed toz veya kül olsada, ya da tamamen ortadan kaybolsa bile her şekilde kabir suali vardır. Allah dağılan parçaları, hatta zerreleri toplayacağını buyurmakta çünkü... Kabir azabı çeken mevta, toprağa karışan bedeni ruh ile bitişik sayıldığından hem beden hem de ruh elem duyarlar. Dediler ki;
—Ya Rasululah! Cesette ruh olmadığı halde et nasıl acı duyar, sızlanır.
Buyurdular ki;
—Senin, diş’inin acıdığı gibi acı duyar, hâlbuki diş’inde ruh yoktur! Şüphesiz
kabrin sıkıştırması vardır. Nitekim Allah (c.c); Biz onlara büyük azaptan başka daha hafif bir azabı tattıracağız (Secde/21) buyurmakta.
Resulü kibriya, Kabir azabından Allah’a sığınırım buyurdu. Bazı kimselerden kabir suali kaldırılır. Hatta sıddıklar, şehitler, nöbet tutanlar, her gece mülk ve secde surelerini okuyanlar, taun, kanser, kesilmeyen ishal, ölümcül hastalığa sabredip ölenler, hatta cuma gecesi vefat edenlerden de sual kaldırıldığı gibidir. Fakat insanlar arasında söz götürüp getiren, idrardan sakınmayan, taharetini temiz tutmayanlar kabir azabına düçar olurlar.
Peygamberlerin cesetleri toprak çürütmez hatta şehit ve evliya-i kiramında.. İnsanların çürür ancak kuyruk sokumunda var olan eğe kemiği denilen kemik çürümez, zaten ilk yaratılış onun üzerinde, dirilişde onunla olacak.
MAHŞER
Kıyamet İsrafil’in üflemesi ile hamile kadın çocuğunu düşürür, herkes sarhoşlaşarak korku içinde; Bu yere ne oluyor deyip durur. Haşir toplanmak manasınadır, yani Allahın huzurunda bulunmak demek. İsrafil ikinci kez üfürmesiyle başlar haşir. Üfürmeye Nefha’da denilir. Sur’un sesini duyan mahlûkat arasat meydanında toplanacaklardır. Rabbimiz; Sonra Sur’a ikinci kez üfürülür, birde bakarsın ki herkes kabrinden kalkmış ne olacağını bekliyor (Zümer 68). Hepinize ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir. O zaman size: Ey İnsan işte bu, senin kaçıp durduğun şeydir denir.. Herkes yanında şahitlik yapacak birlikte mahşere gelir.. Herşeyi net görürsün (Kaf, 19–22) beyan buyurmakta. Yine Allah Teala; İnsanlardan başka melekler, hayvanlar, şeytanlar ve cinlerde mahşerde toplanacağını (Enam 38), Kabirden kalkış ve mahşere geliş esnasında insanların çıplak, yalın ayak ve sünnetsiz geleceğini, herkesin grup grup, sınıf sınıf, bölük bölük sevk edileceğini (Kahf 48, Nebe 8), mahşerde herkes dünyada tanışıp sevdiği imamı (önderi) ile birlikte geleceğini, Hz. Peygamberin Liva’ül hamd sancağın altında, bu imamlar ile birlikte geleceğini ve dostlukları sırf dünyalık üzerine kuranların birbirlerine lanet okuyacaklarını (Sebe31–33, Ahzab 67–68) haber vermiştir..
Resulü Ekrem ilk cennete girecek elçidir (Buharı). Efendimiz insanların üç halde mahşere yaya, binekli, yüzüstü sürünerek sevk edileceğini ve ümmetini abdest azalarında parlayan nurdan tanınacağını bildiriyor. Nitekim Rabbül Âlemin; Onların dönüşü bizedir, hesaplarını görmede bize aittir (Gaşiye 25–26) buyuruyor.
Şirk koşanlara şirk koştuğunuz kimselere yalvarın denilecek ilk sorgu iman ve namazdan olacak, sonra mizana en güzel ahlak konacak, dört şeyden hesap sorulacak; ömrünün nerede tükettiği, gençliği nerede geçirdiği, malını nasıl ve nerelerde harcadığı, ilmi ile amel edip etmediği (Tirmizi) diye. Çocuk ve delilere hesap ve azap yoktur, onlar doğrudan cennete gireceklerdir. İtiraz edenlerin uzuvları şahit olacak, cehennemlik bir kimsenin üzerinde cennetlik birisinin hakkı olsa onu ödemeden cehenneme giremeyecektir, bundan dolayı kul hakkına dikkat etmelidir. Rasulüllah (s.a.v); Kimin, müslüman kardeşinde zulmen alınmış bir hakkı varsa, paranın bulunmayacağı kıyamet gününden evvel, onunla helalleşsin, helalleşmeden önce ölürse zulmettiği kadarı alınıp mazluma verilir. Eğer zalimin iyiliği yoksa mazlumun kötülükleri alınıp o zalime yüklenir diye buyurdular. Demek ki hasımlaşmak sevap almak ya da vermek şeklinde ödeştirilecek. Hayvanların arasında da hesaplaşma söz konusu olup kısas uygulanacak, boynuzsuz koyun boynuzludan hakkını alacağı gibi haklar ödeştirilecek, sonra toprak olun denilecek: Toprak olduklarını gören kâfirler onlara imrenip; Keşke bizde toprak olsaydık (Nebe:40) diyeceklerdir. Kıyamet gününde Arş, Kürs, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem ve ruhlar yok olmayacak, hepsi ebedül ebed var olacaklardır.
Cennet ve cehennem yaratılmış olup, şuanda hazır durumdalar. Hz. Rasululah Miraç’ta cenneti ve cehennemi görmüştür. Cennet sekiz, cehennem yedi tabakadan ibaret olup her ikiside ebedidir, son bulmazlar. Cennet yukarda cehennem ise alttadır. Cennetin en büyük nimeti Allahın Cemal’ini seyretmek olacak, birde Rasulullah’a komşu olmaktır. Cennet’in kapıcısına Rıdvan, hizmetçilerine ise Huri ve Gılman adı verilir. Dünyada karı-koca olanlar cennette de beraber olacak, kocası olmayanlar cennet ehli olan kimselerle evlenecekler. Cennette ihtiyarlanmak yok, gayret ve çalışma yok, orası keyf ve rahatlama yeridir. Cehennemde ise eriyen vücut yeniden yaratılıp azap taze tutulacaktır.
Ahiret, diriliş, mizan hepsi hak.. Mizan kurulduğunda cehennem ateşin dehşetini gören peygamberler bile yönünü Arş’a çevirip; Nefsi nefsi diye feryat edecekler, sadece Habib-i Kibriya ümmeti ümmeti diyecek.
Velhasıl kelam; Rabbül Âlemin; Kıyamete amel defteri sağ eline verilen kolay bir hesap ile hesap görecektir ve sevinçli olacak ehline dönecektir. Fakat kitabı arka taraftan verilen artık helak diye bağıracaktır ve cehenneme girecektir. Çünkü o evinde sevinçli ve keyifli idi (İnfak/7–13), Kıyamet gününde adaletle tartacak olan tartı aletleri koyacağız (Enbiya/147) diye buyuruyor.
Vesselam.
dedekorkut1
10 Temmuz, 2019 - 08:59
Kalıcı bağlantı
DÜNYA EVİNDEN MAHŞERE
DÜNYA EVİNDEN MAHŞERE
SELİM GÜRBÜZER
Hiç kuşku yoktur ki; beklenen saat dolduğunda şu konuk olduğumuz dünyanın da kendine özgü kıyamet kopuşu kaçınılmazdır. Nasıl ki konuk olan insanın bu dünya evinde misafirliği bittiğinde küçük kıyameti kopuyorsa aynen öyle de bu dünyanın da miadı tamamlandığında tüm bağrında taşıdıklarıyla birlikte büyük kıyameti kopacaktır elbet. Zaten insanın bu dünyada durucu olmaması bir anlamda dünyanın da durucu olamayacağının bir işareti değil mi? Elbette ki işareti. Nitekim doğan ölmek için vardır, ölense dirilmek için vardır. Hele şöyle dünyanın yaratılışından bugüne geldiğimiz noktaya bir baktığımızda daha şimdiden durucu olmadığının işaret sinyallerini veriyor bile. Baksanıza ne mevsimler mevsime benziyor, ne hava havaya, ne de toprak toprağa benziyor. Sanki hemen her şey artık bittim tükendim dercesine sonunu beklemekte adeta.
Kaldı ki dünyada her şey güllük gülistanlık yolunda gitse bile şu da var ki bir kısım ehli sünnet alimleri Adem (a.s)’dan kıyamete dek sürecek total dünya ömrünün yedinci bin sene olduğundan söz etmekteler. Her ne kadar bu öngörülen ömür ayet ve hadisle sabit olmasa da sonuçta ulemanın öngörüsü olması bakımdan bizim için dikkate değerdir elbet. Öyle ya, madem dikkate değer buluyoruz, o halde bu öngörüden hareketle Peygamberimiz (s.a.v)’in de bu dünyaya altıncı binin sonlarında teşrif etmiş olduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda dünyanın bundan sonraki geri kalan ömrü bin beş yüzü geçmeyecek demektir. Zira Yüce Allah (c.c) “Kıyamet ne zaman kopacak soranlara; De ki; Herhalde çok yakında” (Ahzab 35, Şura 17–18) beyan buyurmakla ulemamızın bir takım kaynaklara dayanarak dile getirdikleri kıyamet saati vakti öngörüsünün öyle yabana atılır bir öngörü olmadığını güçlendiriyor da. Tabii bizim için kıyametin ne vakit kopacağından ziyade mahşer gününe ne hazırlık yapıp yapmadığımız çok mühim bir hadise olmalıdır. Şayet mahşer günü için iyi bir hazırlık yaptıysak ne ala, yok eğer hazırlık yapmadan bu dünyadan göç ettiysek vay halimize, hele birde şu fani dünyada kendimize Allah için sevecek bir dost edinmeden göçüp gittiysek asıl bizim için kıyamet o vakit kopmuş olacaktır. Nitekim Hz. Enes (r.a)’dan rivayet edilen bir hadiste bu husus şöyle bahsedilmekte:
Bir adam, Hz. Peygamber’e (s.a.v) gelip dedi ki:
-Ey Allah’ın Resul-i! Kıyamet ne zaman kopacak?
Efendimiz (s.a.v):
-Hay yazık sana, kıyamet için sen ne hazırladın ki?
Adam:
-Doğrusu ne fazla bir ibadetim ne de fazla amelim var, tek bildiğim şey Allah ve Resulünü seviyorum olmam der. Tabii bu cevap karşısında Efendimiz (s.a.v):
-O halde siz sevdiklerinizle beraber olacaksın diye müjdeler.
Oradakiler:
-Evet, dediler (Buhari).
Gerçektende Yüce Rabbimizin beyan buyurduğu gibi; “O gün mal ve evlatlar sahibine fayda vermez. Fayda verecek tek şey kalbi selim” (Şuara 88–89) olacaktır.
İlk alametler
Ehlisünnet âlimleri kıyametin ilk alametlerini özetle şöyle sıralarlar;
-Peygamberimiz (s.a.v)’in bu dünyadan göç etmesi,
-Cehaletin hızla yayılması,
-Fakir insanların para kazanmakta ve yüksek binalar yapmada adeta birbirleriyle yarışır olmaları,
-Fitnenin kol gezip etrafı sarıp sarması,
-Zinanın gizli halden çıkıp aleni işlenir hale gelmesi,
-Doğan çocuğun soy sop bağının bilinmemesi,
-Kadınların erkek nüfusuna oranla daha da çoğalması,
-Müslümanların birbirlerinin kuyusunu kazıp düşman kesilmesi,
-Zalim insanların iş başına gelip zulmetmesi,
-Emanet ve liyakatin ehline verilmemesi,
-Eski tabirle zelzele, yeni tabirle deprem gibi sarsıntılarının yeryüzü sathında çoğalması,
-Ahlaki değerlerin erozyona uğrayıp zayıflaması,
-Dünya malına tamah edilip adeta tapılacak derecede meta haline gelmesi,
-Kendini peygamber görecek derecede sapkın sahte kurtarıcıların ortaya çıkıp türemesi,
-Camilerin cemaatsizlikten garip halde kalması,
-Kur’an’ın okunur olmaktan çıkıp duvarlara asılı kalması,
-İnsanın sabah evinden Müslüman çıkıp akşama kâfir olarak dönmesi, ya da bunun tam tersi bir durumun yaşanması,
-İnsanın yaptıklarıyla söylediklerinin bir olmayıp imanını kaybetmesi veya bundan da haberdar olmaması vs.
Büyük alametler
Ashaptan Huzeyfe b. Üseyd el Gıfari (r.a) kıyametin son alametlerini şöyle anlatır:
Bir gün oturup konuşuyorduk, o esna da Allah Resulü yanımıza geldi ve bize ne hakkında konuştuğumuzu sordu, bizde kıyamet hakkında konuştuğumuzu söyledik. Bunun üzerine buyurdular ki;
Şu on şey ortaya çıkmadan kıyamet kopmaz:
-Büyük bir duman insanları saracak,
-Deccal çıkacak,
-Dabbetü’l-arz (bir tür hayvan) çıkıp insanların yüzüne Mümin veya kâfir olduğunu söyleyecek,
-Güneşin batıdan doğması,
-İsa’nın gökten inmesi,
-Ye’cüc Me’cüc taifesinin çıkıp etrafa yayılması,
-Batıda bir bölgenin yerin dibine batması,
-Doğu da bir bölgenin yerin dibine batması, Aden bölgesinden bir ateşin çıkıp, insanları mahşere sürmesi (Müslim, Fiten 128, Ebu Davud, Melahım,3, Tirmizi, Fiten 21).
Ayrıca, Arap yarımadasından bir bölgenin yerin dibine batması ve Mehdi çıkacaktır, yedi sene adaletle hükmedip Hz. İsa ile buluşacak, Deccalı öldürülmede Hz. İsa’ya yardımcı olacaktır. Fakat Hz. İsa ve Mehdi vefat ettikten sonra yeryüzü tekrar küfre gark olacak, zulüm tekrar istila edecek, böylece Allah Teâlâ’nın Yemen tarafından göndereceği yumuşak ve hoş bir rüzgârla hayatta olan bütün Müminlerin ruhlarını kabz edecek, dolayısıyla kıyamet kâfirlerin ve şerli insanların üzerine kopacaktır (Müslim).
Keza Seyda Hz.leri (k.s) de bir sohbetlerinde kıyamet hakkında şöyle buyurmuşlardır: “Kıyametin küçük alametleri zahir olmuştur, artık şimdi sıra kıyametin büyük alametlerine gelmiştir ve haktır. Dumanın, Mehdi’nin ve Deccal’ın çıkması, İsa (a.s)’ın inmesi, Ye’cüc ve Me’cüc’ün, Dabbetü’l-arz’ın çıkması, Kur’an’ın silinmesi ve Kâbe’nin yıkılması gibi pek çok zahir olacak hadiseler kıyametin büyük alametleri olarak vuku bulacak. Artık ahir zamandayız, kıyamet arasındayız, çünkü sadece geriye büyük alametler kalmıştır.”
Peki ya, bu hususta mukaddes kitabımız Kur’an’da ne buyrulmakta derseniz, bilhassa Kur’an’da Tekvir süresinin 1–13 ayetlerinde geçen “Güneş kör bir nokta gibi tortop olunca, yıldızlar soluklaşınca, dağlar yürüyünce, kıyılmaz sanılan her şey terk edilince, vahşi hayvanlar dirilince, denizler yanmaya başlayınca” şeklinde sıralanan bir dizi hadiselerinin bize kıyamet alametlerinin zahir olacağını göstermektedir. Nitekim tüm işaret edilen bir dizi bu alametler günümüz dünyasının bilimsel çalışmalarında, mesela:
-Astronotlarca yıldızların bir gün sönükleşip nötron yığınıyla kurulmuş kara delik mezarlığına defnedileceği şeklinde karşılık bulurken,
-Jeologlar tarafından ise magma üzerinde yüzen dağların zaman içerisinde çekim kuvvetini yitirmesiyle birlikte hızla hareket edip savrulacağını, keza denizlerinde yeryüzü hareketlenmelerinin gravitasyon (çekim alanı) etkisine kapılıp oksijen ve hidrojene ayrışması sonucunda ortadan kalkıp derin suların bir anda alevleneceği şeklinde karşılık bulur. Şayet bu ve buna benzer bilimsel çalışmaların otaya koyduğu veriler karşılık bulup vuku bulursa biliniz ki adım adım kıyamet arefesine yaklaşıyoruz demektir.
Mehdi ve Deccal
Ehlisünnet âlimlerin bildirdiklerine göre;
Kıyametin ilk büyük alameti Mehdi’nin çıkışıyla başlayacak. Mehdi Aleyhrahme’nin adı Muhammed, babası Abdullah’tır. Üstelik kendisi ehlibeyt neslinden olup fiziki görünüm olarak da küçük burunlu, dişleri adeta inci taneli parlak ve seyrek, sakalı sıkçadır, uylukları uzun, Arap tenli ve kaşları ise kavisçedir. Keza kendisi son derece nazik ve misafirperver olmanın ötesinde yeri geldiğinde haddini aşanlara haddini bildirecek kadarda vakur bir zattır. Şimdi gel de insanlık bu özelliklere haiz zatın yolunu beklemesin, hiç kuşku yoktur ki bunalım içerisinde kıvranan insanlık onu çağırdıkça bir hayal olmayıp vakti saati geldiğinde çıkageleceği muhakkak, buna inancımız tam da. Ne zaman çıka gelir bilinmez ama şu bir gerçek beklenen Mehdi (a.r) zahir olduğunda alışıla gelen tüm mezhebi uygulamaların dışında en son Peygamberimizin ümmetine emanet ettiği şeriatı garra üzerine amel ederekten ümmetin birliğini ve dirliğini sağlayacaktır. Ve çıkışıyla birlikte insanlığın kurtuluş umudu olur da. Öyle ki kendisi kurtuluşa vesile kurtarıcı misyonu yüklendiğinde ilk iş Kudüs’ü Şerif’e hicret etmek suretiyle tüm bidatlere son verip sünnet-i seniyyeyi ihya etmek olacaktır. Derken, tıpkı Zulkarneyn ve Süleyman (a.s)’ın dünyaya hükmetmesinde olduğu gibi bu kez bir peygamber olarak değil de Allah’ın hakiki Veli bir kulu olarak şu hadisi şerifler doğrultusunda mührünü vuracaktır. Şöyle ki;
“Şu muhakkak ki ahir zamanda mağrip memleketinin en uzak mevkiinden Mehdi denen bir zat çıkacak, o günde insanlar her taraftan ve her yerden gelerek Mekke’de Rüknü Yemani ile Makam-ı İbrahim arasında ona tekrar biat edecekler. Hâlbuki Mehdi insanları kendisine mağripte yaptıkları biatten sonra ikinci bir biatleşmeyi hoş görmeyecektir” (hadis).
“Mehdi benim neslimdendir. Alnı geniş ve açıktır. Doğan ve çekme burunludur” (hadis).
“İmam Mehdi çıkıştan itibaren yeryüzünde yedi yıl hükümdar olarak kaldıktan sonra vefat edecektir. Müslümanlardan namazını kılıp defnedecektir” (hadis).
“.. Kıyamet günü olunca ben ve İsa, Ebu Bekir ile Ömer’in arasında olarak bir mezarlıktan kalkacağız” (hadis).
“Eğer İsa hayatta olsa, onun için bana uymaktan başkası caiz değildir”(hadis).
İşte bu ve buna benzer rivayet edilen pek çok hadisler Mehdi Aleyhirrahme’nin geleceğini müjdelemektedir. Keza Hz. İsa (a.s)’ın gökten yeryüzüne indirilişi de bizatihi Yüce Allah tarafından; “İsa’nın inişi kıyamet alametlerindendir” (Zuhruf/61) beyanıyla müjdelenmekte. Kaldı ki bu hususlarda ehlisünnet kaynaklı eserlere baktığımızda daha ayrıntılı bilgilere ulaşmak pekâlâ mümkün. Nitekim edindiğimiz bu dikkat çekici bilgilerden hareketle;
İsa (a.s) yeryüzüne indiğinde Mehdi’ye yardım edeceği, Haç’ı kıracağı, domuzu öldüreceği, cizye vergisini kaldıracağı, mal servetin çok olacağı, hatta İslam’dan başka milletlerin yok olacağı, Deccal’ın öldürüleceği, yeryüzü güven içerisinde olacağı gibi pek çok çarpıcı örneklerin yaşanılacağını ön görmekteyiz. Madem öyle bu konuyla alakalı rivayet edilen hadis-i şeriflere birkez daha bakmakta fayda var:
-Âdem (a.s)'den sonra yeryüzünde Deccalın giremediği hiçbir yer kalmaz. Ancak Mekke, Medine, Beytül Makdis ve Tur dağı müstesnadır. Çünkü Melekler Deccal’ı tard edip bu yerlere sokmazlar.
-Onu İsa (a.s) öldürecektir. Allah Deccalı (Şam ile Taber’ye arasında mevki olan), Efik (Şam beldelerinden havran ile pur arasında bir köy) yokuşu yanında öldürüp helak eder.
-Âdem (a.s)’ın yaratılmasıyla kıyametin kopması arasında Deccal’dan daha büyük fitneli hiçbir mahlûk yoktur. Hiçbir Peygamber yoktur ki, ümmetini ondan korkutmuş olmasın.
-O, Hulle’den Şam ile Irak arasında bir yoldan çıkacaktır. Sağında ve solunda orduları bulunacak, yeryüzünü ifsada çalışacaktır. Önünde yetmiş bin İsfahan Yahudi'si bulunacak.
-O (Deccal) kırk gün kalacaktır. Ancak bir günü bir sene gibi olacak. Bir günü bir ay, bir günü bir hafta gibi olacak. Diğer günleri de sizin günleriniz gibi olacak. Tabii Resul-i Ekrem (s.a.v) bunu dile getirdiğinde ister istemez sahabe bunun nasıl olabileceğini merak edip:
“-Ya Rasulullah! Bir sene kadar olacak o günde bize bir günün namazı yetecek mi?” diye soracaktır.
Allah Resulü cevaben buyurdular ki:
-Hayır, o gün için miktar ayırın dedi.
... Deccal çıktığı zaman, üç defa öyle bağırışla nara atar ki, onun sesini maşrık ile mağrip halkının hepsi işitir.
O Peygamber olduğunu iddia edecek, O ise benden sonra Peygamber gelmeyecektir. O Rab olduğunu söyleyecek, hâlbuki siz ölmedikçe Rabbinizi göremeyeceksiniz. O şaşıdır, Rabbiniz şaşı değildir, onun iki gözü arasında kâfir yazılıdır. Okumasını bilende bilmeyende bunu rahatlıkla okuyacak.
Onun cenneti cehennem, cehennemi ise cennettir. Her kim onun cehennemiyle karşı karşıya kalırsa Kehf suresinin başlarını okusun. O cehennem ona soğuk ve selamet bir hale inkılâp eder. Tıpkı İbrahim (a.s) hakkında olduğu gibi. Onun daha birçok şöyle, şöyle fitneleri olacak.
İşte yukarıda rivayet edilen hadislerden de anlaşıldığı üzere İsa (a.s)’ın gökten inip Mehdi Aleyhirrahme’ye yardım etmesiyle birlikte tüm cihanda adalet sağlanıp böylece Allah’ın nuru tamamlanmış olacaktır. Ancak bu ilahi adalet ve ilahi nizam tüm dünyada kırk sene devam edecektir, sonrası malum yeniden zeval başlayacaktır.
Ye’cüc Me’cüc
Ye’cüc-Me’cüc de neyin nesidir derseniz? Ehlisünnet kaynaklarını taradığımızca Hz. Nuh (a.s)’ın oğullarından Yafes’in zürriyetinden gelen birer ikişer karış boyunda diyebileceğimiz fitne odaklı kabilelere mensup topluluklar olduğu bilgisini ediniriz. Öyle ki bunlar konuşlandıkları her tepeden yeryüzünü işgal ettikleri kanaatine vardıklarında kendilerince güya gök ehlini de öldürdüklerini sanacaklardır. Nitekim Rabbul âlemin bu hususta şöyle beyan buyurmaktadır:
“Onlar dediler ki; Zülkarneyn hakikat Yecüc ile Mecüc bu yerde fesat çıkaran kabilelerdir. Bizim ile onların arasında bir set yapma bir vergi verelim mi? (Kehf/49), Nihayet Yecüc ve Mecüc’ün seddi açıldığı zaman, onlar her tepeden hücum ederler ve hak olan vaad, kıyamet yakın olur”(Enbiya/96–97).
Ne diyelim onlar öyle sana durusun, oysa kazın ayağı hiçte öyle olmayacaktır, bilakis Allah (c.c) çekirge sürü misali üzerilerine mikroplar yağdırıp hepsini birer birer yok edecektir.
Peki ya, Dabbatül Arz nedir? Aslında Dabbatü’l-arz konusunda fazla kaynak taraması yapmaya gerek kalmadan rivayet edilen birkaç hadislere bakmak kâfidir. Nitekim rivayet edilen hadislere baktığımızda Dabbatü’l-arz’ın Mekke’nin Ecyad adı verilen topraklardan çıkacak olan kuyruksuz, tüylü ve ayakları olan garip bir hayvan olarak tasvir edildiğini görürüz. Kaldı ki Yüce Allah (c.c) Kur’an’da bu hususu şöyle tasvir eder de: “O sözün manası (gazabı) kendileri aleyhinde vukua geldiği zaman yerden bunlar için bir Dabbe çıkarılır. Ki bu, hayvan onlara, insanların ayetlerinde kati surette inanmaz olduklarını, onlarla konuşur” (Neml/82).
Diğer Büyük alametler
Hakeza âlimlerimiz pek çok hadis kaynakların ışığında ahir zamanda Kur’an’ın kalplerden ve Mushaflardan silineceği, aynı zamanda Kâbe’nin yıkılacağını da belirtiyorlar ki, bununda doğruluğunu tasdik ederiz de elbet. .
Keza yine âlimlerimiz güneşin batıdan doğmasını da kıyametin büyük alametleri kapsamında değerlendirip “Güneşle ay bir araya getirildiği zaman” (Kıyamet/19) ayeti celileyi delil olarak sunacaklardır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v)’in “Kıyametin kopmasına yakın güneş battığı yerden doğunca gökyüzünün ortasına kadar yükselip sonra geri dönecek ve tekrar doğu tarafından doğacaktır” hadis-i şerifi bu gerçeği teyid ediyor. İşte Hanefi âlimlerinden İbn-i Abidin Hz.leri yukarıda zikredilen söz konusu hadisten hareketle hadisin satır aralarında geçen “..geri dönecek..” ifadesinden asıl maksadın “öğlen vaktinin girdiğini, aynı zamanda güneşin batıdan doğmasıyla birlikte gecenin üç gece uzunluğunda olacağını, fakat insanlar bu anlık dönüşümü fark edemeyeceğini, ta ki bu olay sonrasında fark edeceklerini, bu durumda beş vakit namazın kazası lazım geleceği” manasına bir maksat taşıdığı şeklinde beyan etmişlerdir. Hatta İbn-i Abidin Hz.leri sözlerinin devamında burada söz konusu fazlalılığın iki gece olduğunu, bu iki gecenin bir gün ve bir gece yerine sayılacağını, bu yüzden bu geçen süre zarfının beş vakit namaza tekabül ettiğinin vurgusunu yapmayı da ihmal etmez. .
Berzah Âlemi
Öyle anlaşılıyor ki, Ümmet-i Muhammed’in kahır ekseriyetinin ömrü yüz yaşını pek bulmuyor, daha çok yetmiş yaş civarında hak vaki olmaktadır. Her neyse ömür uzun ya da kısa hiç fark etmez burada asıl mühim olan ilahi emanete sahip çıkıp çıkmadığımız çok önem arz etmektedir. Yüce Allah (c.c) emaneti önce göklere, yerlere ve dağlara yüklemeyi murad etmiş, fakat ne var ki cümle cemadat bu emaneti yüklenmeyi göze alamamıştır. İnsanoğlu ise hemen kabullenivermiş. Tabii Yüce Allah (c.c) bu durumda insanı yeryüzünün halifesi olarak ilan edecektir. Madem öyle, insanoğlu bu dünyada yaptıklarından ve yapacaklarından sorumluluk taşıdığının bilinciyle hem kabirde, hem de ahrette tek muhatap alınacak varlık olmanın gereğini yapıp öyle hareket etmesi icab eder. Nitekim kabirde Münker ve Nekir meleklerini sorularına muhatap kılınırken ahirette de mizanda hesap vermek suretiyle muhatap alınacaktır. İşte bu sorumluluk yüklenmek bu ya, insanoğlu beşeri münasebetlerinde de vurdumduymaz davranamayacaktır, Aksi takdirde ne bu dünyada, ne kabirde, ne de ahirette rahatlık yüzü görmeyip sorumluluktan kaçamayacaktır. Hadi diyelim dünyada iken bir şekilde hiçbir bedel ödemeden bu dünyadan göç edip kaçıp kurtulsa da bu kez kabirde yılanlar çıyanlar yakasını rahat bırakmayacaktır. Sakın ola ki nasıl olsa bizi toprağa verdiklerinde bedenler çürüyecek diye bana bir şey olmaz sanmayın. Oysa bedenler çürüse de bu kez hayat berzah âleminde ruhen devam edecektir. Bu demektir ki, toprağın üstü başka bir âlem, toprağın altı da başka bir âlemdir. Ancak şu da var ki, her ölen toprakla buluşmayabilir de. Malum, öyle ölülerimiz vardır ki cesedi ortada yok, ya yanmış kül olmuş, ya da boğularak sulara gark olmuş, ya da bir şekilde buharlaşmış yok olmuş. Tabii bu demek değildir ki kabir hayatından yoksun kalacaklar. Bilakis her halükarda kabir suali onları da bulacak ve bundan asla kaçış söz konusu değildir. Çünkü ayetle sabit, Yüce Allah (c.c) dağılan zerreleri toplayacağını bildirmektedir. Dolayısıyla bir insan her ne surette mevta olursa olsun dağılan zerreleriyle ilişkisini koparmadan berzah âleminde yerini alacaktır elbet. Böylece kabir azabı bu tip ölümler içinde geçerlidir. Nitekim bir gün sahabeden biri Peygamberimiz (s.a.v)’e şöyle sual eyler:
-Ya Rasulullah! Cesette ruh olmadığı halde et nasıl acı hissedip sızlar ki?
Cevaben buyurdular ki;
-Tıpkı diş ağrısında çektiğin acı gibi acı hisseder, hâlbuki diş’inde ruh yoktur! Şüphesiz kabrin sıkıştırması vardır.
Nitekim bu hususta Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: “Biz onlara büyük azaptan başka daha hafif bir azabı tattıracağız” (Secde/21). İşte Resul-i Ekrem (s.a.v) bu nedenle dualarında hep “Kabir azabından Allah’a sığınırım” niyazında bulunmayı ihmal etmez de. Aslında bu niyaz kendini ümmetine feda etmenin haykırışı bir niyazdır. Zira Ümmet-i Muhammed’in içerisinde öyleleri vardır ki kabir suali onlardan kaldırılmıştır. Örnek mi? İşte Sıddıklar, İşte Şehitler, İşte vatan sevgisi imandandır niyetiyle Allah için nöbet tutanlar, İşte her gece mülk ve secde surelerini okumayı ihmal etmeyenler, İşte kesilmeyen ishal, taun ve kanser gibi ölümcül hastalıklara sabredip de ölenler bunun bariz misalleridir zaten. Hatta bu taifeye cuma gecesi vefat eden muttaki müminlerde dâhildir. Ama öyleleri de vardır ki, mesela insanlar arasında söz götürüp getiren, idrarından hiçbir şekilde sakınmayan (mesela ayakta bevl edenler ya da banyoda idrar yapanlar), taharetini temiz tutmayanlar asla ve kat’a kabir azabından kurtulamayacaklardır.
Hani bazen aklımız başımıza geldiğinde efkârlanıp topraktan geldik toprağa döneceğiz deriz ya hep, gerçektende toprak kimilerinin bedenlerini çürütmek suretiyle bağrına basarken, kimilerini de başta peygamberler ve şehit kullar olmak üzere Evliya-ı kiram gibi zikirleşmiş Salih kulların bedenlerini de çürütmeden bağrına basacaktır. Şu da var ki toprağın tek çürütemediği kemik eğe kemiğidir. Hatta eğe kemiği zerreler halinde savrulsa da varlığını koruyup ahrette de ‘ol’ emri doğrultusunda bir araya gelip bu kemik vasıtasıyla tekrar yeniden dirilişe geçeceğiz. Zaten Kur’an-ı Muciz’ül Beyanda bu kemik üzerinden yaratılışımız kodlandığı bildirildiği gibi yine aynı kemik üzerinde öldükten sonra da yaratılış kodlarımızın dirilişe geçeceği anlamını çıkarabiliriz.
Mahşer
Malumunuz İsrafil (a.s)’ın birinci sur’a üflemesiyle birlikte dünya ve dünya içindekiler korku ve endişe içerisinde tir tir titreyip büyük kıyamet kopacaktır. Öyle ki kıyametin dehşetinden hamile kadınlar çocuğunu düşürecek derecede korku ve telaşa kapılacaklardır. Tabii ki korkunun ecele faydası olmayacaktır, ancak bu ecel kıyamet öncesi bildiğimiz ecelden çok farklı tecelli edecektir. Çünkü ortada hiç şimdiye kadar görülmemiş ve tarif edilemeyecek derecede büyük bir patlama ve savrulma söz konusu olacak, neticesinde ise tüm insanlık birlikte mevta olup tekrar dirilmek üzere soluğu mahşerde alacaktır. Zaten haşir toplanmak demektir, nitekim İsrafil (a.s)’ın sur’a ikinci kez üfürmesiyle birlikte tüm gelmiş geçmiş insanlık mahşerde huzura çağrılıp toplanır da. Besbelli ki sura ikinci kez üfürme hadisesi sıradan bir üfürme hadisesi değil, bilakis tüm mahlûkatı Arasat’ta toplayacak nitelikte Nefha manasına bir üfürüştür bu. Nitekim Yüce Allah ayetlerinde bu üfürüşü kullarına şöyle bildirir; “Sonra Sur’a ikinci kez üfürülür, birde bakarsın ki herkes kabrinden kalkmış ne olacağını bekliyor” (Zümer 68), “Hepinize ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir. O zaman size: Ey İnsan işte bu, senin kaçıp durduğun şeydir denir.. Herkes yanında şahitlik yapacak birlikte mahşere gelir.. Her şeyi net görürsün” (Kaf, 19–22).
Tabii sadece Arasat’ta cem olacak insanlık değil, diğer mahlûkatta buna dâhil olacak. Hatta Allah Teâlâ mahşer günü toplanacak olan mahlûkatın halini Kur’an’da şöyle haber verir de:
-İnsanlardan başka melekler, hayvanlar, şeytanlar ve cinlerin de mahşerde toplanacağını (Enam 38),
-Kabirden kalkış ve mahşere geliş esnasında insanların yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz geleceğini, herkesin grup grup, sınıf sınıf, bölük bölük sevk edileceğini (Kahf 48, Nebe 8),
-Mahşer günü herkes dünyadayken tanışıp sevdiği imamıyla (önderi) birlikte geleceğini, Peygamberimiz (s.a.v)'in Liva’ül-hamd sancağı altına aldığı her imam ve bu imamlara tabi olanlarla birlikte huzura geleceğini, bu arada dostlukları sırf dünyalık üzerine kuranların ise birbirlerine lanet okuyacaklarını (Sebe31–33, Ahzab 67–68).
Şüphesiz mahşer sonrası cennete girecek ilk elçi Resul-i Ekrem (s.a.v) olacaktır (Buhari). O öyle bir elçidir ki mahşerde ümmetinin derdiyle dertlenmeden cennete hemen adım atmayacak, yani şefaat edebildiklerine şefaat ettikten sonra mahşer yerini terk edecektir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) Miraçta gördüklerinden ve kendisine anlatılanlardan hareketle “o gün geldiğinde insanların mahşere üç halde; yaya, binekli, yüzüstü sürünerek sevk edileceğini ve ümmetini abdest azalarında parlayan nurdan tanıyacağını” ümmetine bildirir de. Ne diyelim, işte görüyorsunuz her ne kadar ona layık bir ümmet olamasak da ne mutlu bizlere ki onun en son ümmetinden olmuşuz.
Evet, kıyametin kopuşu hak olduğu gibi mahşerde hesab vermek de haktır. Zira Yüce Allah Kur’an-ı Azimüşşan’da şöyle buyurmaktadır: “Onların dönüşü bizedir, hesaplarını görmede bize aittir” (Gaşiye 25–26). Malum, mahşerde ilk hesab iman ve namazdan olacak, akabinde ise ömrünü nerede tükettiği gençliğini nerelerde harcadığı hangi ilimle amel edip etmediği (Tirmizi) gibi bir dizi hususlarda ahlaki seciyesi mizana yatırılıp kendisinden hesap sorulacaktır. Şayet bir kul amellerine şirk katmışsa hadi şirk kattığın kişiye git mükâfatını o versin denilip huzurdan tard edilecektir. Oldu ya, sorgu sual esnasında itiraz eden olursa daha itiraza mahal kalmadan derhal tüm uzuvlar devreye girip şahitlik edeceklerdir. Hele söz konusu kul hakkına itirazsa, hiç kurtuluşu yoktur mutlaka hesabını vermek zorundadır. Hatta kul hakkının sorgu suali o kadar çetin geçecektir ki neredeyse cehennem ateşine razı olurcasına bari cehenneme kaçımda kurtulayım demesine geçit verilmeyecektir, işte kul hakkı bu derece önemli bir ayrıntıdır. Nitekim Rasulüllah (s.a.v) kul hakkı hesaplaşmasını ümmetine şöyle bildirir de: “Kimin, Müslüman kardeşinde zulmen alınmış bir hakkı varsa, paranın bulunmayacağı kıyamet gününden evvela onunla helalleşsin, helalleşmeden önce ölürse zulmettiği kadarı alınıp mazluma verilir. Eğer zalimin iyiliği yoksa mazlumun kötülükleri alınıp o zalime yüklenir.” Hakeza aynı hassasiyet hayvanlar âlemi içinde geçerlidir. Nitekim boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan kısas yoluyla hakkını almadan toprak olmayacaklardır. İlginçtir dünyada iken toprak gibi tevazu sahibi olmayan insanlar mahşer günü hayvanatın toprak olduğunu gördüklerinde imrenip “Ah keşke bizde toprak olsaydık” (Nebe:40) diyeceklerdir. Anlaşılan o ki mahşerde sadece Arş, Kürs, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem ve ruhlar toprak olup yok olmayacaklardır, bilakis belli bir program dâhilinde hazır tutulacaklardır.
Peki ya çocuk ve deliler? Bikere adı üzerinde çocuk, diğeri de akıldan yoksun bunak kişiler, elbette ki bunlarda hesaptan ve azaptan muaf tutulup sorgusuz sualsiz direk cennete gireceklerdir.
Ehlisünnet âlimlerin bildirdiğine göre cennet ve cehennem şuan hâlihazırda konumlanmış halde konuklarını beklemekte. Nitekim Rasulullah (s.a.v) Miraç’ta cenneti ve cehennemi gördü de. Cennet sekiz tabakadan oluşurken cehennem yedi tabakadan ibarettir. Konum olarak cennet yukarıda konumlanırken, cehennem ise alt konumdadır. Cennetin en büyük birinci nimeti şüphesiz Allah’ın cemal’ini müşahede etmek olacaktır, ikinci olarak en büyük nimeti ise şayet Salih kullar arasına girmeyi başarmış bir müminse Rasulullah (s.a.v)’e komşu olmakla bu nimete erecektir. Diğer tali nimetlerse kapıcısından tutunda hizmetçisine kadar nice akla ve hayale sığmayacak nimetler söz konusu olacaktır. Kapıcı Rıdvan bekçisi olarak karşılık bulurken, hizmetçilerde Huri ve Gılman olarak karşılık bulacaktır. Malum, dünyada karı koca olanlar cennette de beraber olacaklardır, kocası olmayanlarsa cennet ehli olan kimselerle evleneceklerdir. Üstelik cennette ihtiyarlamak diye bir dert tasada olmayacak, tam manasıyla rahatlık ve huzur yurdu olacaktır. Peki ya cehennem? Cehennem de cennetin tam zıddı bir misyon yüklenip sürekli sıkıntı ve azap verici bir yurt olacaktır. Öyle ki, cehennem ateşinde yanıp eriyen vücut bile devamlı kendini yenileyip azab taze tutulacaktır.
Kâfirler inanmaya dursun, biz müminler olarak şeksiz şüphesiz inanıyoruz ki kıyamet, mahşer, mizan hepsi haktır. Mizan kurulduğunda cehennem ateşinin dehşetine kapılan Peygamberler bile yönünü Arş’a çevirip; 'Nefsi nefsi' diye feryat edeceklerdir. Peygamberler içerisinde sadece Habib-i Ekrem (s.a.v) “Ümmetim, ümmetim” diye feryat edecektir.
Velhasıl-ı kelam dünya evinden mahşere denen yolculuğu bizi sonsuz nimetleriyle donatan Yüce Allah’ın kelamıyla şöyle bağlayabiliriz: Kıyamete amel defteri sağ eline verilen kolay bir hesap ile hesap görecektir ve sevinçli olacak ehline dönecektir. Fakat kitabı arka taraftan verilen artık helak diye bağıracaktır ve cehenneme girecektir. Çünkü o evinde sevinçli ve keyifli idi (İnfak/7–13), Kıyamet gününde adaletle tartacak olan tartı aletleri koyacağız (Enbiya/147) .
Vesselam.
http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/3195/dunya-evinden-mahsere.html