DOKU MUCİZESİ
DOKU MUCİZESİ
ALPEREN GÜRBÜZER
Kan hücresi şekil, yapı ve görev bakımdan eritrosit, lökosit ve trombocyt olmak üzere üç farklı esas hücre altında kategorize edilir. Madem öyle alyuvar yapısına şekil yönünden bakıldığında ise memeli hayvan alyuvarlarının çekirdeksiz olduğu, memesiz omurgalıların çekirdekli olduğu görülecektir. Ayrıca alyuvarlar kırmızı kemik iliğinden meydana gelmiş olup, kırmızı kemik iliği üzerinde sık yapıda bağ dokusu ve pek çok sayıda kılcal damar ağı bulunmaktadır.
Alyuvarların birçok özelliklerinin yanı sıra plastisite (uyma-dönüşüm yeteneği) kabiliyetleri de söz konusudur. Dolayısıyla alyuvarların dış zar kısmı lipoid, iç kısmı ise protein monomolekülleri denilen iki tabakayla örülüdür. Hakeza bu alyuvar örgüsü (stroma) içerisine yerleşmiş “Hemoglobin” maddesi vardır. İşte bu noktada hemoglobin kana kırmızı renk veren bir madde olarak dikkat çekmektedir. Esasen hemoglobine globülin protein ve 4 atom bağlansa da burada asıl temel eleman hematin(ferro-protoporfirin) faktörüdür. Bu arada hemoglobin oksijenle geçici bir zayıf bağ kurup oksihemoglobin halini alabiliyor. Şayet hemoglobin karbon monoksitle birleşip oksijen alamaz hale gelirse bu durumda ister istemez karboksil hemoglobin haline dönüşecektir.
Akyuvarlar ise daha çok kanda bir geçit görevi ifa edip taşınma vasıtası olarak sahne alırlar. İyi ki de sahne alıyorlar, aksi takdirde doku ve organların ihtiyacı giderilemeyecekti. Üstelik akyuvarların hücre çeperi olmamasına rağmen taşınma işleminde en ufak aksaklığa meydan verilmemektedir. Nitekim çeper yerine pseudop denilen (yalancı ayak) çıkıntılar var olup, bu çıkıntılar eşliğinde hareket kabiliyeti kazanıp yer değiştirebiliyorlar. Böylece akyuvarlar ameoboid manevrayla fagositoz ve antikor salgılamış olurlar. Mesela bakterileri yutma yönünden nötrofil lökosidi bunun tipik misalini teşkil eder.
Akyuvarlar aynı zamanda hemoglobin içermeyen ve renksiz hücreler olup, daimi yerleşme yerleri kandan ziyade bağ dokusudur. Bu arada insan kanında akyuvar sayısı 20.000’den fazla olursa kan kanseri olma riski veya anemi (kansızlık) baş gösterebiliyor.
Bilindiği üzere lökositler (akyuvarlar) 5 çeşit, olup, bunlar; lenfosit, monosit, eozinofil, basofil ve nötrofil olarak tasnif edilirler. Lökositlerin en küçük grubunu lenfositler teşkil edip en büyüğünü monositler oluşturur. Dolayısıyla lenfositler dalak, bademcik ve lenf düğümlerinden meydana gelmiş olup, monositler ise lenf düğümleri ve kemik iliğinden teşekkül etmektedir. Diğer taraftan eozinofil, bazofil ve nötrofil cinsler ise kırmızı kemik iliğinden neşvü nema bulurlar.
Akyuvarla alyuvar arasında en belirgin fark akyuvarın çekirdekli olmasıdır. Tabiî bu arada çekirdek yönünden akyuvarlar ise kendi arasında bir başka tasnif edilirler. Mesela bunlar arasında çekirdeği at nalı şeklinde olan akyuvar monosit olup, euzinofil, bazofil, nötrofil cinslerin çekirdekleri ise genel itibariyle loblu olarak dikkat çeker. Peki, şekilsiz elemanlar nasıldır derseniz bu konuda en tipik örnek kan serumudur. Bilhassa kanın serum kısmında şekilli elemanlar bulunmamakla beraber bunun yerine serum içerisinde antikor, vitamin ve fermentler vs. vardır. Zira vücuda giren P.bakteriler toksin, agresin, antijen gibi maddeler salgılarlar. Bu salgıları nötralize hale getirmek için vücut anti agresin, antitoksin, lökin gibi karşı enzimler salgılar ki bu enzimlere antikor denmektedir.
Kanda çekirdeksiz kan pulcuk yapıdaki hücrelere trombosit adı verilir. Tabiî ki trombositlerin çekirdeksiz olması hücre olma niteliğini ortadan kaldırmaz. Bu yüzden memesiz omurgalıların trombositleri gerçek hücreler olarak değerlendirilir. Daha doğrusu trombositler; monosit ile fagosit hücrelerden meydana gelmiş pulcuk yapıda hücrelerdir. Malum olduğu üzere kesilmiş bir damardan akan kandan ilk ölen trombosit hücreler olmaktadır. Nitekim parçalanan trombositler bünyelerinde trombokinaz enzimi açığa çıkarırlar. Dahası trombokinaz enzimi prothrombinle birleşerek thrombin meydana getirir. Şöyle ki; thrombin kalsiyum (Ca) etkisiyle fibronojenle birleşip fibrin oluştururlar. Protein sentezi ise aminoasitler vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Dolayısıyla çeşitli nedenlerle açılan bir yaradan akmakta olan kanın imdadına fibrinojen proteini yetişip kan kaybını durduran etken madde (pıhtılaşma faktörü) olarak göze çarpar. Keza heparin ve histaminler de kanda anti koagulan etkisi yapan önemli maddelerdir. Argirofil fibrillerin bileşimini ise protein ile mukopolisakkaritler oluşturmaktadır. Hatta Argirofil fibrinlerin oluşumunu tetikleyen extracellular vardır. Anlaşılan o ki bir kısım insanlarda pseudopu kısa veya pseudop bulunmama, ya da trombosit azlığı gibi vakalara bağlı olarak hemophilia hastalığı görülebiliyor.
Bu arada canlıların meydana getirdiği iri moleküllü organik bileşikler vitamin olarak bilinmektedir. Ki; vitaminler hücre metabolizmasında katalizör olarak görev yapmanın yanı sıra hem enzim hem de koenzim fonksiyonlarına iştirak edip katalitik işlev üstlenirler. Vitaminler, çözünürlük bakımdan bir kısmı su, bir kısmı da yağ içerisinde erirler.
Bir başka önem addeden olay ise hormon faaliyetleridir. Nitekim iç salgı bezlerinin doğrudan kana saldıkları hormonlar enzim diye adından söz ettirirler. Enzimlerin sıcaklık derecesi 45 santigrat dereceye yükselirse aktiviteleri yavaşlar. Fakat 65 santigrat dereceye çıktıklarında ise inaktif hale geçerler. Enzimler daha çok iç ve dış salgı bezleri ile vücudu oluşturan doku ve organların hücreleri tarafından salgılanırlar. Ayrıca hormonlar hücre dışından hücre sitoplâzmasına sızacak birtakım biyoşimik maddelere karşı gerek kendi iç dinamiklerini, gerekse hücre içi enzimleri kullanarak canlılığın devamına katkıda bulunup, vücut için denge unsuru olurlar ki; bu olaya homeostasis denmektedir.
Vücudun en temel zaruri ihtiyacı hiç şüphesiz sudur. Dolayısıyla su, ısı sığası en yüksek bir maddedir. Tüm ihtiyaçlar giderildikten sonra kullanılmış su vücutta sidik, ter ve akciğer yoluyla dışarı atılırlar.
Bir diğer önemli madde ise glikozdur. Çünkü glikoz sayesinde enerji sağlamaktayız. Şöyle ki; bağırsaklarda emilen glikoz ilerisinde muhtemel enerji kayıplarına karşı karaciğerde glikojen halinde depo edilir. Ancak insan kanında glikoz miktarının artması durumunda şeker hastalığı riski söz konusu olabiliyor. Şayet kandaki şeker miktarı aşağı seviyelere düşerse bu seferde beyin hücrelerinde irribalite artar. Hatta kaslarda seyrelmelere bağlı bir takım arızalar nüksedecektir. O halde vücut için en ideal olan glikozu normal seviyelerde tutmak olmalıdır.
Ayrıca kan plazmasında erimiş halde O, CO2 ve N gibi gazlar da bulunmaktadır. Mesela plazmadaki albümin globülinler hücre suyu ile vücut sıvısını regüle ederler. Gama (γ) globülinler antikorlar içerisinde mikro parçacıklar halinde bol bulunup belirli hastalıklara karşı vücudun immunitesini artırırlar. Nitekim insan kanında elde edilen γ globülin kızamık, bulaşıcı ve sarılık gibi hastalıklara karşı kullanılmaktadır.
Kan dolaşımının yanı sıra göze çarpan bir diğer sistem ise Reticuloendothelial sistemdir. Örneğin; Reticuloendothelial lenf düğümleri, dalak ve kemik iliğinin kenar hücreleri, karaciğer içi boşluklarındaki yıldız şeklindeki hücrelerle birlikte Reticulo-endothelial sistem oluştururlar. Öyle ki Reticuloendothelial sistem zararlı maddelere karşı konulmasında, metabolizma işlerinde, vitamin dengesinde, kan hücrelerin oluşumunda, yağ içeren ölü kan hücrelerinin zararsız hale getirilmesinde önemli bir görev üstlenirler. Retikular bağ doku bünyesinde bol miktarda arjirofil fibriller ve lymphocyt’leri içerip, mezenşim hücrelerine benzeyen yıldız gibi dallanmış dictyocha retikulum hücrelerinden meydana gelmişlerdir.
Dictyocha hücreler fagositoz kabiliyetine sahiptirler. İnsanda uzun kemikler içerisinde sarı iliğin iç kısmında yağla doldurulmuş reticulum hücreleri bulundukları yerden yuvarlak şekil alarak ameboid hareketler yapabiliyor. Böylece reticulum hücreleri kırmızı kemik iliğindeki eritrositlerin lenf düğümleri ile dalaktaki lympocyt ve monositlerin ana hücrelerini oluştururlar. Hatta retikular, yağ, endotel ve sık hücreler dokusal karakterlerini kendilerini oluşturan hücrelerden alırlar. Hakeza sölenter canlılar (örnek: omurgasız yumuşak mercanlar) ve Aurelia aurita(denizanası)’nın üzerini ektoderm ve endoderm tabaka arası peltemsi madde doldurmuştur.
Kıkırdak doku chondrocyt hücreler ile bu hücrelerin salgıladıkları Substantia fundamentalis maddeden meydana gelirler. Kemik ara maddesi amorf olan yapıştırıcı madde ile kollajen fibrinlerden ibarettir. Amorf yapıştırıcı madde ise mineral tuzlar ile muko polisakkarit protein kompleksinden ibarettir. Kollajen fibriller kaynatılınca amorf yapıştırıcı madde glutine dönüşür. Dolayısıyla kılıf, kapsül ve kıkırdak hücresinden oluşan bu küresel yapıya chondroitin adı verilir. Nitekim kapsüllerin etrafında iç ve dış kılıf olmak üzere iki zar bulunmaktadır. Zira kıkırdak dokunun üzerini perichondrium ile örtülüdür. Kıkırdak doku genellikle omurlar arası disklerde, kulak kepçesinde, dış kulak yolu, östaki borusunda, eklem aralarında, nefes borusu, bronş, bronşçuklarda ve burnun yumuşak kısımlarında bulunmaktadır. Hiyalin kıkırdak ise anne karnındaki çocuğun iskeletinde, eklem yüzeyleri, kaburgaların bağlantı uçları, burun, larynx, trake ve solunum borucuklarında yer almaktadır.
Hyalin kıkırdakta kan damarları bulunmadığından kıkırdak basınç ve çekme güçleri fazladır. Hatta kıkırdak doku esnek olduğu için daha çok tampon vazifesi görmektedir. Aynı zamanda kıkırdak doku özel karakterini subtantia fundamentalis maddeden alırlar.
Elastik kıkırdak ile hiyalin kıkırdak birbirinin aynısı gibi olduklarından aralarında ki fark ancak çokça grup oluşturduklarında ayırt edilebiliyor. Çünkü normal gelişmesini tamamlamış hiyalinde rejenerasyon yoktur. Elastik kıkırdak genellikle kulak kepçesi, dış kulak yolu, östaki borusundaki larynx kıkırdakları, ses teli çıkıntıları ve solunum yollarında yer alır. Elastik kıkırdakta rejenerasyon olayı genellikle perichondriumda gerçekleşir. Elastik kıkırdak önce hiyalin kıkırdak halinde sahne alıp, sonrasın da elastik kıkırdağa dönüşmektedir. Elastik fibrillere elastisite kazandıran etken ise fibrilin içerisindeki elastik maddedir. Dolayısıyla elastik fibrillerin görünüşü homojen ve silindirik bir yapı göstermektedir. Ayrıca elastik fibriller birleşerek elastik ağlar meydana getirirler. Anlaşılan elastik fibrinler elastik denilen kükürt ihtiva etmeyen proteinden başkası değildir. Dahası kıkırdak kemik doku gibi bağ dokular dokusal karakterini kendilerini oluşturan hücrelerin meydana getirdiği subtantia fundamentalis denilen temel ara maddeden almaktadırlar.
Fibröz kıkırdak doku tek başına özgür olmayıp kollajen fibril demetleri arasında yer alır. Hatta kollajen fibriller ışığı çift kırıp, fibriöz kıkırdakta odacıklar halinde dağılmış hiyalin kıkırdak ile birlikte karma doku oluştururlar.
Ayrıca fibriöz kıkırdak symhony yarığı, amurlar arası diskler, çene eklemleri, göğüs köprücük kemiği, kaburga kıkırdak eklemlerinde konuşlanmışlardır.
Substantia fundamentalis daha çok aort olan yapıştırıcı (aort) madde chondrium sülfat, chondrium mucin ve glycoproteinden oluşmaktadır. Yani substantia Fundamentalis, aort olan yapıştırıcı madde ile kollajen fibrinlerden ibarettir. Bu arada chondrocyt hücrelerin sitoplâzmasında su da bulunmaktadır. Dolayısıyla chondrocyt hücrelerin hücre çeperi semipermeabldir(yarı geçirgen). Perichondrium ise kollajen ve fibröz zar ihtiva edip, kesinlikle eklem kıkırdaklarında yer almazlar.
Kollojen fibriller kükürtlü protein olan albuminoidden ibarettir. Kollojen fibriller ince düz dallanmamış fibrinlerden meydana gelip, kaynatılınca hidrolik bir çözünme ile eriyerek jelâtine dönüşürler. Kollojen fibrillere elektron mikroskobuyla bakıldığında koyu ve açık renkli segmental bir yapı gösterdiği, ayrıca her segmentin beş adet mikro segmentten meydana geldiği gözlemlenmiştir.
Kemik doku ara maddesine ilaveten ayrıca ara madde olarak kalsiyum tuzları birikmektedir. Yani bir anlamda kemik doku tek tip kemik hücreleri veya madensel tuzlarca zengin ara maddelerden meydana gelmektedir. Bu yüzden her kemik hücresi kendi çevresine bol miktarda saçağımsı uzantılar vermektedir. Kemiklerin fibril demetleri ise periosta bağlıdır. Dişlerin seman tabakası lamelsiz kemik dokuyla kaplıdır. Ayrıca kemik hücreleri mezenşim hücreleri gibi sinsityal birlikler oluştururlar. Öyle ki kemik hücreleri kemik kovuklarında yer alıp, yer aldığı kanallara kemik kanalcıkları denmektedir. Şayet kemik dokuda mineral tuzlar bulunmazsa rachitis haline dönüşmektedir. Hatta kemik yakıldığında ağırlığının %30–60 kaybeder ki bu duruma kalsifikasyon denmektedir. Fakat gün olur asidik madensel tuzlar zaman zaman kemiği eritip yumuşamasına neden olur ki bu olaya dekalsifikasyon denmektedir. Keza bir başka örnek ise canlılar öldüğünde kemikler hava veya toprak etkisiyle çürümeye yüz tutmasıyla birlikte zaman içerisinde fossilization (fosilleşme) oluşmasıdır.
Tendon ve ligamentler vücudumuzun hareket sistemi ile ilişkileri çok önem arz etmektedir. Nitekim iskelet kaslarının kemiklere bağlandığı yüzeylerini sımsıkıca kemiği tutturan etken kaynak tendonlardır. Desmocyte hücrelerin oluşturduğu tendon ve ligamentlere ait fibriller ise birbirine paralel uzanırlar. Keza hem tendon hem de ligament fibrinlerin arasını kan, lenf damarları ve sinirleri ihtiva eden gevşek bağ doku doldurmaktadır. Mesela üst-alt bacak kemiklerini pazu ile ön kol kemiklerini birbirine bağlayan ligamentler bunun tipik bir misalidirler.
Gevşek bağ doku dalgalı kollogen fibril demetleri ile elastik fibrillerden oluşmaktadır.
Yani gevşek bağ doku vücudun her yerini interstitial (ara doku) olarak dağılmıştır. Zaten bütün bağ doku çeşitlerinin ana protipini gevşek bağ doku şekillendirir. Dolayısıyla gevşek bağ doku daha birçok kas yapısında ve tendon gömleklerinde, çevresel sinir sisteminde, damarların subendotel tabakasında, mide ve bağırsakların submukozolarında görülür. Bu yüzden gevşek bağ doku son derece damar ve sinir ağı bakımdan zengindirler. Ayrıca gevşek bağ doku diğer bütün bağ ve destek dokuların rejenerasyonu ve represyonun da önemli rol oynayan temel bir dokudur.
Bağ ve destek dokunun orjini mezodermdir. Yani bağ dokuyu mezoderm hücrelerin farklılaşmasıyla teşekkül eden fibrocyte (fibroplast) hücreler oluşturur. Nitekim mezoderm hücrelerinin farklılaşmasıyla fibrocystic meydana gelmektedir. Anlaşılan bağ dokunun esas hücresi fibroplasttır. Genellikle fibroplastların çekirdekleri yuvarlak olup, sitoplazmik uzantılıdır. Bu arada bağ doku fibrilleri pullarla kaplıdır.
Areolar (ağsı) bağ dokunun en karakteristik özelliği omentumlar da olduğu gibi ürettiği zarın kalbur gibi delik deşik olmasıdır. Areolar bağ dokuyu oluşturan kollajenler kısmen geniş, kısmense dar olurlar. Tabakalaşma gösteren bağ doku ise lameller bağ doku diye ad alır.
Bağ dokuda tek veya küçük gruplar halinde görülen hücreler histiocyt hücrelerdir. İlginçtir histiocyt hücrelerin hem ameoboid hareket özelliği hem de fagositoz kabiliyetleri vardır. Ayrıca histiocyt hücreler reticuloendothelial sistemde bolca bulunurlar. Hatta insanda jelatinöz bağ dokuya çocukların göbek bağlarında rastlanır.
Mastocyte hücreler vücutta gevşek bağ doku içerisinde bulunurlar. Ayrıca mastocyte hücreler kan damarları kılcallar boyunca sıralanıp aynı zamanda karaciğerde yer alırlar. Mastocyte hücrelerin sitoplâzmaları ise iri granüller ihtiva etmektedir.
Membranöz bağ dokunun iki zar yüzeyi elastik fibrillerce doldurulmuştur. Bu yüzden
çeşitli yönlerde çaprazlama yapan kollajen fibriller membranöz bağ dokuya zar görünüşü vermektedir.
Şurası muhakkak hemen hemen bütün seröz zarlar membranöz bağ dokudan kök salmışlardır. Bu yüzden jelatinöz bağ dokusu morfolojik olarak mezenşim hücrelerine benzemektedir. Ayrıca jelatinöz bağ dokunun hücreler arası maddesi peltemsi ve saydam görünümdedir.
O halde tüm bu bilgilerden sonra hücreler arası maddenin örtü epitel ile ilişkilerine göre bez çeşitlerini:
—Bir hücreden ve çok hücreli salgı bezleri diye kategorize edilirler.
Şekillerine göre çok hücreli bezler;
—Boru biçimdeki tubular bezler
—Basit ve bileşik alveolar bezler diye tasnif edilir.
Salgı çeşitlerine göre ise;
—Albuminoz bezler
—Mukoz bezler
—Seromukoz bezler diye tasnif edilirler.
Yağ asitleri de doymuş ve doymamış ikiye ayrılır.
Doymuş yağ asitleri;
—Asidik asit
—Bütirik asit
—Palmitik asit
—Stearik asitten müteşekkildir.
Doymamış yağ asitler ise;
—Oleik asit
—Linoleik (linolenik) asitlerden oluşur.
Bilindiği üzere deri altı yağ lobcukları, yağ hücreleri ve kılcal damar ağı ile sarılmıştır. Yağ dokunun orijini mezoderm olmakla beraber yağ dokuya şekil veren yağ hücreleridir. Yani bir noktada yağ dokusuna has birtakım özellikleri yağ hücreleri belirlemektedir. Bu yüzden yağ sentezi yapan hücrelere lipoblast (steoroblast) denmektedir. Mesela yağ sentezi esnasında oleik asit fazla kullanıldığında yağın katılığı azalabiliyor. Keza yağ sentezinde palmitik veya stearik asit fazla olduğunda ise meydana gelen yağ ister istemez katı olacaktır. Yağ dokusunun önemi şuradan belli ki çeşitli mekanik etkilere karşı yumuşak bir tampon vazifesi görmektedir. Yağ dokuya deri altında, amentum’da, mezenterium’da, periton altında, böbreklerde, yürekte depo yağ olarak rastlanır. Yağ hücreleri özellikle dokularda yer alıp, yağ asitlerini sitoplâzma içerisinde sentez etmesiyle birlikte gittikçe büyüyen yağ maddesine dönüşürler. Böylece teşekkül eden yağ maddesi oleik, palmitik ve stearik asit gibi birçok esterler tarzında sahne alırlar. Yağ hücreleri daha çok deri altında, böbrek yürek ve omentum zarları üzerinde koyunların kuyruklarında kuyruk yağı olarak ta dikkat çekerler.
Pigment hücreleri ise kafatasın orbit denilen boşluktaki corium (dermis/derma) tabakasında ve gözün iris tabakasında yer alırlar. Dolayısıyla pigment hücreleri bir noktada vücudun kramotofor unsurları sayılırlar.
Temel yapı bakımdan duyu hücreleri;
—Primer duyu hücreleri
—Sekonder duyu hücreleri
—Duyu sinir hücreleri diye üç ana tipe ayrılır.
Bağ ve destek doku çeşitleri
—Bağ dokusu
—Yağ dokusu
—Reticular bağ dokusu
—Kan dokusu
—Kıkırdak dokusu
—Kemik dokusu vs.
Bağ dokusu da kendi içerisinde;
—Jelatinöz(mükoz) bağ doku
—Gevşek bağ doku
—Lameller bağ doku
—Membranöz bağ doku
—Areolar bağ doku
—Kollajen bağ doku(birleştirici doku)
—Arjirofil fibriller(retikulum fibriller)
—Tendon ve ligamentler(düzensiz sıkı bağ dokusu) diye birçok türleri vardır.
Bağ doku hücreleri;
—Fibroplast hücreleri
— Histiocyt hücreleri
—Plasmocyte hücreleri
—Yağ hücreleri
—Pigment hücreleri
—Mastocyte hücreleri tarzında değişik tip gösterirler.