Çeşitli sual ve cevaplar
Sual: İctihad ve mezhep nedir?
CEVAP
İctihad etmek, mezhep kurmak, dinimizin emridir. Resulullah efendimiz, Hz. Muaz’ı Yemene hakim olarak gönderirken, (Orada nasıl hükmedeceksin?) buyurunca, (Allah’ın kitabı) ile dedi. (Allah’ın kitabında bulamazsan?) buyurdu. (Resulullahın sünneti) ile dedi. (Onda da bulamazsan?) buyurunca, (ictihad ederek) dedi. Resulullah efendimiz, (Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi)
Allah ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak gerekirdi. Farzı yapmayanlar günaha girer, kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hâli güç olurdu. Böylece mezhepler meydana geldi.
Eshab-ı kiramın tamamı müctehid ve mezhep sahibi idi. Bunun için Peygamber efendimiz, (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete kavuşursunuz) buyurdu. Mezheplerinin tamamı kitaplara geçmediği için, bugün hiç kimse, mesela (Ben Hz. Ömer’in mezhebindeyim) diyemez.
Mezheplere bağlı hiçbir âlim, ictihad derecesine yükselse bile, mezhebinin imamının üsul ve kaidelerine, hiçbir zaman muhalefet etmez. Mezhepsiz olan hiçbir İslam âlimi yoktur.
Müctehid kime denir?
Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmeyen hususları, açıkça bildirilenlere benzeterek, hüküm çıkaran derin âlimlere (Müctehid) denir. Eshab-ı kiramın hepsi müctehid idi. Sünnette kapalı kalan yerleri, müctehid âlimler açıklamış, mezhepler meydana çıkmıştır. Bu mezheplerden yalnız dördü kitaplara geçmiş, diğerleri unutulmuştur.
Bu mezheplerin imanları, Eshab-ı kiramın ortak imanıdır. İmanda ayrılık caiz olmaz. Bu dört hak mezhebe, (Ehl-i sünnet) denir. Bu dört mezhepten hiçbirine uymayana mezhepsiz denir.
Sual: Annemle beyim Şafii mezhebindedir. Babam ise Hanefi mezhebindedir. Benim, beyimin mezhebine mi, yoksa babamın mezhebine mi girmem gerekir?
CEVAP
Bir kimse, hangi mezhebin hükümlerini iyi biliyorsa, o mezhebe göre amel eder. Babasının veya beyinin mezhebine göre amel etmesi gerekmez.
Türkiye’de Hanefi mezhebi daha yaygın olduğu ve Hanefi mezhebine ait Türkçe kitaplar daha çok olduğu için, Hanefi mezhebine göre amel etmeniz daha uygun olur.
Bazen Hanefi, bazen Şafii mezhebine göre hareket edilmez. Sadece, yapılması emredilen bir işi kendi mezhebine göre yapmak imkanı yoksa, o zaman diğer üç mezhepten birini taklit ederek o işi yapmak caiz ve gerekir. Sıkışık durum ortadan kalkınca taklit işine son verilir. (Hadika)
Sual: "İslamda zekat", "İslamda namaz", "İslam fıkhında tasavvuf", "İslamda şu", "İslamda bu" diyorlar. "İslamda zekat" denince, dört mezhepten birine göre zekat anlatılmış olmadığına göre, "İslamda" diye kitap yazmak uygun mudur?
CEVAP
Bildirdiğiniz gibi, "İslamda zekat" denince, hangi mezhebe göre söylenildiği bilinmiyor. "Hanefi’de zekat", "Maliki’de zekat" denilmelidir. "İslam fıkhı" tabiri de böyledir. Hanefilerin fıkıh usulleri, Şafiilerin fıkıh usullerinden farklıdır. Tasavvuf ve fıkıh iki ayrı ilim dalıdır. "İslam tasavvufunda fıkıh" veya "İslam fıkhında tasavvuf" demek, ilimleri, mefhumları birbirine karıştırmak olur.
"İslam da şu", "İslamda bu" demek, mezhebi bilmemek veya kabul etmemektir. Bir kimse, İslama göre namaz kılamaz. Dört mezhepten birine göre kılması gerekir. Mesela imam arkasında Fatiha okuyan kimse, Hanefi’de vacibi terk etmiş olur. İmam arkasında Fatiha okumazsa, Şafii’de farzı terk etmiş olur. Onun için İslama göre namaz kılmak mümkün değildir. Diğer İslama görelerin de çoğu böyledir. Bunlar ince bilgidir, elbette mezhepsizler bunları bilmez. Farklı ictihad rahmettir, müslümanların işini kolaylaştırmaktadır.
Sual: Mısırlı bir yazar, "Gecekondularda oturanların bulunduğu ülkede apartmanda oturmak, dolmuşa binenlerin bulunduğu yerde taksiye binmek veya özel araba sahibi olmak israf ve haramdır" diyor. Bu sözleri özel mülk düşmanlığı değil midir?
CEVAP
İnsanların akılları, kabiliyetleri farklıdır. On kişiye onar milyar verilse, bu on kişiden kimi bu parayı uygun bir şekilde işleterek daha çok para kazanır.
Kimi altın, döviz alır, sadece değerini koruyabilir. Kimi de elinde bulunan paranın hepsini yer. Kimi de belki daha çok borca girer. Herkesi varlıkta eşit seviyede tutamayız.
Türedi yazarlar, kitaplarında zenginin elindeki malının alınıp, fakirlere verilmesini savunurlar. Hem de bunun dinimizin emri olduğunu söylerler.
Dinimizde zekatı verilmiş mal, biriktirilmiş, gayrı meşru mal değildir. Bu malı, kimsenin zorla almaya hakkı yoktur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Zekatı verilmiş mal, biriktirilmiş, istif edilmiş mal değildir.) [Ebu Davud]
(Zekatını vererek mallarınızı zarardan koruyunuz!) [Hakim]
(Ortak koşmadan Allah’a ibadet edersen, farz namazları kılar, farz zekatı verirsen ve Ramazan orucunu tutarsan Cennete gidersin) [Buhari]
Görüldüğü gibi, zekatı verilen mal, kenz, [yani istif edilmiş, stok edilmiş mal] değildir. Zekatını veren, malın hakkını ödemiş olur. Kimse bu malı alamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir müminin malını, onun rızası olmadan almak helal değildir.) [Ebu Davud]
Bir kimsenin mülkü, ondan izinsiz kullanılamaz. (D.Muhtar)
Zekat veren zenginin malını elinden alıp fakirlere vermek zulüm olur.
Zekatını veren zenginin apartman, köşk yaptırması haram değildir. Tembel oturup, çalışmayıp fakir kalmak ve kazandıklarını haram şeylere vermek haramdır. Zekatını veren kimsenin sarayda oturması, lüks vasıtalara binmesi, şık giyinmesi helaldir. Çünkü Allahü teâlâ, (Verdiğim nimetleri kullanmalarını severim, çalışana veririm) buyuruyor. Çalışıp kazanmak, mal mülk sahibi olmak yani zengin olmak günah değil, ibadettir. Zengin olduğu için kendini başkalarından üstün görmek haramdır. (F.Bilgiler)
Davudoğlu hoca ile sohbet
Sual: Din tahripçileri hakkında kitap yazan Ahmed Davudoğlu hoca nasıl bir kimsedir?
CEVAP
Rahmetli, (Din Tahripçileri) kitabını neşredince, kendisini ziyarete gittim. Kendimi tanıttım. Uzun uzun sohbet ettik. Bir ara kendisine sordum:
- Hocam, Ezher’in durumu nasıldır?
- Maalesef iyi değildir. İbni Teymiye’nin, Abduh’un fikirleri hakimdir.
- Peki siz orada nasıl Ehl-i sünnet olarak kalabildiniz?
- Şeyhül-islam Mustafa Sabri efendi ile tanıştım. O bana, Mezhepsizliğin tehlikesini anlattı. Efgani’nin ve Abduh’un mason olduğunu, bunların İslamiyet’i içeriden yıkmak için çalıştıklarını belirtti.
- Ezher’in mezhepsizlik çamuru olduğunu bildirdiniz. Siz burada senelerce kaldığınıza göre, üzerinize hiç çamur bulaşmadı mı?
- Benim ölçüm vardı. Mezhepsizliği kabul etmezdim. Üzerime çamur bulaştırmadım.
Hocanın bazı tercümeleri, mezhepsiz yazarların kitaplarına önsöz yazması bizi rahatsız etmişti. Doğrudan doğruya bunu söylemeyip dedim ki:
- Hocam, bilirsiniz (Kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan) ve (Üzüm üzüme baka baka kararır) gibi ata sözlerimiz vardır. Hani az da olsa, Ezher çamuru bulaşmamış mıdır?
- Kesinlikle bulaşmamıştır.
- Hocam, Selamet Yolları isimli tercümenize bakabilir miyiz?
Hoca, kitabı getirdi. Önsözden birkaç parça okumaya başladım:
- İsmail Sanani, Zeydiyye mezhebine salik, kimseyi taklit etmez, serbest müctehid gibi birisidir. Sübülüs-selamın bazı mahrem yerlerinde fikrini sızdırmış, Ehl-i sünnet olmayan kimseleri Ehl-i sünnet imamları ile zikretmiştir. Sübülüs-selam Ezherde ders kitabı olarak okutuluyor. Ehl-i sünnet harici kavillerle dolu olduğu için, sırf Sübülüs-selamı tercüme edemezdim. Fethül-allam eserinde ise, Ehl-i sünnet harici sözler bir dereceye kadar kaldırılmış idi. Bu iki eserden bilhassa Sübülüs-selamdan azami derecede istifade ettim. Onun için onun bir tercümesi kabul edilen eserime Selamet Yolları adını verdim.
- Evet ne var bunda?
- Hocam, daha ne olacak, binlerce Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları var iken, gidiyor bir mezhepsizin Ezher’de okunan kitabını tercüme ediyorsunuz. İkinci olarak hadis kitabı tercüme ediyorsunuz. Üçüncü olarak Kur'an meali de neşrettiniz. Dört hak mezhepten birine mensup olan kimse, dinini mealden ve hadis kitabından öğrenebilir mi?
- Öğrenemez.
- Dine hizmet için, bir fıkıh kitabını, mesela İbni Âbidin’i tercüme edebilirdiniz!
Hoca, hakkı kabul eden bir zattı. Bu teklifimi gayet normal buldu. Başını sallayarak dedi ki:
- İnşallah o da nasip olur.
Hoca sözünde samimi idi. Allah razı olsun nihayet İbni Âbidin’i tercüme etmeye başladı. Fakat ne yazık ki ömrü kâfi gelmedi.
Bir insanın hocaları mezhepsiz olsun da, ona az da olsa mezhepsizlik zehri, telfîk çamuru bulaşmamış olsun, imkanı var mı? Bunun en bariz örneği rahmetli Davudoğlu hocadır. Bilhassa son senelerdeki gayretlerinden dolayı, Ahmed Davudoğlu hocamıza Allahü teâlânın bol bol rahmet etmesini niyaz ediyoruz.
Sual: Ekteki yazıda, (eskiden kadın yalnız başına yolculuk yapamazdı. Fakat şimdi yollar emin olduğu için, tek başına uzun yola gitmesinde mahzur yoktur) diyor. Dinin hükmü zamanla değişir mi?
CEVAP
Ezmanın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz. (Mecelle madde 39)
Dürer-ül-hükkam şerhinde bu maddenin açıklaması şöyle:
(Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete ait ahkam değişebilir. Nassa, delile dayanan ahkam, zamanla değişmez.)
Mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur. Teknikte ilerleyenlere ayak uydurulur. Din bilgilerinde, ibadetlerde zamana uyulmaz. Din bilgileri zamanla değişmez. Bunları değiştirmek, zamana uydurmak isteyen Ehl-i sünnetten ayrılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah’a ve ahiret gününe inanan kadının, üç günlük yola, ancak kocası veya mahrem akrabalarından biri ile gitmesi helal olur.) [Hadika]
Berikada diyor ki: (Hür kadının kocası veya ebedi mahrem olan akrabasından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka kadınlarla yahut akıl balig ve salih olmayan mahremi ile üç günlük yola gitmesi haramdır.)
İbni Âbidin hazretleri üç günlük yolun 18 fersah olduğunu bildiriyor. 18 fersah ise yaklaşık 104 km.dir. Demek ki bir kadın, zaruret olmadan mahremsiz uzun yola gidemez. Bir günlük [35 km.lik] yola gitmesi ise mekruhtur. Daha az mesafeye ise mahremsiz, fakat salih erkeklerle birlikte gidebileceği Fetava-i Hindiyyede yazılıdır.
Sual: Bazıları, "Zaman sana uymazsa, sen zamana uy" sözünün yanlış olduğunu söylüyor. Zamana uymak gerekir mi?
CEVAP
Zamana uymak gerekir. Zamana uymak demek, zamanın icap ettirdiği hususlara uymak demektir. Zamanın değişmesiyle, örf ve adete ait hükümler değişebilir. Nassa [Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere], delile dayanan hükümlerin zamanla değişmeyeceğini yukarıda bildirmiştik.
Şu halde, dine aykırı olmayan örf ve âdete ait hükümler değişirse, bunlara uymakta mahzur yoktur. Herkes traktörle, kamyonla, uçakla giderken, kağnı ile gidilmesi gerekir diye ısrar edilmez. Fakat günah olan bir şey, herkes tarafından yapılsa, buna uyulmaz. Zamana ait işlerin değişmesine kısaca zamanın değişmesi denmiştir. Böyle misaller Kur'an-ı kerimde de vardır. Mesela, (köy halkına sor) yerine, kısaca (köye sor) ifadesi kullanılmıştır. (Yusüf 82)
Zalim köylüler manasına (zalim köy) ifadesi kullanılmıştır. (Nisa 75)
Buna benzer ifadeler Türkçede de vardır. Mesela, (Şu sınıf tembel, şu sınıf çalışkandır) gibi. Elbette burada anlatılanlar, sınıfın kendisi değil, orada okuyan talebelerdir. İşte, zamana uymakla da, zamanın icabı olan faydalı işlere uymak gerektiği bildirilmektedir. Zararlı, günah olan şeylere uyulmaz.
Sual: Allah’ın emirlerini yapmamak için mezheplerin kolaylıklarını araştırmak veya hile-i şeriyye yapmak caiz midir? Böyle hareket etmek ruhsatla amel etmek değil midir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ kullarına kolaylık gösterilmesini istiyor. Güçlük çekmelerini istemiyor.) [Bekara 185]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ azimetlerin yapılmasını sevdiği gibi, ruhsatların yapılmasını da sever.) [Beyheki]
Yani, izin verdiği kolaylıkları yapmayı da sever. Bunu yanlış anlamamalıdır. Mezheplerin kolaylıklarını toplayıp, bir kolaylıklar mezhebi yapmak caiz değildir. Böyle yapmak, İslamiyet’ten ayrılmak olur. (Elcamius sagir şerhi)
İmam-ı Sübki hazretleri de buyurdu ki:
İhtiyaç ve zaruret olduğu zaman, kolayına gelen mezhebe geçmek caizdir. Fakat, zaruret olmadan geçmek caiz olmaz. Çünkü, dinini kayırmak için değil, kendini kayırmak için olur. Sık sık mezhep değiştirmek de caiz değildir.
Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken zaruret haline düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa, emirleri yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre kolaylık aramak caiz değildir.
Necmüddin-i Gazzi hazretleri Hüsn-üt-tenebbüh kitabında, (Şeytan, insana, Allahü teâlânın bildirdiği kolaylıkları yaptırmaz. Mesela mest üzerine mesh ettirmez. Ayaklarını yıkattırır.
Ruhsat ile amel etmeli, fakat hiçbir zaman mezheplerin kolaylıklarını aramamalıdır. Çünkü, mezheplerin kolaylıklarını toplamak haramdır. Şeytan yoludur) buyurmaktadır.
Sual: Küfründe icma bulunan zünnar, haç ve benzeri küfür alametleri için Abduh kullandı diye, mezhepsiz yazar nasıl olur da "isteyen kullanır" şeklinde fetva verebiliyor?
CEVAP
Böyle söze işkembeden atılmış denir. Dr. M. Reşad bey ise, (bağırsaktan çıkmış) diyor. Efgani veya çömezi Abduhu temize çıkarabilmek için, dini değiştirmekten çekinmeyip küfür alametine cevaz veriyorlar.
Sual: Dünyadaki bütün müslümanlar farklı görüşlere sahip. Nasıl itikadları olursa olsun birleşmek mümkün olmaz mı?
CEVAP
Dünyada kendilerine müslüman denilen kimselerin bir kısmının müslümanlıkla hiçbir alakası yoktur. Müslümanlıkla alakaları müslüman bilinmeleridir. Bir kısmı ise, fırka-i dalle denilen sapık gruplara mensuptur. Müslümanlar içinde tek kurtuluş fırkası, (Ehl-i sünnet ve cemaat) fırkasıdır.
Müslümanlarla, sapık fırkaları birleştirmeye çalışmak çok abes olur. Mesela süt ile sirke ve idrar birleşirse meydana gelen karışım ne süttür, ne sirkedir, ne de idrardır. Hiçbir işe yaramaz. Fakat koyun sütü ile inek sütü, keçi sütü ve eti yenen hayvanların sütü karışabilir. İhtiyaç olduğu zaman karıştırılabilir. Domuz sütü de süttür. Fakat diğer sütlerle karışırsa hepsi necis olur.
Ehl-i sünnet itikadında olmayanlarla, yani bid'at ehli ile birleşmekten söz edilemez. Sünnet ehli ile bid'at ehli, hak ile bâtıl birleşemez. Birleşme yalnız hakta olur. Hak ise tektir.
Sual: Allah’ın sevdiği bir veliyi çok sevmek, onu rehber edinmek caiz midir?
CEVAP
Her veli rehber olamaz. Ona bağlanılamaz. Rehberin, ilimde ictihad derecesine yükselmiş olması ve marifette vilayet-i hassa-i Muhammediyye mertebesinde bulunması gerekir. Rehberin her hareketi, her duruşu, her sözü, İslamiyet’e uygundur. Yani, her şeyde Resulullaha uymaktadır. Bunlar için, Allahü teâlâ onu çok sever. Müslümanlar, Allahü teâlâyı çok sevdikleri için, Allahü teâlânın çok sevdiğini de çok severler. Rehberi sevmek, Allahü teâlâyı ve Resulullahı "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" sevmekten ileri gelmektedir. Bu sevgiye Hubb-i fillah denir. İbadetlerin en kıymetlisinin hubb-i fillah olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Rehberin emirlerini yapmak, İslamiyet’e uymak demektir. Çünkü, rehberin her sözü ve her işi İslamiyet’i bildirmektedir. Hayatta, yani dünyada hakiki ilim sunucusu Mürşid-i kâmildir. Din düşmanlarının, müslümanlar için (Allah’ı bırakıp kulu seviyorlar. İslamiyet’i bırakıp insana tapınıyorlar) sözlerinin, cahilce iftira olduğu, buradan anlaşılmaktadır.
Mezhep imamlarımız ve silsile-i aliyye büyükleri en kıymetli rehberlerdir.
Sual: Her harika gösteren evliya mıdır?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Harikalar, kerametler ikiye ayrılır:
Birincisi, Allahü teâlânın zatına ve sıfatlarına ve işlerine ait olan bilgiler ve marifetlerdir. Bunlar, akıl ile, düşünmekle elde edilemez. Allahü teâlâ, seçtiği kullarına ihsan eder.
İkincisi, madde âlemindeki gaybleri bilmektir. Bu harika seçilmiş kullara verildiği gibi, kâfirlere de verilir. Bunların birincisi kıymetlidir. Bunlar, doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlânın sevdiklerine verilir. Cahiller ise, ikincisini kıymetli sanır. Keramet denince, yalnız bunları anlarlar. Açlıkla ve uzletle, nefslerini temizleyen her insan, mahlukların gayblerini haber verir. İnsanların çoğu, dünyayı düşündükleri için, böyle haber verenleri evliya sanır. Hakikatten haber verenlere kıymet vermezler. Bunlar Evliya olsalardı, bizim hallerimizden haber verirdi, derler. Bu bozuk ölçüleri ile, Allahü teâlânın sevdiği kullarını inkâr ederler. [c.1, m.293]
Sual: Mezhepsizlik konusuna niye fazla önem veriyorsunuz?
CEVAP
Mezhepsizlik konusuna fazla yer vermemiz itikad meselesi olduğundandır. İtikadı bozuk olanın ibadetleri boşa gider. Onun için önce doğru bir imana sahip olmak gerekir.
Sual: İtikatta ve amelde mezhebimiz nedir? İtikatta mezhebi üçe ayırıyorlar. Selefiye, Eşariye ve Matüridiye diye. Bu doğru mudur? Doğru ise biz hangi mezhepteyiz?
CEVAP
İman ve itikat aynıdır. Bunları anlatan derin ilme İlm-i kelam denir. Kelam ilmi, Kelime-i şehadeti ve buna bağlı olan, imanın altı temel bilgisini öğreten ilimdir. Kelam ilmi âlimleri, çok büyük insanlardır ve kelam kitapları pek çoktur. Bu kitaplara, Akaid kitabı da denir. Kelam ilmini, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerinin bildirdikleri itikadı öğrenecek ve bunları akıl ile nakil ile ispat edecek ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar okumak farz-ı ayn olup, bundan fazlasını öğrenmek, ancak din âlimlerine lazımdır.
Sünnilerin itikatta mezhebi, Ehl-i sünnet vel cemaattir. Amelde mezhebi ise, dört hak mezhepten birisidir. İtikatta ayrılık olmaz. İtikatta mezhep üçe ayrılmaz. Her müctehidin kendine göre bir mezhebi bulunur. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Her müctehidin ictihadı, başka müctehidin ictihadından farklı olabilir. Birine hak, ötekine bâtıl denmez.
Mesela İmam-ı Ebu Yusuf’un mezhebi, İmam-ı Züfer’in mezhebi şudur denir. Ama bunlar Hanefi mezheplerinden ayrı sayılmaz. Bunun gibi İmam-ı Eşari ve İmam-ı Matüridi’nin de mezhepleri vardır. Fakat bunlar Ehl-i sünnetten ayrı değildir. İkisi de, Ehl-i sünnetin imamıdır. Ehl-i sünnetin imamı iki tane değildir, çoktur. İmam-ı a’zam, sadece fıkıhta değil, itikatta da Ehl-i sünnetin imamlarından biridir. İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali ve Abdülhakim-i Siyalkuti birer kelam âlimi ve akaid imamıdır.
Netice, itikatta mezhebimiz Ehl-i sünnettir. Amelde mezhebimiz ise Hanefi veya diğer üç mezhepten biridir. Her âlimin mezhebi vardır. Mezhepsiz âlim olmaz. Mezhepsizlik dalalettir. Mezheplerden farklı hükümler alarak yeni bir mezhep oluşturmak mezhepsizliktir, haramdır. Mason Abduh ve çömezleri bu mezhepsizlik yolunu tercih etmişlerdir.