DAĞ, TAŞ VE BÜTÜN KÂİNAT ŞAHİTTİ, YA DİĞERLERİ

DAĞ, TAŞ VE BÜTÜN KÂİNAT ŞAHİTTİ, YA DİĞERLERİ
ALPEREN GÜRBÜZER

Peygamberliğin bildirileceği alametler görünür hale gelmeye başladı. Dağ, taş ve bütün kâinat müjdelemek için hal lisanı ile Peygamberliğini ilan etmeye başladı. Şöyle ki; Allah Rasulü yürüyordu, bir ses:
— Es-Selamü aleyke Ya Rasulullah!
Heyacanlanmıştı, sağa baktı sola baktı derken yine aynı duyuru:
— Selam olsun sana Ey Allah’ın Rasulü!
Etrafa baktı kimsecikler yok, sonunda buldu, ses taştan geliyordu. Taş peygamberliğini tasdik etmişti. Kelimenin tam anlamıyla dağ, taş O’nun peygamber olduğuna şahitlik yapmıştı. Adeta selama durdular. Olanları Hatice validemize anlattığında garipsemedi, aksine sevindi ama, Rasulüllah bir süre yalnız kalma ihtiyacını hissetti kendinde. Hatice annemizce hazırlanan azıkla Hira dağının yolunu tuttu. Hira’ya vardığında bir mağaranın önüne geldi ve orda konakladı. Azığı tükendiğinde her defasında annemizce heybesine azık yerleştirilip uğurlanıyordu. Günler ardı ardı ardını kovalarken bir seher vakti şimdiye kadar hiç görmediği bir varlık karşısına çıkıverdi ve:
— İkra! Dedi. Yani oku..
Rasulüllah:
— Ümmiyim, yani ben okuma bilmem ki, deyince Cebrail tekrar:
—Allah’ın adıyla oku! Dedi.
Allah Rasulü Cebrail’in her defasında oku israrına aynı cevabı verdi, üçüncü kez oku dediğinde vahyi ruhuna nakşetti ve okumaya başladı:
-‘’İkra Bismi Rabbike.. Oku Yaratan Rabbin adıyla. O insanı bir damla kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin sonsuz ikram sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten ve insana bilmediğini talim eden O’dur.’’
Evet! Cebrail Meleği de tıpkı dağ, taş gibi Peygamberliğini hem duyurdu hemde şahit oldu. Şimdi O İlk vahiyle son peygamber, aslında ilk Peygamber.. Nasıl mı? Rabbül Âlemin; ‘Ya Habibim sen olmasaydın, sen olmasaydın, sen olmasaydın bütün felekleri yaratmazdım’ dediği için ilk nur, yani ilk Peygamber sayılır. Artık O, Abdullah’ın yetimi olarak gittiği Hira’dan Allah’ın Rasulü olarak hane-i saadetine döndüğünde:
— Ya Hatice! Üzerimi ört, dedi. Annemiz örttü, belli ki ilk gelen ayetin tesirini üzerine atamamıştı, zıngır zıngır titriyordu. Kendine geldiğinde yaşadıklarını bir bir Hatice annemize anlatınca, Hatice validemiz bu konulara vakıf olduğundan emin olduğu amcasının oğlu Varaka’ya birlikte gittiler. Ona da olanları anlatıldı. Varaka üç defa ; ‘’O gördüğün
Kudüs, Kudüs, Kudüs..’’, yani Ruhul Kudüs olan Cibrildir dedi.
İlk İkra ayetinin üzerinden yirmigün geçmişti ki 20.nci güne gelindiğinde yine Rasulüllah Hira dağından dönüşte ansızın:
- Ya Muhammed!.. Ya Muhammed!.. Sesini işitince yine aynı meleği gördü, etkisine girdi, Hatice validemize tekrardan:
- Üzerimi ört, üzerimi ört.. Dedi.
Örtünün altında bir müddet soluk aldıktan sonra Allahü Teala kalbine ikinci emri vahyetti:
- ‘’Ey Örtüsüne bürünüp sarınan Nebi, kalk Allah’ın azabını haber ver. Sadece Rabbini tanıt. Elbiseni temiz tut ve pislikten ibaret olan putları terk etmekte daim ol.’’
O’nun peygamberliğine bütün cansız âlem şahit, ardından Cibril Emin ve sonrada Sevgili eşi Hatice annemiz şahit oldu. Nüzul olan ikinci ayeti O’ndan işitince tereddütsüz iman etti. Ticari ve hayat arkadaşlığı, hidayet arkadaşlığı ile yeni bir çehre kazandı. Allah’a iman güzeldi, ama Yaratana nasıl tazimde bulunulacaktı düşüncesi zihinlerinde yankılandı, derken Cebrail birgün Allah Rasulüne bu düşüncelerine cevaben yere sondaj vurunca su kaynamaya başladı, akabinde abdest alıp Rasulullah’a tarif etti ve en nihayet namaz öğretildi. Rasulullah’da Hatice annemize rehberlik edip öğrendiklerini tatbik eyledi.
O günlerde Ebu Bekir kalbini ferahlatacak dost aradı. Ansızın aklına El emin geldi, buluştular, rüyalar, Hira’da gördüğü Melek ve bütün yaşadığı olaylar tane tane anlatıldı ve dine davet edildi. Hz Ebubekir tereddütsüz, hiç düşünmeden:
— Saddak, dedi. O gerçekten de Sıddik’ül Ekber lakabını hak etmişti, ölü teneşirinde ölü yıkayıcısının elinde teslim olur gibi teslimiyet doruğuna ulaştı. Teslimiyetle yetinmedi derhal tebliğ görevini üstlenerek Osman’a anlattı ve cevaben:
—Beni O’nun yanına götürün dedi. Gidildi, böylece Hz.Osman’da iman halkasına dâhil oldu. Hz. Ebubekir’le görüşmelerin ardından genelde duyulan tek cümle:
‘Eşhedu Enlailahe illallah ve Eşhedu Enne Muhammedürrasulullah’ kelime-i tevhidi idi. Dağ, taş ve hidayet güneşi üzerine düşmüş olan herkes O’nun Rasul olduğuna şahit artık.
Sıra akrabaya gelmişti.
Allahü Teala:
-‘’ En yakın akrabanı dinine davet et… Eğer sana isyan ederlerse ben sizin yaptıklarınızdan uzağım de.. Allah’a tevekkül et..’’ fermanıyla Yüce Peygamberimiz akrabasını dini tebliğ için yemeğe davet etti. Herkes doyasıya yemeklerini yedikten sonra Allah Rasulü maksadını anlatmak için söze başlayacağı sırada Ebu Leheb ayağa kalkıp:
- Vallahi, bu adam sizi sihirledi, tarzında yüksek sesle bağırarak yemek ziyafetini sabote etti.
Böylece dağ, taş bütün cemadat O’nun Peygamberliğine şahit olmuştu, ama Ebu leheb tasdik etmemişti, üstelik onun yüzünden misafirler dağılmak zorunda kaldılar. Birgün sonra Ebu Leheb’e duyurulmadan ziyafet daveti gerçekleşti ama, bir şekilde Ebu Leheb farkına vararak davetsizde olsa akrabalar arasında yerini aldı ve yine aynı çirkin sahneleri sergilemeden geri durmadı. Üstelik Rasulüllah(s.a.v) ‘a hakaret boyutunuda aşan cümleler de sarf etti:
- Senin kadar kötü bir iş teklif eden görülmemiştir, hakaretvari sözleriyle noktalayarak davete gölge düşürdü.
Aradan geçen bir zamanda akrabaya tebliğ emrini Cibril Emin yeniledi, yine davet edildiler, davette Allah Rasulü dinimizi tebliğ ettikten sonra:
- ..İçinizden bu uğurda bana yar ve yardımcı olacak olan var mı?
Kimse cesaret edemedi, içlerinde en genç hatta çocuk yaşta sayılan Hz Ali’den ses geldi:
— Ya Rasulüllah! Ben varım, dedi.
Genç Ali’den yürek dolu ses gelirken, amca Ebu Leheb hala ortalığı karıştırmaya devam ederekten:
—Eğer Araplar ayaklanırsa halimiz nice olur? Sözlerini sarf etmeye başladıysa da Ebu Talip:
— Canımız sağ olduğu müddetçe, O’nu koruyacağız, sözünü verdikten sonra yeğeni Rasulüllah’a dönüp:
— Halkı nezaman Allah’a davet ettiğin zaman bize bildir ki gelip seninle silahlanıp sana yardım edebilelim, sözlerini ilave etti.
Bu son yemek davetinde tebliğe icabet etmeseler de aslında iyi bir sonuç alındı denilebilir. En azından gelen baskılara karşı himaye edeceklerinin taahhüdünü verdiler.
Akraba’ya iman’a davetten sonra bu sefer halka yönelik vahiy nüzul oldu:
-‘’ Emrolunduğun dini onlara… Tekrar tekrar anlat.’’
Gelen bu vahiyden sonra gizli gizli tebliğ devri son bularak, Allah Rasulünün Safa tepesinde:
- Ya Sabahah , Ya Sabahah!.. İlanıyla toplanan halka açıktan tebliğ dönemine girilmiş oldu. Yankı bulan bu sesle toplanan kalabalığa karşı:
— Ey Kureyşliler! Size şu dağın arkasında bir süvari birliğinin üzerimize saldırmak üzere geldiğini söylersem beni tasdik eder misiniz?
Halk:
—Ey El Emin! Seni şimdiye kadar yalan söylediğine şahit olmadık ki, elbette inanırız dediler.
Nebiyyi Ekrem:
—O halde Sizleri Allah’tan başka mabud olmadığına ve benimde O’nun elçisi olduğumu kabül edin.
Ebu Leheb akrabanın yanında yaptığı rezaletlerin bir benzerini halkın gözü önünde de devam ettirerek:
-Kahrolası, elleri kuruyasıya, bizi bunu için mi topladın serzenişinde bulunarak Efendimize doğru taş fırlatmaktan geri durmadı.. Dağ, taş şahit, hatta bütün cemadat O’nu andı, fakat el Emin bildikleri O Yüce peygamberi, peygamberlik sözkonusu olduğunda tasdik etmediler.
Ebu Leheb yaptığı kötülüklerle yetinmeyip üstüne üstelik karısıyla birlikte Nebiyi Ekrem hane-i saadetinden çıktığında eşiğine pislikler yığarak alay ediyorlardı. Bardağı taşıracak cinsten çirkin eylemleri neticesinde hakkında değişmez hükmü nazil oldu:
-‘’ Tebbet yeda Ebu leheb.. Elleri kurusun Ebu Leheb’in. Gerçektende kurumuştur. Onun malıda, kazanıp biriktirdiği de fayda vermemiştir. O kıyamet günü alevli bir ateşe girecektir. Karısı da bükülmüş bir iple odun taşır olduğu halde o ateşe girecektir.’
Bu ayet indiğinde bomba etkisi yaptı, döne dolaşa Ebu Lehebin kulağına geldi. Hala o ilahi ikazdan ders almamakta israr ederek yine biriktirdiği pisliği Efendimizin üzerine boşaltacağı sırada Kardeşi Hamza yetişti ve pisliği ağabeyisi Ebu Leheb’in başına boşaltırak:
— Bu yaptığın ayıp değil mi? dedi.
Ebu Leheb kendisi hakkında inen ayetleri okuyarak:
— Peki, buna nedersin hiç bir insan amcasını cehenneme layık görür mü?
Hamza:
- Demek ki hak ediyorsun, niye bizim için böyle bir şey demiyor, korkarım bu durumun şakası yok, heran sözkonusu alevli ateş başına gelebilir..
Ebu Lehep, kardeşinin kafasına pislikleri dökmesine fiziki tepki göstermemesinin nedeni, olur ya birgün Hamza’da iman eder endişesinden dolayıdır. Oysa endişeye mahal yok, nitekim bu olayın üzerinden fazla bir zaman geçmeden Hamza’nın kararı gecikmedi, O’da Yeğenin tasdik ederek iman halkasına dâhil oldu. Ebu Leheb duyunca adeta sinir küpüne döndü, intikam duyguları iyice koyulaşarak oğullarına Peygamberimizin kızlarını boşamasını istedi. Aslında bu intikam sayılmazdı, bilakis farkına varmasa da Mevla’nın bir ödülünü kendi elleriyle gerçekleştirilmiş tezahürüdür. Çünkü Nebiyyi Ekremin böyle şirret aile ile nikâh bağı olmasın diye, belli ki Yüce Yaratan arzu etmemiş.