ANASOL-M HÜKÜMETİNİN YARALARI SARILDI MI?
ANASOL-M HÜKÜMETİNİN YARALARI SARILDI MI?
ALPEREN GÜRBÜZER
Cumhuriyetin ilk yıllarında KİT’lerin açılması makul bir olaydı. O şartlar içerisinde ekonomik bilinç ancak KİT eliyle gerçekleştirilebiliyordu. Zaman içinde devlet ekonomide tekelleşmesini sürdürmeye devam edince KİT’ler (Kamu İktisadi Teşekkülleri) faydadan çok zarar getiren bir mekanizmaya dönüştü. Derken devlet aygıtı sırtımızda bir kambur olmanın yanı sıra toplumumuzun refahını sekteye uğratan hüviyete bürünüverdi.
DP’nin halk kitlelerince işbaşına getirilmesiyle kısmen iyileşme olsa da, en azından anlayışlar değişti. Nitekim 1950’lerden sonra sanayici devletten teşvik ve proje yardımı görerek yeni sanayi hamlelerin kapısı aralanıverdi. Bu ilk adımın sanayileşme yolunda müspet bir atılım meydana getirdiği muhakkak. Bu yüzden Türkiye de sanayicinin mevcut konumuna gelmesi başlangıçta devletin proje ve teşvik katkılarına borçludur. Başlangıçta ki bu anlayışın zamanla rantiyeye dönüşmesi çarpık sistemin hediyesidir aynı zamanda. İlk dönemlerde birçok şirket kâh devletten proje alarak, kâh kredi alarak yatırımlarını gerçekleştirebiliyorlardı, ama bu durum bir yere kadar devam edebilirdi. Zira bir noktadan sonra sistem alarm verince tıkanıp kaldık. Çünkü bir kısım sanayicimiz artık devletten destek almadan, kendi ayakları üzerine hareket ederek yatırımlarına devam etmek istiyorlardı. Fakat her nedense spekülatif anlayış bu yolu tıkamak istemiştir. Devletin bugün dahi hale ekonomiden elini tam manasıyla çekmemesi bu durumu ziyadesiyle teyit ediyor zaten. Dolayısıyla ülkemiz, merkezden yönlendirmeleri artık bırakması gerekiyor. Merkezden empoze edilen her müdahale insanımıza yatırımcılık ruhu verememektedir. Bu anlayışla bir yere varılması da mümkün gözükmüyor da.
Bir zamanlar Türkiye’de adı konulmamış olsa da, aslında üstü açık sosyalist uygulamalar mevcuttu. Devletin her işe burnunu soktuğu olay, hiçte yabancısı olmadığımız komünist ve sosyalist ülkelerde görülen uygulamaları hatırlatır bizlere. Elbette ki üretkenliğin olmadığı yerde ne kadar biz demokrasiden bahsedersek bahsedelim, onun adı düpedüz komünizmdir. Kaldı ki batılı ülkelerin sosyalist akımları, önemli diyebileceğimiz zihni yapılanma sürecini başlattılar. Nasıl mı? Batılı sosyal demokratlar sosyal demokrasi adı altında, eski sosyalist komünist klasik söylemlerden vazgeçerek yeni fikirlere yöneldiler. Yeni söylemin adı şimdilerde sosyal demokrasidir. Hatta batı da sosyal demokrasi tanımlanırken liberal bir eksene oturtuluyor. Sosyal demokrasi, plan ekonomisi ve refah devleti gibi ilkelerden vazgeçilerek üretkenliği ön plana alan bir yapıya terfi ediyorlar artık. Özellikle İngiltere’de üretkenliği esas alan sosyal demokrasi dalgasının hızla yayıldığına şahit oluyoruz. Türkiye’de uygulanan yol ise klasik sosyalist anlayışıdır. Ekonomimizi hala devletçi zihniyetle yön verilmekte, yatırıma yönelmek isteyen sanayicilerimizin önü spekülatif ruhu ile törpülenmektedir. Oysa dünyada gelişmelere uygun bir hamle yapabilseydik, bu duruma düşmezdik. Türkiye’de daha henüz tam manasıyla sanayileşmiş bilgi toplumu şuuru gelişememiştir. Hele hele 2002 ekonomik krizi ile birlikte patlak veren spekülatif endişeler, üretim artışına yönelik olumsuz faaliyetleri bir anda nasıl etkilediğini hep beraber acısını yaşadık. Öyle ki o günlerde devletin girişimcilik ruhuna yeteri kadar eğilmemesi, ister istemez spekülatif kazanç peşinde olan bir takım şirketlerin iştahını kabartmaya yol açmıştır. Dahası sanayicilerimiz, sanayiciden çok spekülatör gibi davranıyorlardı. Üstelik iyi niyetli sanayi iş adamlarımızın çığlıkları da, o günün spekülatörlerce bastırılmaktaydı. Sanayiciliği tabana yayacak politikalar gerekiyordu ama bu yapılamadı maalesef. Üstelik dünyanın gelişme seyrinden de bihaberdik. Oysaki dur durak bilmeyen dünyamızda, ülkemizin konumu sanayi ötesi olmalıydı. Dünyanın gidişatının tam tersine bir yol izlemek pahalıya mal oldu ve ister istemez 2002 ekonomik krizi patlak verdi. Bilindiği üzere o yıllarda mevcut sistem faize kurulu bir yapılanmadan beslendiği için, yatırımı ve üretkenliği boğmaktaydı. Hatta Türkiye’de yaşanan çarpık ekonomik durum, bir takım iş çevrelerini faiz müptelası haline getirmiş ve hızla kolay yoldan köşeyi dönme arzusu toplumu A’dan Z’ye sarmış durumdaydı. Üretkenlik, girişimcilik ve yatırımcılık gibi güzel unsurlar çoğu kez lafta kalmaktaydı. Uygulamada faizli kazanç baş tacı yapılmıştı. Hiç kuşkusuz bu yüzkarası bir durumdu. Bakın bu ülkenin önde gelen Musevi ve müteşebbis vatandaşı İshak Alaton o yıllarda ne diyor: “- Faiz müptelası yapıldım, kolay para kazanma bağımlısı oldum. Geçen günlerde yalnızca bir hafta sonu yüzde 360 ile bankada tuttuğumuz paradan, Amerikalı bir yatırımcının bir yılda kazandığı kadar faiz kazandım. Bu utanç verici bir durum ama Türkiye’nin ekonomik durumu bizleri bu hale getirdi. Bu benim ve benim durumumda
bulunanların ezikliğinin çığlığıdır, isyanıdır....”
Ecevit Hükümetinin yanlış ekonomik politikaları sonucu sistem sanayiciyi faiz spekülatörü haline sokmuştu. Sanayiciye biçilen misyon, sadece spekülatif girişimlerdi. İşte bu zihniyet sanayileşme yolunda yarınlarımızı çalan en büyük engel bir handikabımızdı. Devlet o sıralar sürekli piyasadan para çekmekle meşguldü, çekilen paralar da bari iyi alanlarda kullanılsa gam yemeyiz, sermaye sağlıksız alanlarda heba edilerek özel girişimciliğin önüne set çekilmekteydi. Devletin göstermelik yatırımları özel girişimciliğin meydana getirdiği artı değerleri de silerek yeni kamburların türemesine yol açmıştı. Böylesi bir ekonomik yapılanmada, tabiî ki özel girişimciliğin dal-budak salması imkânsızlaşacaktı. Mevcut sistem rantiyecilerin, bedavadan yaşamaya alışmış odakların işine yarıyordu. Siyasetimiz kısır çekişmelerle oyalanırken, sanayicilerimizde spekülatörlere kurban ediliyordu. Sadece karanlık odaklar mı? Elbette ki hayır, mevcut durumdan spekülatörler de pastadan en iyi şekilde pay alıp yatırım yapmadan kolay bir kazanç elde ediyorlardı. Aslında Türkiye’nin önü açık olmasına açıktı ama bu kördüğümü açacak yeni bir sistem kuramama sancısının bedelini yanlış siyasetçileri başa getirmek ya da bir başka ifade ile 28 Şubat ürünü ANASOL-M hükümetini işbaşına getirmekle ödedik. Ne zaman ki yatırıma yönelmeden sermayelerine sermaye katan mekanizmanın ardında ki çarpık sistemi sorgulanmaya başlandı, o zaman azda olsa sanayimiz canlanmaya başladı diyebiliriz. Türkiye’de öyle bir sistem kurulmuştu ki, adeta spekülatör çevrelerin ekmeğine yağ sürülmekteydi. Sanayicilerin bir kısmı elbette ki bundan rahatsızlardı. Fakat ne yapabilirler ki, o günleri bu kötü gidişe dur diyecek daha henüz siyasi irade belirmemişti. Neyse ki 2002 krizi sonrası siyasi irade belirince eskisi kadar spekülatörler cirit atamıyorlar. Bu Türkiye adına sevindirici gelişmedir. Bu konuda ümit varız hala.
Bizi bu hale getiren çarpık sistemin yaraları daha yeni yeni sarılsa da tam kendimize gelmişte sayılmayız. Yaşadığımız ekonomik krizin derin etkileri henüz tam anlamda silinmişte değil.
Velhasıl rantiye değil üretim diyoruz.