Bir Ateiste Cevap
Her insan, kâinattaki bu muazzam ve mükemmel varlıklara bakarak, bunların büyük bir yaratıcısı olduğuna aklen hükmedebilir. Bir bilginin kesinlik kazanması için o konuda ispat edici deliller aranır.
Allah'ın varlığı hakkında da bilgimizin kesinlik kazanması için birçok deliller vardır. Bu deliller, aklî ve naklî deliller olmak üzere iki grupta toplanabilir...
A) Aklî deliller
1-Hudûs (sonradan varolma) delilleriyle Allah'ın varlığını ispat.
Bu âlem, yok iken sonradan var olmuştur. O halde, başlangıcı olmayan bir var ediciye muhtaçtır. Varlığı ve yokluğu
kendinden olmayan bu âlemin, varlığını yokluğuna tercih eden bir mucide ihtiyacı vardır.
O mucidin de varlığının kendinden olması; Vâcibu'l-vücud olması gerekir. Bir başka
yaratıcıya muhtaç olmadan varlığı kendinden olan tek varlık ise Allah Teâlâ'dır. bu
halde bu âlem vâcibu'l vücud olan bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu delîli de iki maddede
inceleyebiliriz:
a) Cisimlerin sonradan yaratılması esasına dayanan delil. Kelâm âlimleri bu delîli şöyle açıklarlar: Bu âlem, suretiyle ve maddesiyle
hâdistir (sonradan varolmuştur). Her hâdis (sonradan varolan) mutlaka bir muhdise (mucide) muhtaçtır. O
halde bu âlem de bir muhdise muhtaçtır. O da yüce Allah'tır. Bu âlemin sonradan yaratıldığı gözlem ve aklî delillerle ispat edilmiştir. Şöyle ki: Âlem; (Evren)
cevher ve arazlardan meydana gelmiştir. Ârâz, cisimlere ârız olan hareket, sükûn, ictima (birleşme), iftirâk (ayrılma)
hâlleridir. Bu hâllere "ekvân-ı erbaa (dört oluş) denir.
Ekvân-ı erbaa, cisimlere değişik hâl ve şekiller veren sıfatlardır. Bu sıfatların hepsi sonradan
varolmuştur. Sükûndan sonra hareket, karanlıktan sonra aydınlık, beyazlıktan sonra siyahlık hâllerinin oluştuğu gibi. Bu ârâzlar yok
olduktan sonra görülmezler. Görülmemeleri hâdis olduklarının, yani sonradan yaratıldıklarının delilidir. Hâdis olmasaydılar, vacip
(varlığı kendinden) olmaları gerekirdi. Vacip olsaydılar bu defa da, zıdlarının gelmesiyle yok olmamaları gerekirdi. Halbuki zıdları gelince yok oluyorlar. O halde
vacip değil, hâdistirler. Hâdis oldukları sabit olan ârâzlar, kendileriyle birleştikleri cevherlerin de hâdis olduklarının delilidir. Çünkü hâdis, ancak kendisi gibi
hâdis olan cisimle birlikte olur.
Cevherler (cisimler) de mutlaka bu dört durumdan birisiyle birliktedirler. O halde cevher ve
ârâzlardan ibaret olan bu evren hâdistir sonradan yaratılmıştır. Her hadisin de bir muhdise
ihtiyacı vardır. O muhdis ise; bu âlem cinsinden olmayan varlığı zatının icabı, yani
Vâcibu'l-Vücud olan mutlak kemâl sahibi Allah Tebârek ve Teâlâ'dır.
Bu âlemi yaratan varlık; Vâcibu'l Vücud değilse Mümkiniu'l-Vücud'tur. Yani vücudu sonradan yaratılmıştır. O
hâlde o da, varlığında başka bir yaratıcıya muhtaçtır. Şayet o yaratıcı da bu mucit gibi başka bir
yaratıcıya muhtaç ise; yaratıcılar zincirinin böylece sonsuzluğa doğru silsile hâlinde devam edip
gitmesi gerekir. Böyle bir teselsül ise batıldır, mümkün değildir. Varlığı farzedilen bu yaratıcılar
silsileşinin bir noktada durması ve başkasına muhtaç olmayan, her bakımdan mükemmel, varlığı
zâtının gereği olan bir yaratıcıya dayanması şarttır. Bu varlık, âlemin yaratıcısı olan Allah'tır.
b) İhtirâ (İcat Etme) delîli. Gökler ve yer, bitki ve hayvanlar yoktan var edilmiştir. Her yoktan var olunana da bir
var edici gerekir. Bu âlemin de bir var edicisi vardır. O da Allah'tır. Âlemde gördüğümüz
herhangi bir bitki veya hayvan sonradan varolmuştur. Her birinin varlığının bir başlangıcı
vardır. Cisimlerde zamanla hayat idrak, akıl gibi hâller icat olunuyor. İlliyet kanununa göre
her icat olunan şeye bir icat eden gerekir. Çünkü hayat, idrawek ve akıl gibi durumlar
kendiliğinden var olmazlar. Mutlaka bir yaratıcıya muhtaçtırlar. O da, varlığının
başlangıcı ve sonu olmayan, herşeyi bilen ve herşeye güç yetiren Allah 'tır
c) Terkip delili. Bu âlem mürekkep (parçaları bir araya getirilmiş olan) bir varlıktır. Terkip
olunan her varlık, kendinden önce varolan bir terkip ediciye muhtaçtır. Terkip olunan varlık, parçalardan meydana gelir.
Parçalar, bütününden önce vardır ve ondan ayrı şeylerdir. O halde, terkip bulunan varlık yok iken, daha sonra parçalarının birleştirilmesiyle
sonradan yaratılmıştır. Her sonradan yaratılan gibi o da bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu yaratıcı, terkip edilen
ve kendinden başkasına muhtaç olan bu âlem cinsinden olamaz. Aksi halde yaratıcıların teselsülü gerekir. Teselsül ise batıldır.
O hâlde bu yaratıcı, varlığında başkasına muhtaç olmayan ezelî bir varlıktır. O da, Vâcibu'l-Vücud olan Allah'tır.
2-İmkân Delîli
a) Bu âlem, varlığı da, yokluğu da mümkün olan bir varlıktır. Her mümkün, varlığını yokluğuna
tercih eden bir kuvvete muhtaçtır. Bu âlem de, var olabilmek için böyle bir müessir kuvvete
muhtaçtır. O kuvvet de bu âlemin dışında, vücudu zatından olan bir varlıktır. O da Allah'tır.
b) Hakîkatta bir mevcut vardır. Bu mevcut, ya varlığı zatındandır ya da varlığı ve yokluğu mümkün
olandır. Varlığı zatından ise; bu özelliğe sahip olan yalnız Allah'tır. Bu mevcut, varlığı mümkün olan ise;
mümkün olan varlığın mevcûdiyeti zatının icabı olmadığından, var
olabilmesi için, varlığını yokluğuna tercih eden bir müreccihe-yaratıcıya ihtiyaç vardır. O yaratıcı-müreccih ise Allah'tır.
c) Âlemde görülen madde daima hareket hâlindedir. Maddenin hareket hâlinde olması ilmen ispat edilmiştir. Madde ve maddedeki hareketin
mucidi kimdir? Maddeciler, madde ve ondaki hareketin ezelî olduğunu söylerler. Oysa maddedeki bu
hareket, bir evvelki hareketin neticesidir. O da bir evvelkinin... Bu hareketler silsilesi sonsuzluğa doğru devam edip gidemez.
Bu hareket silsileşinin bir noktada durması ve ilk hareketin, vücûdu vâcip olan bir illete, bir hareket ettiriciye dayanması zarûrîdir.
O da herşeyin yaratıcısı olan Allah'tır.
3- İbdâ' ve İllet-i Gâiyye Delîli. içinde bulunduğumuz âleme dikkatle bakacak olursak, onun çok güzel ve çok mükemmel olarak ve daha önce bir benzeri
olmadan vücuda getirildiğini görürüz. Gökyüzü, güneş, ay, hülâsa canlı-cansız her varlık bir amaç için yaratılmıştır. Âlemde varolan hiçbir eşya faydasız,
maksatsız ve boş yere yaratılmamıştır. Bu âlem bir güzellik, gaye ve vesîleler toplumudur. Âlemde en değerli varlık olan insan, rastgele vücuda
gelmiş, sebepsiz ve gayesiz bir varlık değildir. Her azasıyla güzel, mükemmel, faydalı ve maksatlıdır. İnsanın yaratılışı güzel ve mükemmel olduğu gibi, yaratılış
gayesi de Allah'ı bilmek, tanımak ve O'na ibadet etmektir. İnsanın olduğu gibi, canlı-cansız her mevcudun da varlığının bir gayesi, hikmet ve faydası vardır. İşte
âlemde görülen canlı ve cansız varlıklardaki ibdâ ve gayeler manzumesi; bütün bunları icat edip yaratan bir yaratıcının varlığını, aynı zamanda o varlığın ilim ve
kudret sahibi bir ilâh olduğunu isbat eder. Her şeyi bir maksada göre yaratan bu varlık, Vâcibu'l-Vücud olan Yüce
Allah'tır. Kur'an-ı Kerîm'de bu delîli dile
getiren bir çok ayet vardır. (Bakara, 2/22,
Nebe', 78/6-16, ....)
Netice olarak diyebiliriz ki; inat ve garazdan uzak her sâlim akıl sahibi, Allah'ın kendisine lûtfettiği aklı kullanarak esere bakıp müessiri, binaya bakıp
bânîsini, yaratılmışlara bakıp yaratıcısını keşfedebilir. Bunun için Allah, Kur'an'ın bir çok yerinde, zatının varlığına delil olabilecek eserlere bakmalarını, onun
üzerinde düşünmelerini, akletmelerini istemektedir. Aklı delillere ilâveten Allah'ın varlığını isbat eden naklî delillere de kısaca göz atalım.
B) Naklî Deliller:
Naklî delillerden kastımız, Allah'ın varlığını dile getiren ve üzerinde düşünmemizi isteyen Kur'an ayetleridir. Sayıca bir hayli kabarık olan bu ayetlerden sadece
birkaç tanesini zikredeceğiz:
1- "Biz yeryüzünü bir beşik, dağlan da onun için birer kazık kılmadık mı? Sizi çift çift yarattık, uykunuzu dinlenme vakti kıldık, geceyi bir örtü yaptık, gündüzü
geçimi sağlama vakti kıldık, üstünüze yedi kat sağlam gök bina ettik, parlak ışık veren güneşi varettik, taneler, bitkiler ve ağaçları sarmaş-dolaş bahçeler
yetiştirmek için yoğunlaşmış bulutlardan bol yağmur indirdik." (Nebe', 78/6-16).
2- "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip
yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutlan döndürmesinde, düşünen
kimseler için deliller vardır." (el-Bakara, 2/164).
3- "Allah'ın göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz? Aralarında Ay'a aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır. Allah sizi yerden bir bitki
olarak bitirdi. Sonra yine oraya geri çevirecek ve tekrar çıkaracaktır. " (Nûh, 71/15-18).
4- "Şimdi gördünüz mü attığınız meniyi? " "Siz mi onu yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz? Aranızda ölümü takdir eden biziz. Ve bizim önümüze geçilmiş
değildir. (Size böyle ölümü takdir ettik) ki sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir biçimde yaratalım. Andolsun, ilk yaratmayı bildiniz, (bunu)
düşünüp ibret almanız gerekmez mi? Ektiğinizi gördünüz mü? Siz mi onu bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık, hayret
ederdiniz. 'biz borçlandık, doğrusu biz yoksun bırakıldık! (derdiniz). İçtiğiniz suya baktınız mı? Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Dileseydik
onu tuzlu yapardık. , Şükretmeniz gerekmez mi? Çaktığınız ateşi gördünüz mü? Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu bir ibret ve çölden
gelip geçenlere bir fayda yaptık. Öyleyse Ulu Rabb'inin adını yücelt. " (el-Vâkıa, 56/58-74).
5- "Yer ve gökleri yaratan Allah'u Teâlâ'nın varlığında şüphe edilir mi?" (İbrahim, 14/10).
6- "Andolsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka "Allah" derler, "Hamd Allah'a lâyıktır" de. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar. " (Lokman,
31/25).
7- "Sen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak doğruca dîne çevir: Allah'ın yaratma kanununa (uygun olan dîne dön) ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması
değiştirilemez. işte doğru dîn odur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm, 30/30).
Allah'ın sıfatları: İslâm'da iman esaslarının ilk ve en mühim şartı Allah'a imandır. Allah'a iman ise; yalnız Allah'ın mücerret zat-ı ilâhisine inanmakla olmayıp,
aynı zamanda o yüce varlığın zatı hakkında vacip olan "Kemâl sıfatlarıyla", yüce zatına vasfedilmesi mümkün olmayan "noksan sıfatlara" ve zat-ı ilâhisi hakkında
inanılması caiz olan sıfatlara toptan ve tafsilatlı olarak inanmakla olur.