Kurtuluş Kullukta Saklı

İnsan güçlüdür. Bu ifade bugün birçok odak tarafından seslendiriliyor. Delil olarak insanlığın elinden çıkan makineler, binalar, kentler, oluşturduğu büyük organizasyonlar, yendiği hastalıklar, gerçekleştirdiği buluşlar ortaya sürülüyor. Bu anlayışa göre insan mükemmel bir organizma ve bir mücadele nesnesi. Evet insan güçlüdür. Hayranlık uyandıracak bir organizmadır ama kendi içinde.
Bir yere kadar çok iyi görür, işitir, düşünür insan ama sınırları vardır. Ona açılım kazandıracak, eğitecek bir dış bilgi ulaşırsa, mesela ilahi bilgi, daha geniş düşünmesi kolaylaşır. İşte o zaman sahip olduğunu düşündüğü özelliklerin aslında kendisine sonradan verilmiş olduğunu, sonlu olduğunu ve kendisinin şartlarını belirlemediği bir serüven içinde bulunduğunu anlayacaktır. İnsan yaratılmıştır. Allah'tan gelmiştir yine ona dönecektir.

Putperest olmak
İnsan hakkında fikir sahibi olmak istiyorsak tarih önemli bir belgedir. Tarih bize insanın çok kereler yanıldığını, dünyada bozgunculuk, savaş çıkardığını, kan döktüğünü söylemekte. Öyleyse güçlülük izafi bir kavram. İnsan Kuran-ı Kerim'de de tarif olduğu üzere zayıf, unutkan ve nankör aslında. Defalarca peygamberler ve kutsal kitaplar aracılığı ile kendine hatırlatılmasına rağmen Yaratıcısını tanımaz yahut kendini en iyi bilen tarafından yine kendine en uygun şekilde biçimlendirilmiş olan hayat şeklini kabul etmez, istemez hale gelir.

Kendine geniş bir çerçeve kazandıracak ilahi bilgiyi dışladıkça kendi kalıpları içine gömülür ve orada sıkışır. Ancak gördüğü, elle tuttuğu varlıklardan yardım göreceğini sanır. Putlar ortaya çıkar. Tam emin olamaz yine de, kendine bahşedilen ruh Yaratanın daha büyük ve kutsal olması gerektiğini fısıldar kulağına. Arada kalır ve putlarına "aracı" sıfatını uygun görür. Kendine yalan söyler. Kendini aldatır.

Tahtadan, taştan, topraktan yapılmış heykellere tapmak, onlara eğilmek geçmişte kalmış ve son derece ilkel bir tavır olarak kabul edilecektir bugün. Oysa insan hatalarını tekrar eden bir varlıktır. Bugün insanın medet umduğu, yanında olduğunda ya da sahip olduğunda kendini güvende ve güçlü hissettiği şeyler nelerdir diye soracak olursak şaşırtıcı cevaplar alabiliriz. Para, ün, şöhret, ilim, çok sevilen kimseler kimi zaman kutsal bir güç olarak algılanabiliyor. Bunları elde etmek tek yasa, yoklukları tek çaresizlik olarak görülebiliyor. Bu, Yaratıcının kendi yoktan var ettiği dünya içinde gerçek hakim, sahici yönetici ve asıl sahip olarak görülmemesi anlamına gelebilir ki bu durumdan yine yalnız ona sığınılabilir. Kendine kanat bahşedene sırtını dönüp değersiz şeylere köle olmak demektir bu.

Köle olmak mı, kul olmak mı?

Köle, iradesi elinden alınmış varlıklar için kullandığımız bir ifade. Onlar birer eşya hükmünde kabul edilirler ve hareketlerinden kendileri değil, sahipleri sorumludur. Düşünmezler sadece söyleneni yaparlar. Peki kul nedir? "Abd" varoluşun gereği olarak kulluğu yerine getiren anlamına gelmektedir. Daha açık ifade ile "Bireyin Rab olarak Allah'ı farketmesi, ona kulluk için var olduğunu ve bu görevi yaptığını kavraması ve nihayet bu halinin devamı için de her an yine Allah'a muhtaç olduğunu bilmesidir". Kul ifadesi görünürde köle kelimesinin anlamı ile aynı kabul edilebilir. Çünkü mülkün maliki Allah'tır. İnsan da Allah'a aittir. Üzerinde hakim olan, bilmediklerini bilen de O'dur. Ama insan, kendini köle olmaktan kurtarıp yükselterek kul olma mertebesine eriştirecek bir şeye sahiptir. İradeye.

Seçebilir insan. Allah'ın yine kendi iyiliği için istedikleri ile kendi geçici hevesleri arasında bir seçim yapabilir. Bunun için gerekli olan akıl, irade ve bilgi ona bahşedilmiş ve kendi kendini kurtarması beklenmiştir. Yaratıcı kullarının unutkanlığını ve nankörlüğünü bildiğinden nefisleri ile başbaşa bırakmamıştır onları. Seçtiği dini tüm ayrıntıları ile anlaşılır kıldığı kutsal kitaplar ile bildirmiştir. Yine insanlar arasından seçtiği peygamberler yolu ile onları davet etmiş, gidilecek doğru yolu işaret etmiştir. Bu, muhatap alınma halidir. Allah bir müjde olarak nitelediği Kuran-ı Kerim'de sadece insanlara konuşmaz, aynı zamanda insanlarla da konuşur. Onlara seslenir ki bu büyük bir şereftir.

Anaforlarda kaybolmak

İnsan şaşırtıcı bir iç dünyaya sahip. Psikolojisi bir kez kendi üzerine kapanırsa hiç olmadık noktalara varabiliyor. Hak din üzere ve ona hazır olarak yaratılsa bile dininden uzak bir hayatın içine dalıp, karanlık dehlizlerde kaybolabiliyor. Çünkü hemen her davranışını çoğunluğa uyma psikolojisi ile belirliyor. Neden bu dünyada olduğunu ona izah eden Kuran'ı bir kez bile okumadığından küçüklüğünden beri kulaktan dolma ya da atalarından görme bir yapı olarak tanıyor dinini. Etrafında söylenen her şeyin gerçekten dine ait gerçekler olduğunu düşünüyor. Okulda hocaları evrimci ya da ateist ise birden herşeyin aydınlandığını(!), birtakım şeyleri aştığını, dünyayı anladığını sanıyor. Medyanın ya da kimi grupların Müslümanları bazen saldırgan, çağdışı, fanatik, ilkel, bazen dünyadan kopmuş, umarsız, topluma ya da olaylara karşı duyarsız olarak tanıtmasının etkisinde kalıyor. Çağdaşlık, modernlik kisveleri altında pervasızca konuşanların arasındaysa kısa zaman sonra kendinde konuşacak güç bulduğu gibi araştırmak, gerçeğin peşine düşmek zahmetli olduğundan bu yöne yönelmez, vicdanını bastırır. Çünkü bu araştırma sonunda ciddi bir sorumluluk ve yükümlülüklerle yüzyüze gelebilir. Allah'ın insanları sorumlu tuttuğu ve ilerde hesabını soracağı böyle bir sistem varsa ondan hayat boyu kaçarak kurtulamayacağını idrak edecek kadar bile düşünmekten korkar. Enam suresinde bu durum şöyle anlatılır; "Onlar hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar. Onlar yalnızca kendi nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama şuurunda değillerdir."

Oysa insan Allah'ın halifelik makamına layık göreceği bir noktaya yükselebilir. Tabi bu ilerleme bir olgunlaşma koridoru ile mümkün olacaktır. Yaratıcının sözlerine muhatap olmak, beraberinde önemli bir sorumluluğunu da getirir. Hakkıyla kul olma yükünü.

Kategoriler: