DAĞLAR DÜNYA DÖNÜŞÜNÜN ŞAHİDİ
DAĞLAR DÜNYA DÖNÜŞÜNÜN ŞAHİDİ
ALPEREN GÜRBÜZER
Camid statik, durağan ve hareketsizlik demek. Zira cansız maddeler sandığımız dağ, taş, toprak vs. bunun en tipik misalleri zaten. Şu halde nebatat ismiyle bitki, hayvanat demekle hayvan âlemi kast edilir. Nitekim beşeriyet derken insanlık anlaşılıyor.
Bir zamanlar Batlamyus teorisi ısrarla savunanlar; dünya sabit, güneşse onun etrafında dönmekte derken Kuranı Kerimin; “Güneş ve ayın hareketleri bir hesaba göredir” (Rahman, 5), “Ne güneş aya yetişip çatışır, ne de gece gündüzü geçer. Her bir ayrı ayrı yörüngelerde yürürler”(Yasin, 40) tarzında haber verdiği ayetlerden habersizdiler. Ne yazık ki uzun yıllar insanoğlu bu teoriyle oyalanıp durdu. Ta ki batıda Galile çıkana kadar bu yalan devam etti. Neyse ki Galile’den 7–8 yüzyıl önce bir kısım İslam âlimleri güneşin etrafında dünya dönüyor diyebilmişlerdi. Fakat İslam âlimlerinin Galile’ye göre avantajları vardı. Çünkü önlerinde rehber olarak Allah’ın kelamı vardı. Fakat ilerleyen teknolojik gelişmeler sayesinde güneşinde birkaç manevrayla seyr-i âlem eylediği belirlendi. Mesela birinci manevra kendi ekseni etrafında dönmesi, ikincisi Vega yıldızına doğru seyri âlem eylemesidir. Hatta bu seyri âlem manevrasına gezegenler, kuyruklu yıldızlar, meteorlar vs. hepsi dâhildir. Demek ki yanılan sadece Batlamyus değilmiş neredeyse tüm insanlık yanılmış. Kaldı ki dağları bile sabit sanmışız. Oysa dünya döndükçe dağlar da dönmekte. Nitekim Kur’an-ı Mucizül Beyan asırlarca öncesinden hareketsiz sandığımız dağların hareketli olduğunu bize haber veriyor. Anlaşılan durağan olan dağlar değilmiş sanki bizlermişiz. Baksanıza evrende muhteşem bir döngü olmasına rağmen hala şaşkınız. Bu nedenle ezeli ilmiyle bu ahval-i durumumuza vakıf olan Allah-ü Teala mealen; “Sen dağları görür de onları camid (hareketsiz, cansız) sanırsın. Oysa onlar bulut gibi yürümektedirler. Bu her şeyi sapa sağlam yapan Allah’ın sanatıdır. O yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır”(Neml suresi ayet 88), “Dağları (nı) sapa sağlam dikti”(Naziat,32) diye beyan buyurmaktadır. Gerçekten esen rüzgârlar genelde batıdan doğuya doğru esmekte, dolayısıyla bulutlarda bu güzergâhta seyri âlem eylemektedir. O halde galiba bu izah tek başına dünyanın dönüşünü ispatlamaya yeter, artar bile.
Yer kürenin ilk yaratılışı tıpkı anne karnında ki yaratılış gibidir. Şöyle ki Big-bang hadisesiyle birlikte kızgın alev top halinde oluşan dünyamız bir takım aşamalar kaydedip soğuması sonucunda dağlar sahne almaya başlamıştır. Öyle ki kızgın alev topu görünüm içeren dünyamızın soğuması milyon kere rakamla ifade edilebilecek bir süreçte gerçekleşmiş, akabinde ağır madenler yerin merkezinde, hafif madenler yer kabuğu dışında yer alarak bugünkü konuma kavuşmuştur. Zira birçok bilim adamı dağların büyük bir Tufan hadisesinden sonra kıtaların kayıp çarpışması sonucu ortaya çıktığı kanaatindedir. Belli ki dağlar ansızın doğmamış, adeta tabiata büyük çapta neşter atılmasıyla birlikte şekillenip sahne almış. İşte o gün bugündür büyük Tufan sonrası sahne alan dağları durağan zannederiz. Oysa onlar hareket halindeler. Sadece hareket mi, elbette hayır. Bundan başka yerin merkezine ilerledikçe silisyum ve magnezyumca zengin ağır madenlerin bulunduğu sima tabaka sayesinde denge ayarı vazifesi yaparlar. Nitekim Alman jeofizikçi A. Wegener’in 1917 yılında ortaya koyduğu teoride yer kabuğunu oluşturan kütlenin (Sial) sıcak ve akıcı magma sıvısı (Sima) üzerinde hem yatay hem düşey iki ana eksen üzerinde yüzdüğünü ileri sürmüştür. Bu açıklama iyi hoşta, peki bu yüzen gemi nasıl oluyor da rotadan çıkmıyor sorusu akla gelmekte. Bu gemiyi yüzdüren güç elbet kontrolü sağlayacaktır. İşte bu noktada yüzen bir geminin kumandanı hiç kuşkusuz dağlara verilmiş. Rabbül âlemin; “Dağlar arasından da maksatlarına ulaşsınlar diye bol bol yollar açtık” (Sebe,12) ayetiyle bu durumu teyit ediyor. Şöyle ki; dağlar devasa ağırlıkta özelliklerinden dolayı yeryüzü hareketlerini gerektiğinde frenlemekte, gerektiğinde fay kırılmalarına ve sarsılmalara mani olabiliyor. Yani dağlar dünyamıza direk ve kolon görevi yapıp muhtemel sarsıntılara karşı denge ayarı sağlamakta. Simanın üzerinde ise uzantılar halinde sial tabakası vardır. Özellikle bu tabaka silis ve alüminyumca zengin olup simaya çakılı vaziyettedir. İşte bu çakılma sayesinde yerküreyle kıtalar birbirine bağlanabiliyor. Bu bağlantı olmasa belki de dünya her an ve her saniye depremlerden, çalkantılardan başını alamayacaktı. Bu yüzden Rabbül âlemin; “Allah-ü Teala yere sizi sarsar diye, ağır baskılar koydu”(Müminin,18) diye beyan buyurmaktadır. Hakeza yanardağların bu öfkesi olmasaydı yine dünyamız her an, her salise depremlerden geçilmeyecekti. Yanardağlar bir nevi yerin altında kaynayan kazan misali hararet giderici görev yapıp yer kabuğunu sakinleştirici rol üstlenmişlerdir. Hatta bu arada lavlar sayesinde insanoğlu değişik türden kayalaşmış maden elde etme şansıda yakalamış oluyor. O halde bizi dünya gemisinde denge içinde tutan Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. Tefekkür yönümüz zayıf olsa bile, bu böyle biline.
Velhasıl; Şairin dediği gibi ‘Dünya döner, devran döner, sonunda her şey aslına döner.’
Vesselam.
https://twitter.com/#!/Alperengurbuzer
dedekorkut1
24 Aralık, 2021 - 12:44
Kalıcı bağlantı
DAĞLAR DÜNYANIN DÖNDÜĞÜNÜN ŞAHİDİDİR
DAĞLAR DÜNYANIN DÖNDÜĞÜNÜN ŞAHİDİDİR
SELİM GÜRBÜZER
Camid: statik manasına gelen durağan ve hareketsizlik demektir. Ancak şu da var ki; görünürde durağan ve hareketsiz sandığımız dağ, taş, toprak vs. türden varlıklar aslında dünya ile birlikte hareket halindedirler. Nitekim maddenin en küçük birimi atom çekirdeği etrafında pervane olan elektronların döner halde var oluşu çıplak gözle göremediğimiz bir hareketliliğin tipik örneğini teşkil eder zaten. Hiç kuşkusuz gözle görülür canlılığı ve hareketliliği de sadece nebatat âleminde (bitki âleminde), hayvanat âleminde (hayvan âleminde) ve tüm beşeriyet âleminde ( insanlık âleminde) görmekteyiz.
Konuk olduğumuz dünyamız görünürde her ne kadar hareketsiz veya sabitmiş gibi görünse de aslında kazın ayağı hiçte öyle değilmiş meğer. Baksanıza bir zamanlar tüm insanlık, Batlamyus teorisini baş tacı yapıp ısrarla dünyanın sabit, güneşin ise onun etrafında dönmekte olduğu zannına kapılmış bile. Ne diyelim, işte görüyorsunuz tüm insanlık bir zamanlar Batlamyus’un öğretilerine kapıla dursun, oysaki asırlar öncesinden Kuranı Kerim’de bu husus:
- “Güneş ve ayın hareketleri bir hesaba göredir” (Rahman, 5),
-“Ne güneş aya yetişip çatışır, ne de gece gündüzü geçer. Her bir ayrı ayrı yörüngelerde yürürler” (Yasin, 40) diye beyan buyrulan ayetlerle dünyanın güneşin etrafından döndüğünü ve belli bir hesaba göre yörüngelerinde hareket ettiğini haber vermekteydi. Amma velakin, gel gör ki insanoğlu bu ayetlere kulak vermek yerine epey bir zamandır içi boş teorilere kulak kabartaraktan oyalanıp ömürlerini heba etmeyi yeğlemişlerdir. Ta ki Batıda aklı başında biri, yani Galileo çıkıverdi, işte o zaman ancak bu içi boş teorilerin yerle yeksan olacağı günlerin eşiğine gelinebildi. Malumunuz Doğuda ise Galileo’dan 7–8 yüzyıl önce ancak bir kısım İslam âlimleri güneşin etrafında dünyanın dönüyor olduğunu dillendirebilmişlerdir. Neyse ki İslam âlimlerinin Galileo’ya göre avantajlı durumları söz konusuydu. En azından önlerinde kendilerine rehber olarak alacakları Yüce Allah’ın kelamı vardı. Buna rağmen yine de eksik bilgilenmeler Müslüman toplumlar içinde sıkıntılı bir durumdu. Derken keşfedilen teknolojik gelişmeler sayesinde eksik olan sıkıntılar zaman içerisinde bir bir aşılıp sadece dünyanın değil güneşin de belli bir hesaba dayalı kendine has hareket manevrasıyla seyr-i âlem eylediği kanaati hâsıl olmuştur. Nasıl mı? Dünya bu seyr-i âlem manevrasını üç aşamalı olarak gerçekleştirdiği, mesela birinci manevrasını kendi ekseni etrafında dönmesiyle, ikincisini ise Vega yıldızına doğru seyri âlem eylemesiyle gerçekleştirdiğinin belirlenmesiyle kanaat hâsıl olmuştur. Keza tüm bu seyr-i âlem manevralar sadece dünya veya güneşe özgü kılınmış değildir, tüm bu manevra alanlarına gezegenler, kuyruklu yıldızlar, meteorlar gibi nice gök cisimleri de dâhildirler elbet.
Evet, yukarıda mevzubahis ettiğimiz tüm zamanların gelişme evrelerinden elde edilen veriler ışığında öyle anlaşılıyor ki, geçte olsa en nihayet gelinen noktada döngü âlem hususunda sadece yanılan Klaudyos Batlamyus ve onun izinin izi sürenler değilmiş, neredeyse hemen hemen tüm insanlık yanılmış gözüküyor. Hatta tüm insanlık gözü önünde hareketsiz sandığı dağları bile yerinde çakılı sabit halde sanmıştır. Dedik ya, dünya döndükçe dağlar da bu eksen üzerinde birlikte dönmekteymiş meğer. Neyse ki Yüce Allah (c.c) Kur’an’da mealen dünya ile birlikte dağlarında hareketli olduğunu haber vermesiyle geçte olsa uyanabilmişiz. Bu demektir ki uyuyan ve durağanlaşan dağlar değilmiş, tam aksine Kur’an ayetlerinden bihaber olacak kadar gözü kapalı durağanlaşanın ta kendisi biz aciz kullarmışız. Kelimenin tam anlamıyla dur durak bilmeyen bu döngü âleme bakar kör kalmışız. İşte Yüce Allah (c.c) ezeli ilmiyle kullarının basiretsizlik halini Kur’an’da mealen şöyle duyurur da:
-“Sen dağları görür de onları camid (hareketsiz, cansız) sanırsın. Oysa onlar bulut gibi yürümektedirler. Bu her şeyi sapa sağlam yapan Allah’ın sanatıdır. O yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır” (Neml suresi ayet 88),
-“Dağları(nı) sapa sağlam dikti” (Naziat,32).
Gerçekten de yukarıda zikredilen ayet-i celilerden de anlaşıldığı üzere esen rüzgârlar genellikle batıdan doğuya doğru esmekte, dolayısıyla bulutlarda bu istikamet üzere seyri âlem eylemektedirler. Madem öyle, bu gözlenen tespit bile tek başına dünyanın dönüşünü ispatlamaya yeter, artar da. Tek kelimeyle evrende muhteşem bir döngü âlem söz konusudur.
Yer kürenin ilk yaratılışı tıpkı anne karnında ki yaratılışı gibidir. Şöyle ki; Büyük patlama denen Big Bang hadisesiyle birlikte kızgın alev bir küre halinde oluşan dünyamız, bir takım aşamalar kaydedip soğuması sonucunda dağlar gün yüzüne çıkıvermiştir. Öyle ki kızgın alev küre görünümü içeren dünyamızın soğumasının milyon kere rakamlarla ifade edilebilecek bir sürecin akabinde ağır madenler yerin merkezinde, hafif madenlerinse yer kabuğunun dışında yer almak üzere bugünkü konumunu almıştır. Dahası birçok bilim adamının kanaati odur ki; ister adına büyük patlama hadisesi densin, ister büyük bir tufan hadisesi densin hiç fark etmez, sonuçta bu tür yaşanan hadiselerin sonrası kıtaların kayıp çarpışmasıyla dağların ortaya çıktığıdır. Burada bilim adamlarının ileri sürdükleri tezlerinden de anlaşılan odur ki dağlar ansızın ortaya çıkmış değil, bilakis dünyanın oluşumunda ortada ilahi kudretin tabiata “Ol” emri doğrultusunda bir dokunuşla nizam verilip sahne almışlığı söz konusudur. Ama her nedense insanoğlu o gün bugündür yaşanan Büyük Tufan hadisesi sonrası sahne alan dağları durağan zannetmiştir hep. Oysaki durağan sanılan dağlar meğer hem kolon hem de kiriş görevi ifa ederekten dünyamızın seyr-i âlemini dengede tutmaktalarmış.
Peki, dağlar seyir halindeki dünyamızın kolonları ve kirişleri olarak mı sadece görev üstlenmiş durumdalardır, elbette ki bu görevinin yanı sıra arz kabuğunun merkezine ilerledikçe silisyum ve magnezyumca zengin ağır madenlerin bulunduğu sima tabakalarını da dengede tutma misyonu yüklenmiş durumdalardır. Zira Yüce Allah (c.c) Kur’an’da denge âlem hususunda “Gökten uygun ölçüde su indirir, onu arzda tutarız. Kuşkusuz bizim onu gidermeye de gücümüz yeter” (Müminin,18) diye beyan buyurmaktadır. Kaldı ki bu hususta Alman jeofizikçi Alfred Lothar Wegener bizatihi 1917 yılında ortaya koyduğu teorisinde yer kabuğunu oluşturan kütlenin (Sial) sıcak ve akıcı magma sıvısı (Sima) üzerinde hem yatay hem de düşey iki ana eksen üzerinde yüzdüğünden söz etmişlerdir. Tabii bu söz ettiği açıklama iyi hoşta, fakat insanı bu arada düşündüren acaba hareket halinde bu yüzen gemi nasıl oluyor da rotadan çıkmıyor doğrusu akıl havsalamızın almayacağı bir durumdur bu. Her ne kadar bu durum insanoğlunun öteden beri aklını kurcalasa da sonuçta unutmayalım ki bu gemiyi ‘ol’ deyip yaratan Yüce Yaradanımız (c.c), yine bu geminin dümeninin kontrolünü tutacak bir güç kumandasını da beraberinde yaratıp öyle yüzdürecektir elbet. Nitekim de bir bakıyorsun bu yüzen geminin güç kumandasının dağların omuzları üzerinde olduğunu görmekteyiz. Zira Rabbü’l âlemin beyan buyurduğu; “Yeryüzünde onları sarsmasın (süratle dönen Dünya’nın dengesi bozulmasın) diye, sabit dağlar yarattık ve doğrusu gidebilsinler diye (karada, denizde ve havada) geniş yollar açtık” Dağlar arasından da maksatlarına ulaşsınlar diye bol bol yollar açtık” (Enbiya suresi, 31 ayet) ayetiyle bu durumu teyit ediyor zaten. Şöyle ki; dağlar devasa ağırlıkta özelliklerinden dolayı yeryüzü hareketlerini gerektiğinde frenlemekte, gerektiğinde fay kırılmalarının ve sarsılmaların önüne de geçebiliyor. Bir başka ifadeyle bu demektir ki dağlar dünyamıza direk (sütun) veya kolon görevi yaparaktan arz üzerinde oluşabilecek her türden sarsıntılara karşı dünyanın denge ayarını sağlamakta. Malumunuz yer kabuğunun alt tabakası olarak bilinen simanın üstünde uzantılar halinde sial tabakası vardır. Özellikle bu tabaka silis ve alüminyumca zengin maddeleri bünyesinde taşıyan simaya çakılı vaziyette bir tabakadır. İşte bu çakılı hali sayesinde yerküreyle kıtalar birbirine bağlanabiliyor. Belli ki söz konusu bağlantı olmasa konuk olduğumuz dünya her an ve her saniye depremlerden, çalkantılardan başını asla alamayacaktı. Rabbü’l âlemin bu nedenledir ki nüzul eylediği bir ayet-i celilesinde; “ (Dünya kendi etrafında saatte 1670 km; Güneş’in etrafında ise saatte 108 bin km hızla dönerken) Sizi sarsıntıya uğratmasın diye, yer (küre)de (balans –ağırlık kurşunu- gibi) sağlam dağlar bıraktı; (ayrıca ulaşımda yararlanmanız için) ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki hidayet olunur (yolunuzu bulur)sunuz (bunları meydan getirmiştir)” (Nahl suresi, 15) diye beyan buyurmuştur. Hele hele bir kısım patlamaya hazır ya da patlamış yanar dağlarda vardır ki, şayet iç bünyesinde patlamaya hazır volkan kaynamaları olmasa hiç kuşkusuz ki dünyamız yine ikide bir zıp zıp her an, her salise depremlerden başını alamayacaktı. Besbelli ki yanardağlar bir nevi yerin altında kaynayan kazan misali hararet giderici görev üstlenerekten yer kabuğunun sükûnetini sağlamaktalardır. Hatta bu arada yanardağ lavları sayesinde insanoğlu da değişik türden kayalaşmış madenleri üretimde kullanmak üzere ekonomik yönden değerlendirme şansı yakalamış olur da. Nitekim durağan ve cansız sandığımız dağlar, taşlar, topraklar bir bakıyorsun aynı zamanda katma değer nimetler olarak karşımıza çıkabiliyor. Madem öyle, şimdi tam da zamanı bizi dünya gemisi içerisinde dengede tutan Rabbimize ne kadar şükretsek azdır dersek yeridir.
Velhasıl-ı kelam; şairin dediği gibi ‘Dünya döner, devran döner, sonunda her şey aslına döner.’
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/yazar/selim-gurbuzer/daglar-dunyanin-dondugunun-sahididir-5418-kose-yazisi