CEMAAT ve İMAMET

CEMAAT ve İMAMET

ALPEREN GÜRBÜZER

Din cemaatle yaşanır. O halde dört şey; iman, ilim, takva, birlik ve beraberlik (cemaat) adabı göz ardı edilemez. Çünkü tek başına yaşamak isteği bencillik duygusunun bir sonucudur. Bencil kişi topluma faydalı olamaz zaten. Nitekim Rabbül Âlemin; İnsanlara karşı yanağını çevirip (yüzünü kırıştırma) (Lokman 31/8), Onlara: Gelin Allah’ın Resulü sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını ve onların kibir içinde yüz çevirdiklerini görürsün (Münafıkın 63/5) beyan buyurmakta.
Cemaat içinde kendimizden büyükleri gördüğümüzde saygıda kusur göstermemeli, kendimizden küçüklerle karşılaştığımızda hasbıhal eyleyip şefkatle kol kanat germeli. Herkese karşı tevazu ve yumuşakça davranmayı şiar edinmeli. Bir Hadis-i Kutside Rabbimiz; Büyüklük benim ridam, ululuk izarımdır. Kim bu ikisinden biriyle benimle çekişmeye girerse onu helak ederim buyuruyor. Hakeza yine Allah (c.c); Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boycada dağlara erişemezsin (İsra 17/37), Şimdi insan baksın neden yaratıldı? O, belden atılan bir pis sudan yaratıldı (Tarık 86/5–6), Kahrolası insan (kâfir) ne nankör şey! Bir meni parçasından yarattı da (insan) biçimine koydu (Abese 80/17–19) ayeti celilerle cemiyet hayatında kibirle gururla dolaşmamamızı uyarıyor.
Rasulüllah (s.a.v); İnsanların arasına girip onların yükünü çeken ve eziyetlerine katlanan Müslüman, hiç kimseye karışmayandan daha hayırlıdır buyurmakta. Dolayısıyla; ‘Halka hizmet Hakka hizmettir’ denmiştir. Cemaatle beraber yaşamak aklın gereğidir. Öyle ki; hizmet varsa nafile ibadetten önce öne alınır.
Enes (r.anh.) anlatıyor:
Resulü Ekrem’le bir yolculuktaydık, bir yere konakladık, o sırada oruçlular uyuya kaldılar, oruç tutmayanlar ise çadır kurup hayvanları suladılar. Bu durumu yerinde gören Allah’ın Habib-i (s.a.v): Bu gün, oruç tutmayanlar bütün sevabı alıp götürdüler buyurdu. Bu kutsi yolda anlaşılan cemaate hizmet esastır.
Bir başka örnek verecek olursak;
Ashaptan birisine koyun kellesi hediye verilmişti, o da kendi sıkıntısını dert etmeden komşusuna gönderdi. Tabii o da diğer komşusuna gönderir. Derken hediye yedi komşuyu dolaştıktan sonra ilk gönderene tekrar dönmüş olur. İşte görüyorsunuz cemiyet şuuru budur. Kaldı ki bu kıssadan da anlaşıldığı üzere bir kişi tek başına toplumdan kopuk uzak hayat yaşasaydı konu komşudan haberi olamayacaktı.
Cemaat adabından biride cemaat arkadaşlarını sıkıntıya sokmamaktır. Rasulullah (s.a.v); Ben ve ümmetimin Salihleri yapmacık zorlama ve davranışlardan uzağız’ buyurdular. Ki; bir gün Peygamberimizin ayakkabı bağı çözülünce ayakkabısı çıkıverdi, hemen düzeltmeye çalışacakları sırada derhal müdahale edip bu bir özel muameledir, böyle davranılmasını sevmem demişlerdir. Gerçekten de cemaat içerisinde yaşayan kardeşler birbirlerinden hürmet beklemeyi bir kenara itip, hizmete koşmayı tercih etmeli. Hürmet beklentisinde olursan bir gün gelir terk edilirsin, demek oluyor ki önemli olan hiç kimseyi sıkıntıya sokmamaktır. Kendin için istediğini kardeşin içinde istemeli.
Allah-ü Teala; Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, dağılıp parçalanmayın buyuruyor. Yine; Sadıklarla beraber olun diye öğütlüyor. Hakeza Peygamberimizde; Rabbül Âleminin eli (rahmeti ve desteği) cemaatle birliktedir buyuruyor. Şu halde birlik ve cemaat halinde yaşamak mecburiyetindeyiz.
Allah Resulü Medine’de Sa’d b. Rebi’yi Abdurrahman b. Avf'a kardeş yapınca bakın Sa’d b.Rebi, Abdurrahman b. Avf’a ne söyler? Der ki;
—Malımı ikiye bölüp yarısını sana vereceğim, iki hanımım var istersen bunlardan birisini boşayayım, hatta iddet müddeti bitince onunla evlen der.
Abdurrahman b. Avf'da cevaben;
—Bak kardeşim! Allah sana, ehline ve malına bereket versin, iyisi mi sen bana çarşının yolunu göster başka bir şey istemem, ben ticaretle uğraşayım der. İşte toplumla beraber yaşamak budur. Kıssadan da anlaşıldığı üzere kardeşlik gereği birçok şeyler paylaşılabiliyor pekâlâ.
Hak Teâlâ; Allah’ın size nimetini hatırlayın. Hani siz bir zaman birbirinize düşman idiniz; O kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Sizler bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi aradan kurtardı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız (Al-i İmran 3/102–103) diye beyan buyuruyor.
Müfessirlerden bir kısmı; “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın” emrinden maksat Kur’an olduğunu, kimi İslam, kimi İtaat, kimi 'iman, tövbe ve ihlâs', kimi de cemaat olduğunu açıklıyor. Bütün bu açıklamaların geniş çerçevede ayetin yorumu yapıldığında; Kuran’ı rehber edinmeyi, İslam dairesinden çıkmamayı, tövbe, taat, ihlâs ve takva üzerine yaşayan cemaatle birlikte olmak gerektiği anlaşılır. Çünkü Yüce Mevla’mız; Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın uyarısını yaptıktan sonra; Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin buyuruyor. Zira Resulü Ekrem (s.a.v); İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bunlardan bir grup hariç, diğerleri ateşte olacaktır buyurunca,
Ashab-ı Kiram:
—Ya Rasulullah! Bu kurtulacak fırka kimlerdir?
Buyurdular ki:
—Ehlisünnet vel cemaattir. Yani Allah ve Resulünün yolundan gidenlerdir.
Yine Resulü Ekrem; Kim cemaatten bir karış ayrılırsa, boynundan İslam bağını çıkarmış olur buyurur.
Cemaatin önemini ortaya koyan hadislere göz atacak olursak:
Kurdun sürüden ayrılan koyunu kaptığı gibi, şeytan da insanı kapar. Bölünüp dağılmaktan sakınınız. Size cemaate sarılmanız ve çoğunluğa katılmanız gerekir (Ahmed, Müsned).
Üç şey var ki; Müslüman bir kimsenin kalbi onlarda hıyanetlik üzere bulunmaz. Bunlar: Allah için amelde ihlâslı olmak, önündeki imama nasihat edip samimiyetle davranmak, cemaate sımsıkı sarılmak. Şüphesiz müminlerin duaları onları arkadan sarar.
Kıyamete kadar ümmetimden bir taife hak üzere kalmaya ve Allah’ın emrini yerine getirmeye devam edecektir. Onlara muhalif davrananlar kendilerine hiçbir zarar veremeyecek. Onlar hakkı izhar ve ispata muvaffak olacaklardır(Bkz. Alusi a.g.e. C.7, cüz16).
Şüphesiz Allah ümmetimi delalet üzerinde bir araya getirmez, Allah’ın eli cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider.
Hiç şüphesiz şeytan cemaatten ayrılan kimseyle beraberdir. Onun içine yerleşip istediği yola çeker..
Şüphesiz, Allah her yüzyılın başında bu ümmetin içinden, onların dualarını yenileyecek kimseler gönderir(Ebu Ya’la, Müsned 7. 59–60 No:2078).
İsrail oğullarını peygamberler yönetip idare ederdi. Bir Peygamber vefat edince yerine başka bir Peygamber gelirdi. Benim ve ümmetimden durumum ise böyle değildir. Benden sonra hiçbir Peygamber gelmeyecek, fakat halifeler bulunacak, sayıları da çok olacak.
Ashab-ı Kiram:
—Ya Rasulullah! Onlara karşı ne yapmamızı emredersiniz?
Efendimiz(s.a.v):
—İlk önce beyat ettiğiniz halifenize vefa gösterin ve onların hakkını verin; üzerinize düşeni yerine getirin. Şüphesiz Allah, onları da yönetimlerine verdiği kimselerin hesabını soracaktır (Buhari, Enbiya,50, müslim, imare,440, İbnu Mace, Cihad,42, Ahmed, Müsned,2, 297).
Bir İmama kalbinin sevgisiyle yönelip elini uzatarak beyat eden kimse, gücünün yettiği kadar ona itaat etsin (Müslim, imaret).
Müslümana, kendisine bir haram emredilmediği sürece hoşuna giden ve gitmeyen konularda başındaki imama dinleyip itaat etmesi farzdır (Buhari, ahkâm,4).
Başınızda eli çolak, ayağı topal, rengi siyah bir köle de olsa sizi Allah'ın kitabına göre yönettiği sürece sözünü dinleyip itaat edin (Müslim, imare,37; Nesai).
Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur.... Eğer başınızdaki imam Allah'tan korkmayı emrederse bundan dolayı kendisine ecir vardır. Takvanın dışında bir şey emrederse vebali onadır.
Bir ara Resulü Ekrem (s.a.v);
Ey topluluk! Benim size Allah tarafından gönderilmiş bir Resul olduğumu bilmiyor musunuz sorunca,
Oradakiler:
—Evet, Sen Allah’ın Resulüsün dediler.
Resulü Ekrem (s.a.v):
—Allah’ın kitabında; Bana itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağını bildiren ayeti indirdiğini biliyor musunuz?
Dediler ki:
—Evet ya Rasulullah! Şahadet ederiz ki sana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Şüphesiz sana itaat Allah’a itaat sayılmaktadır.
Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v):
Hiç şüphesiz bana itaat etmenizi Allah’a itaat olmaktadır. Başınızdaki imamlarınıza itaat etmenizde bana itaat olmaktadır (Suyutu ed, Dürrül- Mensur, 11. 597).
Kim başındaki emirinden hoşlanmadığı bir şey görürse, sabretsin. Çünkü kim cemaatten bir karış ayrılırsa cahiliye ölümü ile ölür (Müslim, imamet).
Ümmetimden her devirde Sabikun (hayırda önde) bulunur (Ebu Nuayım, Hilye,1,7, Suyuti el- camius sağır2, 415 No:7327).
Üç sınıf insan var ki, Allah Teala onlarla kıyamet günü onları temize çıkarmayacaktır. Bunlardan birisi de, bir imama sırf dünya için beyat eden kimsedir...(Buhari, Ahkâm,48, Müslim, İman 173;Nesai, Buyu,6, İbnu Mace, Cihad,42; Ahmed Müsned2, 25)
İmamlarınız hakkında kötü sözler konuşmayın, Allah'tan onlar için güzel hal isteyin..(Müslim)
İmamlarınızın en hayırlısı; sizin onlar için onlarında sizi sevdiği, sizin onlar için onlarında sizin için dua ettiği kimsedir (Taberani).
Kim, dünyada Allah’ın adına hüküm icra eden sultana (imama) ikram ve hürmet ederse Allah'ta kıyamet günü ona ikram eder. Kim küçültürse Allah'ta kıyamet günü onu alçaltıp rezil eder (Tirmizi, fıten,47).
Allah’ın ahkâmını ayakta tutan sultana(imama) kötü söz söylemeyin. Şüphesiz onlar yeryüzünde Allah’ın gölgesidir (Suyuti) tarzında daha birçok hadisler cemaatin ve o cemaatin imametine tabii olmayı ortaya koyar.
Elbette ki imamete tabii olmak derken Sünneti Seniye üzerine hareket edene tabii olmak esastır. Hz. Peygamber Nassla hiç kimseyi imamete atamamıştır. Hz. Ebubekir Sıddık (r.anh); Ben Allah’a ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz buyurmuştur. İmamlık o kadar önemli ki Rasulullah (s.a.v); vefat ettiğinde defin işlemleri sürerken bile ashab-ı kiram Müslümanlar başsız kalmasın diye öte yandan da halife seçmekle meşgul olmuşlardır. Nitekim Allah Resulünün vefatının ardından halifelik konusunda; İmamlar Kureyş'ten olur hadisi şerifi zikredilince Ensar halifelik talebinden vazgeçip Hz. Ebubekir’e biat etmişlerdir. Hz. Ömer’de Hz. Ebubekir’in tavsiyesiyle halife seçilmiştir. Hz. Ömer’de hasta yatağında hilafet işini altı kişiye havale etmiştir. Söz konusu bu altı kişilik şura heyeti Hz. Ömer’in vefatının ardından kendi aralarında altıncı üye Abdurrahman b. Avf'ın vereceği karara razı olacaklarını beyanla Hz. Osman seçilmiştir. Hz. Osman’da hayattayken kendisinden sonra kimin seçilmesi hususunda vasiyet etmeksizin şehit edilip darül bekaya göç ettiğinin ardından Muhacir ve Ensarı temsilen toplanan heyet halifeliği Hz. Ali’ye teklif etmişlerdir. Tabii Hz. Ali (k.v) ateşten bir gömlek olduğunu düşünerek ten önce kabul etmemiş, fakat sonradan yoğun ısrarlar karşısında dayanamamış halifeliği üstlenmiştir.
Dört halife gerçek manada halifedir, sonrası malum Peygamberimizin daha önceden hadisi şerifte de belirttiği üzere mülk olarak tescillenmiştir. Bu yüzden Hz. Muaviye'nin Hz. Ali'ye yaptıklarından dolayı tekfir edilemez. Çünkü mülk içtihadıyla hareket etmiş, Hz. Ali ise halifelik içtihadıyla mücadele etmiştir. Kaldı ki sahabe arasında yaşanan ihtilaflar asla iman konusu olamaz. Hz. Ali’den sonra Hz. Muaviye'nin imamlığı halife olarak değil emir veya hükümdar olarak değerlendirilir. Böyle değerlendirilmesi kuvvet yoluyla, galip gelme şeklinde olduğu içindir. Ancak Yezid öyle değildir. Malum o hem zalim, hem de münafıktır.
Anlaşılan ümmetin birliği ve dirliği için illa ki lider şart. Elbette ki ümmeti idare eden liderin Ehlisünnet yolunu takip edeni makbuldür.
Bakın Muaz b. Cebel:
—Ya Rasulullah! Eğer bizim başımızda senin sünnetine göre hareket etmeyen bulunursa ne yapmamızı emredersiniz?
Resulü Kibriya (s.av):
—Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez buyurmuştur.
Hakeza Resulü Ekrem (s.a.v) bir grup asker hazırlayıp, başlarına da Ensar’dan Abdullah b. Huzafe Es Sehmi’yi emir tayin etmişti. Derken sefere koyuldular, bir yerde mola verdiklerinde emrindeki askerler Abdullah b. Huzafe Es Sehmi’yi kızdırmış olsalar ki;
— Sizden biraz odun toplamanızı, onu tutuşturmanızı ve içine girmenizi istiyorum talimatını verir.
Onlarda:
—Allah Resulüne soralım; eğer ateşe girmeyi emrederse gireriz derler. Bu arada ateş söndüğünde Emir’in kızgınlığı da gitmiş olur, ama dönüşte mesele sorulduğunda Habib-i Kibriya şu cevabı verdiler:
—Eğer o ateşe girselerdi, çıkamaz ebediyen içinde kalırlardı, imama itaat ancak hayırda olur.
Allah-ü Teala; Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül evet bütün bunlar o yapılan şeyden mesuldür (İsra:17/36) buyuruyor.
Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır da ayet ve hadislerden hareketle; “Bir kimseyi ‘rab’ edinmiş olmak için illa ona ‘rab’ adını vermek şart değildir. Bir kimsenin emrine uymak emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir. Bizim âlimlerimize ve adil idarecilerimize itaat edip saygı göstermemiz bunun dışındadır. Çünkü bize böyle bir itaat emredilmiş, ölçüleri belirtilmiştir” diye meseleye açıklık getirmiştir.
Yeryüzünde Allah diyen kimseler kaldığı sürece kıyamet kopmaz (Abdurrahman Cami 898 Nakduin- Nusus, 97) hadisi şerifiyle gerçek manada Allah adını ananların yüzü suyu hürmetine yaşadığımız acımasız dünyanın önümüze koyduğu bir takım hazin olaylar devam edebiliyor.
Rabbül Âlemin; Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ul’ul emr’e de itaat edin. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüzde Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resulüne götürün, bu hem hayırlı, hemde netice bakımdan daha güzeldir (Nisa 4/59) diye beyan buyuruyor.
İmamlık netice itibariyle İmameti Kübra (büyük imamlık) ve İmameti Suğra (küçük imamlık) diye iki ana başlıkta incelenir. Umumi imamlıkta; hür, erkek, akil baliğ, muktedir ve Kureyş’li olmak gibi şartlar aranır. Umum-i riyasete sahip imametin başlıca görevleri şunlardır; Şer’i cezaları tatbik etmek, zekâtları almak, yol kesici ve hırsızlığın önüne geçmek, cuma ve bayram namazlarını kıldırmak, velisi olmayanları evlendirmek, ganimetleri taksim etmek vs.
Kâfir, Müslüman’a veli olamaz, hakeza kadın da halife olamaz. Yine fasık birini imam tayin etmek mekruhtur. Adil olmak halifelik için şart değildir. Böyle birini seçmek mekruh olmakla birlikte halifeliği sahihtir.
NAMAZ İMAMLIĞI
Namaz imamlığı için aranan şartlar; Müslüman olmak, akıl baliğ olmak, erkek olmak, Kur’anı okuyor olmak, özürden beri olmak, yani burun kanaması, pelteklik ve pepelik gibi özürlerin olmamasıdır.
Kalabalık camilerde saflar yola bitişik ise imama uymaya mani değildir. Ev ile mescit arasında bir yol ayırımı olsa bu durum imama uymaya engel teşkil eder, zira mekân farklılığı söz konusudur.
İmama uymanın şartları;
—Cemaat olan kişi imama niyet etmeli,
—Namaz kıldıkları yerin bir olmanın yanı sıra cemaatin imamı görebilecek veya göremese de tebliğ edici vasıtasıyla da olsa imamın sesini duyabilecek mekân olması,
—İmamın arkasında duran kişinin topuğu imamın topuk hizasını geçmemeli, çünkü öne geçmede topuğa itibar edilir. Sadece topuk mu, elbette ki hayır. İmamdan önce rükû ve secdeye varmakta öyledir. O halde bu kişi selamdan sonra o rekâtı kaza etmesi gerekir. Aksi takdirde namaz batıl olur. Esas olan rükünlerde imamla birlikteliği sağlamaktır. Dolayısıyla imamdan önce rüku ve secdeye varmamalı,
—İmam ve cemaatin kıldıkları namaz aynı olmalı,
—İmamın namazı sahih olmalı vs.
Yerde namaza duran bir kimse binek hayvan üzerindeki imama yahut hayvan üzerindeki bir kişi yerde namaza duran imama uyamaz. Zira paylaşılan mekân aynı değildir. Hakeza yine farz namaz kılan kişi nafile kılana uyamaz. Ancak nafile namaz kılan kişi farz kılanın ardından cemaat olabilir. Anlaşılan buradaki incelik zayıfın kuvvetliye bina edilmesi söz konusudur. Bu durumda nafile kılanın nafile kılana uyması sahih olur. Hatta vitir namazını vacip bilenin sünnet kabul eden kimseye uyması da sahihtir.
İma ile namaz kılana uymak sahih değildir.
Abdestli kişinin teyemmümlü kişiye, ayaklarını yıkayanın mesh edene, ayakta olanın oturarak rükû ve secde edene, bedeni özrü olmayanın kambur ve topal olana, hür kadının başı açık olan cariyeye uyması caizdir.
Kadının kadına imamlığı kerahetle caizdir. Eğer kadınlar cemaatle namaz kılacaksa, imam olan kadın öne geçmez aralarında durması icap eder.
Bir kimse imamdan önce özürsüz olarak selam verirse namazı kerahetle sahihtir.
İmam cünüp veya abdestsiz namaz kıldırır da, cemaatte bundan haberdar olursa kılınan namaz fasittir.
Dört şeyde imama uymak şart değildir, bunlar;
—İmam bile bile namaza secde ilave ederse,
—Bayram tekbirlerini fazla alırsa,
—Cenaze tekbirlerini fazladan alırsa,
—İmam yanılarak farzdan fazla bir rekâtı kılmak üzere beşinci veya üçüncü rekâta kalktığında gibi vs. ayrıntılarda uyulmaz.
İmamın cemaati usandıracak derecede namazı uzatması uygun olmadığı gibi mekruhtur. Ancak cemaat uzatmaya razı olursa kerahet olmaz. Sabah namazında imamın ilk rekâtı uzatması sünnettir. Bu durum cemaatin ilk rekâta yetişmesi içindir. İmamın kendisine kolay gelen ayet ve sureleri okuması caizdir. Hatta teravih namazını cemaati usandırmayacak şekilde orta halli kıldırması uygundur. İmama uyan kimsenin gizlice Fatiha okuması doğru tavır olmaz, okunursa namazın bozulacağı birçok sahabeyi kiramdan rivayet olunmuştur. Ebu Hureyra (r.anh.); Biz vaktiyle imamın arkasında okurduk. Neyse ki 'Kur’an okunduğunda onu dinleyin ve susun' ayeti kerimesi nüzul olmasıyla birlikte mesele kendiliğinden halledildi demiştir.
Mezhep değişikliği imama uymaya engel değildir, ancak şu var ki; bir Hanefi'nin burnundan kan aktığı halde abdestini yenilemeden imamlığa geçen bir Şafii’ye uyması caiz değildir.
Erkeklerin kadınlara ve çocuklara uyması caiz değildir. Ayrıca akıllının bunağa, Kur’an okuyanın ümmiye, kıraati olmayanın dilsize, elbisesi temiz olanın pis olana, avret yeri kapalı olanın açık olana, özrü olmayanın özrü olana uyması caiz değildir. Kölelerin ve babası belli olmayanların imamlığı mekruhtur. Çünkü bunlarda cehalet daha fazla olur. İki gözü kör olanın imamlığı caizdir. Fakat göz kusuru olmayan birinin yapması daha evladır.
Başkasının evinde imamlık yapacak olan bir kişi ancak ev sahibinin izniyle imamlık yapabilir, zaten faziletli olanı da budur.
Bir kimse fasıkın veya bidatçinin arkasında namaz kılarsa cemaat sevabına nail olur. Rasulullah (s.a.v); Bir kimse takva sahibi bir âlimin arkasında namaz kılarsa bir Peygamberin arkasında namaz kılmış gibi olur buyurdu. Fasıkın ve bidatçinin imamlığı tahrimen mekruhtur, çünkü dini saygınlığı yoktur.
Namazda imama uyan bir kişi ise imamın sağında durur.
Kalabalık bir cemaate imamın sesi duyuluyorsa tebliğe (intikale-aktarmaya) gerek yoktur. Aksi takdirde mekruhtur. Bir kişinin safta yer olmasına rağmen cemaatin arkasında tek başına namaza durup imama uyması mekruhtur. Anlaşılan safta yer bulunmadığı durumda caiz olmaktadır.
İmamın kıraati cemaatin okuması gibidir. Fakat selam ve teşrik tekbirleri hariç iftitah tekbirinde elleri kaldırmada, tekbir getirmekte, subhanekeyi okumada, semiallahü limen hamideh demede, tahiyyatı okumasında imama uyulmaz, yani kişinin kendisi okumalıdır.
Cemaat arasında İmamete geçmede sırasıyla şunlar tercih edilir;
—Namaz hükümlerini en iyi bilen, varsa fıkıh sahibi olanı,
—Tilavet ve tecvidi güzel, aynı zamanda takva sahibi olanı,
—Yaşça büyük, yüzce güzel olan, ya da güler yüzlü, ahlaki ve soyca güzel olanı,
—Karısı güzel olanı,
—Elbisesi temiz olan, malı en güzel olanı vs.
Ayrıca yukarıda tasnifte yer alan yüzü güzel olandan maksat teheccüd namazı kılandır. Çünkü teheccüd namazı kılanın yüzü de güzel olur. Karısının güzel olmasından amaç; kocanın başkasına gözü kaymamasıdır. Başın büyük olmasından kasıt ise, aklının çokluğuna delalet etmesindedir. Bunlara ilaveten cemaat arasında ev sahibi veya o yerin (cami veya mescidi) imamı bulunursa yukarıda ki sıralamalara ait vasıfta olsa bile ev sahibi veya caminin imamı tercih edilir. Yani hane sahibi imamlıkta önceliklidir. Yanında sultan ve hâkim olsa da öyledir. Çünkü onların tasarrufları umumidir. Fakat yine de usulen ziyaretçilerden birinin imamlığa geçirmekte fayda vardır.
MESCİDDE CEMAAT
Bir mescitte cemaati tekrar etmek mekruhtur. Ebu Hanife'den nakledildiğine göre; cemaat üç kişiden fazla olursa tekrarı mekruhtur. Nitekim Resulullah (s.a.v) Ensar'ın aralarını bulmak için evinden çıkmıştı. Döndüğünde mescitte cemaatle namazın kılındığını gördü. Bunun üzerine zevcelerinden birinin evine girdi ve derhal aile efradını toplayıp onlara namaz kıldırdı. Bir mescitte cemaatin tekrarı mekruh olsa gerek ki, Peygamberimiz namazı mescitte eda etmeyip, eve gitmiştir. Keza Hz. Enes’ten rivayet olunduğuna göre; Rasulullah’ın ashabı cemaate yetişemediklerinde mescitte teker teker kılarlardı. Aynı zamanda mescitte vaktin dışında cemaat olunursa adet haline gelme riski olduğu gibi cemaatin azalmasına da sebebiyet verecektir. Zahir rivayete göre mescitte cemaati tekrar etmek mekruh, İmam Azam ve Yusuf'a göre ise değildir.
Velhasıl; ehlisünnet yolunun kabul gördüğü fıkıh kitaplarından yararlanıp karınca kaderince kendi üslubumla anlatmaya çalıştığım imamlık ve cemaat konusu bu. Sürçü lisan olduysa affola.
Vesselam.

CEMAAT VE İMAMET
SELİM GÜRBÜZER
Maalesef kendini aydın sanan bir takım aklı evvel fırsatçılar FETÖ ihanet örgütünü bahane ederek İslam’ın en güzide kavramlarından cemaat ve imametin içini boşaltmaya çalışmaktalar. Oysa biz biliyoruz ki o malum örgüt asla bir cemaat değil ihanet şebekesidir. Keza mahrem imamları dedikleri şeyde asla imamet değil CIA, MOSSAD ve uluslararası istihbarat ağının Müslüman kisvesine bürünmüş evangelist papaz kılıklı ajanlarıdırlar. İşte bize düşen elma ile armudu ve sapla samanı karıştırmaksızın durumdan vazife çıkaranların heveslerini boşa çıkartmak olmalıdır. O halde daha ne duruyoruz dilimizin döndüğü kadarıyla bu iki kavramın gerçek mahiyetini ortaya koymaya çalışalım

Her şeyden önce şu bir gerçek Müberra Dinimiz cemaatle yaşanmakta. O halde iman, ilim, takva ve birlik (cemaat) adabını göz ardı etmememiz icab eder. Hem tek başına yaşamaktan kim ne bulmuş ki bizde bulalım. Kaldı ki halvette şöhret, şöhrette ise afet var olduğu gibi bencillikte de bataklığa sürüklenmek vardır. Nitekim Rabbül Âlemin “İnsanlara karşı yanağını çevirip (yüzünü kırıştırma) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürlenenleri sevmez” (Lokman, 18 ayet meali-Kur’an 31/18) beyanı bunun teyididir. Keza Yüce Allah yine bir başka ayet-i kerimede “Onlara: Gelin Allah’ın Resulü sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını ve onların kibir içinde yüz çevirdiklerini görürsün” (Munafıkun 63/5) beyan buyurmakla bu tür tehlikelere düşmememizi emretmekte.

Dedik ya elma ile armudu ve sapla samanı birbirine karıştırmamalı, illegal örgüt başka bir şey cemaat başka bir şey, mahrem imamlık başka bir şey imamet başka bir şeydir. Dolayısıyla hain illegal örgütlerden hareketle istikamet üzere olan ehlisünnet kanaat önderlerine karşı saygıda kusur göstermemeli, keza ehlisünnet üzere olan cemaat mensuplarına da başka gözle bakmakta doğru değil, bilakis şefkat kollarımızı açıp kucaklaşmalıdır. Dahası birbirimize karşı tevazuca ve yumuşakça davranmayı şiar edinmelidir. Bakın bir Hadis-i Kutside Rabbimiz şöyle buyurmakta:”Büyüklük benim ridam, ululuk izarımdır. Kim bu ikisinden biriyle benimle çekişmeye girerse onu helak ederim.“ Yine Yüce Allah (c.c) “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin” (İsra suresi, 37. ayet meali-Kur’an 17/37), beyan buyurmakta. Hatta Yüce Allah (c.c) “Şimdi insan baksın neden yaratıldı? O, belden atılan bir pis sudan yaratıldı” (Tarık 86/5–6), “Kahrolası insan (kâfir) ne nankör şey! Bir meni parçasından yarattı da (insan) biçimine koydu” (Abese ayet meali- Kur’an 80/17–19) beyan buyurarak cemiyet hayatında kibirle dolaşmayı men etmektedir.

Peki, bu konuda Allah Resulü ne buyurmuş derseniz malum, Resulullah (s.a.v) “İnsanların arasına girip onların yükünü çeken ve eziyetlerine katlanan Müslüman, hiç kimseye karışmayandan daha hayırlıdır” beyanıyla tüm ümmetine günümüzde sıkça kullanılan ‘Halka hizmet Hakka hizmettir’ sözünün ne demek olduğunu hatırlatmıştır. Zaten ehlisünnet üzere olan cemaatle birlikte yaşamak aklın gereği de. Kaldı ki tek başına yaşayan bir insanı şeytanın avlaması çok kolay olmakta ama cemaatle yaşayan insan söz konusu olduğunda şeytanın öyle aldatıp avlaması hiçte kolay olmayacaktır. Dolayısıyla şeytanın aldatması zor bir topluluk içerisinde bulunup istikamet üzere yaşamakla işimiz çok daha kolay olacaktır.

Bakın bu hususta Enes (r.a) ne diyor:

Resulü Ekrem’le bir yolculuk esnasında konakladığımızda, o sırada oruçlular uyuya kalmışlardı, oruç tutmayanlar da tam aksine çadır kurup hayvanları sulamaya koyulmuşlardı. Tabii bu durumu yerinde gören Allah Rasulü: Bu gün, oruç tutmayanlar bütün sevabı alıp götürdüler müjdesini vermiştir. Anlaşılan o ki; bu kutsi yolda yol arkadaşlarına hizmet etmek nafile ibadetten daha mühimdir. Kaldı ki nafile ibadetler hizmetten sonra yapılsa da olur. Şu bir gerçek kendine hizmet eden bozulur, fakat kendini Ümmet-i Muhammed’e hizmete adayan müminlerin öyle kolay kolay bozulmayacağı aşikârdır.

Yine bu hususta bir başka örnek verecek olursak;

Ashabı Kiramın arasından birine koyun kellesi hediye verilmişti, o hediyeyi alan da kendi sıkıntısını dert etmeden komşusuna gönderir. Derken o komşu da diğer komşusuna gönderir. Böylece hediye elden ele dolaşıp yedi komşuya ulaştıktan sonra tekrar ilk gönderene döner de. İşte görüyorsunuz kardeşlik ve cemaat bilinci budur. Madem öyle şimdi soruyoruz, şayet her bir sahabe tek başına inziva hayatı yaşasaydı konu komşuya hizmet etmenin ne demek olduğunu bilir miydik? Elbette ki, bilmek bir yana ölüsünden bile haberimiz olmayacaktı. Nitekim günümüzde evde tek başına yaşayıp da haftalarca ölüsünden habersiz oluşumuz artık bir sır değil.

Malum, bir diğer cemaat adabı da cemaat arkadaşlarını sıkıntıya sokmamaktır. Zira bu hususta Rasulullah (s.a.v) “Ben ve ümmetimin Salihleri yapmacık zorlama ve davranışlardan uzağız” buyurmuşlardır. Ki; bir gün Peygamberimiz (s.a.v)’in ayakkabı bağı çözüldüğünde derhal etrafındakiler düzeltmeye kalkışırlar, ama Allah Resulü buna razı olmaz. Hatta bunun bir özel muamele olacağından bahisle bu tür davranışları sevmem demişlerdir. İşte bu sünnet-i seniyye’den hareketle cemaat içerisinde cem olan kardeşler birbirlerinden hürmet beklemeyi bir kenara bırakıp hizmete koşmayı tercih etmelidir. Şayet bir cemaat mensubu hürmet beklentisinde olursa bir gün gelir terk edilecektir. Çünkü kardeşlik hukukunda kardeşini sıkıntıya sokmamak esastır. En iyisi mi kendimiz için istediğinizi kardeşimiz içinde istemeli ki tek başımıza kala kalmayalım. Anlaşılan o ki birlik ve dirlik kardeşimizin derdiyle hemhal olmak ve sıkıntısını gidermekle sağlanabiliyor. Bakın, Allah Teâlâ “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, dağılıp parçalanmayın” buyuruyor. Yine; “Sadıklarla beraber olun” diye öğütlüyor. Habib-i Ekrem ise; “Rabbül Âleminin eli (rahmeti ve desteği) cemaatle birliktedir” buyuruyor. Madem öyle, toplum içinde beşeri münasebetlerimizi kolay kılmak varken yokuşa sürmek niye? Keza mümin kardeşimizin problemlerini çözmek varken bencil davranmak niye? Hiç kuşkusuz Sahabeyi Kiramı örnek alsaydık böyle olmazdık elbet. Zaten aşağıda sunacağımız Ensar örneği her şeyi izah etmeye yetiyor:

Allah Resulü Medine’de Sa’d b. Rebi (r.a)’ı, Abdurrahman b. Avf (r.a)'a kardeş yapınca Sa’d b.Rebi, bakın ne demiş. Kardeşine der ki;

-Malımı ikiye bölüp yarısını sana vereceğim, iki hanımım var istersen bunlardan birisini boşayayım, hatta iddet müddeti bitince onunla evlen der.

Abdurrahman b. Avf (r.a)'da cevaben;

-Bak kardeşim! Allah sana, ehline ve malına bereket versin, sen iyisi mi bana çarşının yolunu göster başka bir şey istemem, ben ticaretle uğraşayım der. İşte Ensar topluluğuna dâhil olup hayatı kolaylaştırmanın karşılığı budur. Bu kıssadan anlaşıldığı üzere kardeşçe yaşamasını bilen insanların arasına karışmak gerek. Hatta bu da yetmez Ensar olmak gerekir. Ensar olmak için de; Allah’ın size nimetini hatırlayın. Hani siz bir zaman birbirinize düşman idiniz; O kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Sizler bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi aradan kurtardı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız (Al-i İmran 3/102–103) beyanına icabet etmek gerekir.

Her ne kadar; “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın” emrinden maksat ‘Kur’an’ olduğu kuvvetli delil olarak sunulsa da bu ayetten muradın kimi İslam, kimi İtaat, kimi 'iman, tövbe ve ihlâs' üçlüsü, kimi de cemaat olduğunu belirten müfessirlerde var. Aslında bu açıklamaları bir bütün halde toplayıp derlediğimizde; Kuran’ı rehber edinmeyi, İslam dairesinden çıkmamayı, tövbe, itaat, ihlâs ve takva üzerine yaşayan cemaatle birlikte olmak gerektiğini idrak ederiz. Nasıl idrak etmeyelim ki, bir kere Yüce Mevla’mız; “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın” beyanıyla uyarmakta bile. Hatta Yüce Allah “Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin” diye öğütler de. İşte yapılan bu uyarı ve öğütler ışığında Resulü Ekrem (s.a.v); “İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bunlardan bir grup hariç, diğerleri ateşte olacaktır” buyurmuştur. Tabii bu durum karşısında Ashab-ı Kiram merak edip sorar:

-Ya Rasulullah! Bu kurtulacak fırka kimlerdir?

Buyurdular ki:

-Ehl-i sünnet ve’l cemaattir. Yani Allah ve Resulünün yolundan gidenlerdir.

Bu arada Resulü Ekrem (s.a.v) “Kim cemaatten bir karış ayrılırsa, boynundan İslam bağını çıkarmış olur” uyarısında bulunmayı da ihmal etmez.

Cemaatin önemini ortaya koyan diğer hadis-i şeriflere göz attığımızda ise:

“Kurdun sürüden ayrılan koyunu kaptığı gibi, şeytan da insanı kapar. Bölünüp dağılmaktan sakınınız. Size cemaate sarılmanız ve çoğunluğa katılmanız gerekir (Ahmed, Müsned).

Üç şey var ki; Müslüman bir kimsenin kalbi onlarda hıyanetlik üzere bulunmaz. Bunlar: Allah için amelde ihlâslı olmak, önündeki imama nasihat edip samimiyetle davranmak, cemaate sımsıkı sarılmak. Şüphesiz müminlerin duaları onları arkadan sarar.

Kıyamete kadar ümmetimden bir taife hak üzere kalmaya ve Allah’ın emrini yerine getirmeye devam edecektir. Onlara muhalif davrananlar kendilerine hiçbir zarar veremeyecek. Onlar hakkı izhar ve ispata muvaffak olacaklardır (Bkz. Alusi a.g.e. C.7, cüz16).

Şüphesiz Allah ümmetimi delalet üzerinde bir araya getirmez, Allah’ın eli cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider.

Hiç şüphesiz şeytan cemaatten ayrılan kimseyle beraberdir. Onun içine yerleşip istediği yola çeker.

Şüphesiz, Allah her yüzyılın başında bu ümmetin içinden, onların dualarını yenileyecek kimseler gönderir (Ebu Ya’la, Müsned 7. 59–60 No:2078).

İsrail oğullarını peygamberler yönetip idare ederdi. Bir Peygamber vefat edince yerine başka bir Peygamber gelirdi. Benim ve ümmetimden durumum ise böyle değildir. Benden sonra hiçbir Peygamber gelmeyecek, fakat halifeler bulunacak, sayıları da çok olacak.

Ashab-ı Kiram:

-Ya Rasulullah! Onlara karşı ne yapmamızı emredersiniz?

Efendimiz(s.a.v):

-İlk önce beyat ettiğiniz halifenize vefa gösterin ve onların hakkını verin; üzerinize düşeni yerine getirin. Şüphesiz Allah, onları da yönetimlerine verdiği kimselerin hesabını soracaktır (Buhari, Enbiya,50, müslim, imare,440, İbnu Mace, Cihad,42, Ahmed, Müsned,2, 297).

Bir İmama kalbinin sevgisiyle yönelip elini uzatarak beyat eden kimse, gücünün yettiği kadar ona itaat etsin (Müslim, imaret).

Müslüman’a, kendisine bir haram emredilmediği sürece hoşuna giden ve gitmeyen konularda başındaki imama dinleyip itaat etmesi farzdır (Buhari, ahkâm,4).

Başınızda eli çolak, ayağı topal, rengi siyah bir köle de olsa sizi Allah'ın kitabına göre yönettiği sürece sözünü dinleyip itaat edin (Müslim, imare,37; Nesai).

Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur... Eğer başınızdaki imam Allah'tan korkmayı emrederse bundan dolayı kendisine ecir vardır. Takvanın dışında bir şey emrederse vebali onadır.

Bir ara Resulü Ekrem (s.a.v);

Ey topluluk! Benim size Allah tarafından gönderilmiş bir Resul olduğumu bilmiyor musunuz sorunca,

Oradakiler:

-Evet, Sen Allah’ın Resulüsün dediler.

Resulü Ekrem (s.a.v):

-Allah’ın kitabında; Bana itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağını bildiren ayeti indirdiğini biliyor musunuz?

Dediler ki:

-Evet ya Rasulullah! Şahadet ederiz ki sana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Şüphesiz sana itaat Allah’a itaat sayılmaktadır.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v):

Hiç şüphesiz bana itaat etmenizi Allah’a itaat olmaktadır. Başınızdaki imamlarınıza itaat etmenizde bana itaat olmaktadır (Suyutu ed, Dürrül- Mensur, 11. 597).

Kim başındaki Emirden hoşlanmadığı bir şey görürse, sabretsin. Çünkü kim cemaatten bir karış ayrılırsa cahiliye ölümü ile ölür (Müslim, imamet).

Ümmetimden her devirde Sabikun (hayırda önde) bulunur (Ebu Nuayım, Hilye,1,7, Suyuti el- camius sağır2, 415 No:7327).

Üç sınıf insan vardır ki, Allah Teâlâ onlarla kıyamet günü onları temize çıkarmayacaktır. Bunlardan birisi de, bir imama sırf dünya için beyat eden kimsedir (Buhari, Ahkâm,48, Müslim, İman 173;Nesai, Buyu,6, İbnu Mace, Cihad,42; Ahmed Müsned2, 25).

İmamlarınız hakkında kötü sözler konuşmayın, Allah'tan onlar için güzel hal isteyin (Müslim).

İmamlarınızın en hayırlısı; sizin onlar için onlarında sizi sevdiği, sizin onlar için onlarında sizin için dua ettiği kimsedir (Taberani).

Kim, dünyada Allah’ın adına hüküm icra eden sultana (imama) ikram ve hürmet ederse Allah'ta kıyamet günü ona ikram eder. Kim küçültürse Allah'ta kıyamet günü onu alçaltıp rezil eder (Tirmizi, fıten,47).

Allah’ın ahkâmını ayakta tutan sultana (imama) kötü söz söylemeyin. Şüphesiz onlar yeryüzünde Allah’ın gölgesidir (Suyuti)” gerçeği ile yüzleşiriz. İşte yukarıda zikredilen daha nice pek çok hadis-i şerifler cemaatin önemini ve o cemaatin imamına tabii olmak gerektiğini ortaya koymaktadır.

Elbette ki imama tabii olmak derken Sünnet-i Seniyye üzerine hareket edene tabii olmak esastır. Kaldı ki, Peygamberimiz (s.a.v) kendinden sonrası için imamet (halife) atamamıştır. Bu yüzden Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a) “Ben Allah’a ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz” buyurmuştur. İmamlık o kadar önemli bir husustur ki Rasulullah (s.a.v) vefat ettiğinde bir yandan defin işlemleri sürdürürken diğer yandan da Müslümanlar başsız kalmasın diye halife seçmenin derdine düşmüşlerdir. Nitekim Allah Resulünün vefatının ardından halifelik konusunda; “İmamlar Kureyş'tendir” hadis-i şerifi zikredilince Ensar halifelik talebinden vazgeçip Hz. Ebu Bekir (r.a)’a biat etmişlerdir. Hakeza Hz. Ömer (r.a)’da Hz. Ebu Bekir (r.a)’ın tavsiyesiyle halife seçilmiştir. Malum, Hz. Ömer (r.a) ise hasta yatağında hilafet işini altı kişiye havale etmiştir. Söz konusu bu altı kişilik şura heyeti Hz. Ömer (r.a)’ın vefatının ardından kendi aralarında altıncı üye Abdurrahman b. Avf'ın vereceği karara razı olacaklarını beyanla Hz. Osman (r.a) seçilmiştir. Hz. Osman (r.a)’da hayattayken kendisinden sonra kimin seçilmesi hususunda herhangi bir isim vasiyet etmeksizin şehit edilip darü’l bekaya göç etmiştir. Hemen defin işlemlerinin akabinde Muhacir ve Ensar’ı temsilen toplanan heyet halifeliği Hz. Ali (k.v)’e teklif etmişlerdir. Tabii, Hz. Ali (k.v) halifeliğin ateşten bir gömlek olduğunu düşünerekten önce kabul etmemiş, fakat sonradan gelen yoğun ısrarlar karşısında üstlenmek zorunda kalmıştır.

Dört halife gerçek manada halifedir, sonrası malum Peygamberimizin daha önceden hadisi şerifte de belirttiği üzere ‘mülk’ olarak tescillenmiştir. Bu yüzden Hz. Muaviye, Hz. Ali (k.v)’e yaptıklarından dolayı tekfir edilemez. Çünkü Hz. Muaviye mülk içtihadıyla hareket etmiş, Hz. Ali ise halifelik içtihadıyla mücadele etmiştir. Kaldı ki sahabe arasında yaşanan ihtilaflar asla iman konusu olamaz. İşte bu nedenle Hz. Ali’den sonra ki Hz. Muaviye'nin imamlığı halife olarak değil emir veya hükümdar (saltanat) olarak değerlendirilir. Ehlisünnet ulemasınca böyle değerlendirilmesi elbette ki halifelik sonrasının başa gelenlerin galip gelme şeklinde tezahür ettiği içindir. Zira Yezid bunun en tipik örneğidir. Malum o hem zalimce davranış sergilemiş, hem de münafıkça davranmıştır.

Anlaşılan ümmetin birliği ve dirliği için illa ki lider şart. Elbette ki ümmeti idare eden liderin Ehlisünnet yolunu takip edeni makbuldür.

Bakın Muaz b. Cebel (r.a):

-Ya Rasulullah! Eğer bizim başımızda senin sünnetine göre hareket etmeyen bulunursa ne yapmamızı emredersiniz?

Resulü Ekrem (s.av):

-Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez buyurmuştur.

Hakeza Resulü Ekrem (s.a.v) bir grup asker hazırlayıp, başlarına da Ensar’dan Abdullah b. Huzafe es-Sehmi’yi emir tayin etmişti. Derken sefere koyuldular, bir yerde mola verdiklerinde emrindeki askerler Abdullah b. Huzafe es-Sehmi’yi kızdırmış olsalar gerek ki;

-Sizden biraz odun toplamanızı, onu tutuşturmanızı ve içine girmenizi istiyorum talimatını verir.

Onlarda:

-Allah Resulüne soralım; eğer ateşe girmeyi emrederse gireriz derler. Bu arada ateş söndüğünde Emir’in kızgınlığı da gitmiş olur. Ama dönüşte mesele sorulduğunda Habib-i Ekrem (s.a.v) şu cevabı verir:

-Eğer o ateşe girselerdi, çıkamaz ebediyen içinde kalırlardı, imama itaat ancak hayırda olur.

Allah Teâlâ “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül evet bütün bunlar o yapılan şeyden mesuldür” (İsra:17/36) buyuruyor.

Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır’da bu ayeti kerime ve hadislerden hareketle; “Bir kimseyi ‘rab’ edinmiş olmak için illa ona ‘rab’ adını vermek şart değildir. Bir kimsenin emrine uymak emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir. Bizim âlimlerimize ve adil idarecilerimize itaat edip saygı göstermemiz bunun dışındadır. Çünkü bize böyle bir itaat emredilmiş, ölçüleri belirtilmiştir” diye meseleye açıklık getirmiştir.

Maalesef gel gör ki, “Yeryüzünde Allah diyen kimseler kaldığı sürece kıyamet kopmaz” (Abdurrahman Cami 898 Nakduin- Nusus, 97) hadisi şerifin sırrınca gerçek manada Allah adını ananların yüzü suyu hürmetine şu yaşadığımız acımasız dünyanın önümüze koyduğu bir takım hazin olaylar devam edebiliyor.

Rabbül Âlemin “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulu’l emr’e de itaat edin. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüzde Allah’a ve ahrete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resulüne götürün, bu hem hayırlı, hem de netice bakımdan daha güzeldir” (Nisa 4/59) diye beyan buyurur.

İmamlık netice itibariyle İmameti Kübra (büyük imamlık) ve İmameti Suğra (küçük imamlık) diye iki ana başlıkta incelenir. Umumi imamlıkta; hür, erkek, akil baliğ, muktedir ve Kureyş’li olmak (İslam’ın ilk dönemi itibariyle) gibi şartlar aranır. Umum-i riyasete sahip imametin başlıca görevlerine gelince; Şer’i cezaları tatbik etmek, zekâtları almak, yol kesici ve hırsızlığın önüne geçmek, cuma ve bayram namazlarını kıldırmak, velisi olmayanları evlendirmek, ganimetleri taksim etmek gibi hususları kapsar.

Bu arada unutmamak gerekir ki; kâfir, Müslüman’a veli olamaz, hakeza kadın da halife olamaz. Hatta fasık birini imam tayin etmekse mekruhtur. Ancak adil olmak halifelik için şart değildir. Böyle birini seçmek mekruh olmakla birlikte halifeliği sahihtir.

NAMAZ İMAMLIĞI

Namaz imamlığı için aranan şartlar; Müslüman olmak, akıl baliğ olmak, er kişi olmak, Kur’an’ı okuyor olmak, özürden beri olmak, yani burun kanaması, pelteklik ve pepelik gibi özürlerin olmamasıdır.

Kalabalık camilerde saflar yola bitişik ise imama uymaya mani teşkil etmez. Ev ve mescit arasında bir yol ayırımı olsa bu durum imama uymaya engel teşkil eder, zira mekân farklılığı söz konusudur.

İmama uymanın şartları;

-Cemaat imama niyet etmeli,

-Namaz kılınacak yerin bir olmanın yanı sıra cemaatin imamı görebilecek konumda olması, ya da imamı göremese de tebliğ edici vasıtasıyla imamın sesini duyabilecek mekân olması gerekir,

-İmamın arkasında saf duranların topuğu imamın topuk hizasını geçmemeli, burada hiç kuşkusuz topuk ölçüdür. Sadece topuk mu, elbette ki İmamdan önce rükû ve secdeye varmamak gerekir. Şayet bu temel kaidelere uyulmamışsa mutlaka selamdan sonra o rekâtı kaza etmek icap eder. Aksi takdirde namaz batıl olur. Esas olan rükünlerde imamla birlikteliği sağlamaktır. Dolayısıyla imamdan önce rükû ve secdeye varmak bir anlamda imama uymamak demektir.

-İmam ve cemaatin kıldıkları namaz aynı cins namaz olmalı,

-İmamın namazı sahih olmalı vs.

Zemin üzerinde namaza duran bir kimse binek hayvan üzerindeki imama uyamayacağı gibi, hayvan üzerindeki bir kişide zemin üzerinde namaza duran imama uyamaz. Zira paylaşılan mekân aynı değildir. Hakeza farz namaz kılan kişi nafile kılana uyamaz. Ancak nafile namaz kılan kişi bundan istisnadır, yani farz kılanın ardından cemaat olabilir. Anlaşılan buradaki incelik zayıfın kuvvetliye bina edilmesidir. Dolayısıyla bu durumda nafile kılanın nafile kılana uyması sahih olur. Hatta vitir namazını vacip bilenin sünnet kabul eden kimseye uyması da sahihtir.

İma ile namaz kılana uymak sahih değildir.

Abdestli kişinin teyemmümlü kişiye, ayaklarını yıkayanın mesh edene, ayakta olanın oturarak rükû ve secde edene, bedeni özrü olmayanın kambur ve topal olana, hür kadının başı açık olan cariyeye uyması caizdir.

Kadının kadına imamlığı kerahetle caizdir. Ancak kadınlar cemaatle namaz kılacaksa, imam olan kadın öne geçmez aralarında durması icap eder.

Bir kimse imamdan önce özürsüz olarak selam verirse namazı kerahetle sahihtir.

İmam cünüp veya abdestsiz namaz kıldırır da, cemaatte bundan haberdar olursa kılınan namaz fasittir.

Bu arada unutmamak gerekir ki dört şeyde imama uymak şart değildir, bunlar;

-İmam bile bile namaza secde ilave ederse,

-Bayram tekbirlerini fazla alırsa,

-Cenaze tekbirlerini fazladan alırsa,

-İmam yanılarak farzdan fazla bir rekâtı kılmak üzere beşinci veya üçüncü rekâta kalkma gibi ayrıntılarda uyulmaz.

İmamın cemaati usandıracak derecede namazı uzatması uygun olmadığı gibi mekruhtur. Ancak cemaat uzatmaya razı olursa kerahet olmaz. Sabah namazında imamın ilk rekâtı uzatması sünnettir. Bu durum cemaatin ilk rekâta yetişmesi içindir. İmamın kendisine kolay gelen ayet ve sureleri okuması caizdir. Bilhassa teravih namazını cemaati usandırmayacak şekilde orta halli kıldırması uygundur. İmama uyan kimsenin gizlice Fatiha okuması doğru tavır olmaz, okunursa namazın bozulacağı birçok sahabeyi kiramdan rivayet olunmuştur. Nitekim Ebu Hureyra (r.a) bu konuda; Biz vaktiyle imamın arkasında okurduk. Neyse ki 'Kur’an okunduğunda onu dinleyin ve susun' ayeti kerimesi nüzul olmasıyla birlikte mesele kendiliğinden hallediliverdi demiştir.

Mezhep değişikliği imama uymaya engel değildir, ancak şu var ki; bir Hanefi'nin burnundan kan aktığı halde abdestini yenilemeden imamlığa geçen bir Şafii’ye uyması caiz değildir.

Erkeklerin kadınlara ve çocuklara uyması caiz değildir. Ayrıca akıllının bunağa, Kur’an okuyanın ümmiye, kıraati olmayanın dilsize, elbisesi temiz olanın pis olana, avret yeri kapalı olanın açık olana, özrü olmayanın özrü olana uyması caiz değildir. Köle ve babası belli olmayanların imamlığı mekruhtur. Çünkü bunlarda cehalet daha fazla olur. İki gözü kör olanın imamlığı caiz olmakla beraber göz kusuru olmayanın imam olması daha evladır.

Başkasının evinde imamlık yapacak olan bir kişi ev sahibinin izniyle imamlık yapabilir, zaten faziletli olan da budur.

Bir kimse fasık’ın veya bidatçinin arkasında namaz kılarsa cemaat sevabına nail olur. Rasulullah (s.a.v); Bir kimse takva sahibi bir âlimin arkasında namaz kılarsa bir Peygamberin arkasında namaz kılmış gibi olur buyurmuştur. Fasık’ın ve bidatçinin imamlığı tahrimen mekruhtur, nasıl mekruh olmasın ki, bir kere dinen saygınlığını yitirmişliği söz konusudur.

İmamın arkasında bir kişi duracaksa bu kişi imamın sağında durması icab eder.

Kalabalık bir cemaate imamın sesi duyuluyorsa tebliğe (intikale-aktarmaya) gerek yoktur. Aksi takdirde mekruhtur. Bir kişinin safta yer olmasına rağmen cemaatin arkasında tek başına namaza durup imama uyması mekruhtur. Anlaşılan safta yer bulunmadığı durumda caiz olmaktadır.

İmamın kıraati cemaatin okuması gibidir. Fakat selam ve teşrik tekbirleri hariç iftitah tekbirinde elleri kaldırmada, tekbir getirmekte, subhanekeyi okumada, semiallahü limen hamideh demede, tahiyyatı okumasında imama uyulmaz, yani kişinin kendisi okumalıdır.

Cemaat arasında İmamete geçmede sırasıyla göz önünde bulundurulması gereken kurallar söz konusudur. İşte tercih edilen o hususlar:

-Namaz hükümlerini en iyi bilen, varsa fıkıh ilmine haiz olan tercih edilir.

-Tilavet ve tecvidi güzel, aynı zamanda takva sahibi olan tercih sebebidir.

-Yaşça büyük, yüzce güzel olan, ya da güler yüzlü, ahlaki ve soyca güzel olan tercih edilir.

-Karısı güzel olan tercih edilir.

-Elbisesi temiz olan, malı en güzel olan vs. tercih edilir.

Belki yukarıda dikkatinizi çekmiştir yüz güzelliği ve karısı güzel olmakta tercih sebebi olabiliyor. Buna şaşmamak gerekir. Zira yüz güzelliğinden maksat teheccüd namazıdır. Zira teheccüd namazı kılanın yüzü de güzel olur. Karısının güzel olmasından amaç belli; kocanın eşinden başkasına gözü kaymayacağı ihtimalidir. Başın büyük olmasından kasıt ise, aklın çokluğuna işaret teşkil etmesidir.

Şu da bir gerçek, kılınacak mekân evse ev sahibi, mescitse o mescidin imamı tercih edilir. Anlaşılan o ki, hane sahibinin imamlıkta önceliği vardır. Hatta evinde sultan ve hâkim olsa da bu böyledir. Malum sultan ve hâkimin tasarrufları umumidir. Yine de herşeye rağmen ev sahibinin usulen onlardan birini imamlığa geçirmesinde fayda vardır.

MESCİDDE CEMAAT

Bir mescitte vakit içinde bir kez cemaat olmak kâfidir, mescide sonradan gelenlerin cemaat olması mekruhtur. Ebu Hanife'den nakledildiğine göre; cemaat üç kişiden fazla olursa tekrarı mekruhtur. Nitekim Resulullah (s.a.v) Ensar'ın aralarını bulmak için evinden çıkmıştı ki, döndüğünde mescitte cemaatle namaz kılındığını fark etti. Bunun üzerine zevcelerinden birinin evine girdi ve derhal aile efradını toplayıp onlara namaz kıldırdı. Bir mescitte aynı vakit içinde birkaç kez cemaatle namaz kılmak hoş karşılanmamış olsa gerek ki, Peygamberimiz (s.a.v) namazı mescitte eda etmeyip, eve gitmiştir. Keza Hz. Enes (r.a)’dan rivayet olunduğuna göre; Rasulullah(s.a.v)’in ashabı cemaate yetişemediklerinde mescit içerisinde tek tek kılarlardı. Belli ki cemaat olup namaz kılsalardı bu durum alışkanlık doğuracağından cemaatin azalmasına da sebebiyet verecektir. Bir başka zahir rivayete göre ise mescitte cemaati tekrar etmek mekruh, İmam Azam ve Yusuf'a göre ise değildir.

Velhasıl; Hanefi fıkıh kitaplarından yararlanıp karınca kaderince kendi üslubumla anlatmaya çalıştığım imamlık ve cemaat konusu da budur. Sürçü lisan olduysa affola.

Vesselam.
http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2919/cemaat-ve-imamet.html