Kur'an-ı Kerim'i okumayı öğrenmemiz şart mı?

Kur'an'ı öğrenmemiz şart mı? deniyor. Bu soruyu daha rahat anlayabilmek için şöyle de sormak mümkün: Askerdesiniz ve ailenizden mektup gelmiş. Okumanız şart mı? Öğrencisiniz, bir devlet başkanından sizin adınıza, size hitap eden bir mektup gelmiş. Canım başkası okusun! der misiniz?
Âlemlerin Rabb'i olan Cenab-ı Hak, bir lutuf eseri olarak kullarıyla konuşmuş ve onlara kitaplar göndermiş.
O da yetmemiş izah etmesi ve yaşantısıyla da bire bir örnek olması için peygamberler göndermiş. Bazı vaatlerde ve uyarılarda bulunmuş, tâki insanoğlu imtihanını başarıyla verebilsin. Kur'an, sonuçta bizi Cennet'e ulaştırıp, Cehennem'den koruyan merhamet ve şefkat dolu bir kitaptır. Asla zatını kavrayamayacağımız ama isim ve sıfatların tecellilerini kâinatta mutlaka bulmamız gereken Yüce Allah'ımızın bizi muhatap kabul edip bir mektup göndermesi eşsiz bir güzelliktir. Kur'an'ı okurken, insan bir nokta gelir ki, Cenab-ı Hak'la konuşur gibi olur. Ayetler bizzat O'na ait olduğu için ağızdan çıkan her kelime onun emir, müjde ve yasaklarının yeniden canlanmasına vesile olur. Her bir kelimeye karşılık olarak yaratılan güzel ruhlar ve melekler hadislerin ifadesiyle kıyamete kadar o güzel kelimeyi zikreder ve sahibine sürekli sevap yazılır.

Kekeleyerek
okuyorum,
ne yapayım?
Kur'an'ı okurken kekeliyorum, çat pat okuyorum'' diyorsanız bakın Allah Resulu (sas) sizi nasıl müjdeliyor: Kur'an mahir olan (hıfzını ve okuyuşunu güzel yapan) Sefere denilen kerim ve muti meleklerle beraber olacaktır. Kur'an'ı kekeleyerek okuyana iki sevap vardır.'' Yine Peygamber Efendimiz bizlerin öğrenme çabamıza büyük önem veriyor ve şöyle buyuruyor: 'Bir grup, Kitabullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah onları yanında bulunan yüce cemaatte anar.''
Latin harfleriyle
yazılan Kur'an'ı okusak olmaz mı?
Arapçasını öğrenene kadar Latin harfleriyle yazılı olanı okumakta mahzur görülmese de aslolan orijinalini öğrenmektir. Çünkü dünyadaki birçok dilde olduğu gibi Arapça'da da sesi birbirine benzeyen bazı harfler vardır. Bunlar doğru telaffuz edilmediğinde anlam değişmekte, hatta bazı durumlarda kişinin dindeki konumunu bile zora sokmaktadır. Bu açıdan Cenab-ı Hakk'ın hoşnut olacağı şey orijinalini öğrenmektir. Zaten en fazla bir hafta sürecek ve sonsuzluk ikliminde bizim yoldaşımız olacak bir eğitimi gözümüzde büyütmenin pek fazla anlamı yoktur.

Öğrenmek çok mu zor?

Anne-babanız çocukluğunuzda sizin Kur'an öğrenmeniz için gerekli ilgiyi göstermemiş olabilir. Artık kanı kaynayan bir delikanlı, genç bir kızsınız. Genç bir baba ya da annesiniz. Veya çocukları büyümüş olgun bir insansınız. Birçoğunuz Elifba'dan yukarı çıkamadınız. Kendinizi 'Öğrenemiyorum, aklım almıyor, zor geliyor. Benim öğrenme zamanım geçti.'' gibi mazeretlerle kandırıyorsunuz. Öncelikle insanın başaramayacağı bir iş yoktur. Kur'an kelamı da zor değil, bilakis öğrenilmesi kolaydır... 'Kur'an'ı okumasını neden öğrenemedim?'' diyorsanız öncelikle kalbinizi kontrol edin. Kur'an-ı Kerim'i ne kadar aşkla ve şevkle öğrenmek istediğinizi bir sınayın. Eğer o öğrenme aşkını yakalarsanız 10-15 günde Kur'an'ı okuduğunuzu göreceksiniz. Kur'an okumanın zevkini daha iyi alabilmek için size bir önerimiz olacak: Fatiha'dan okumaya başladığınızda okuduğunuz yerlerin meallerini de okuyun. Göreceksiniz, Kur'an okumanın zevkine doyamayacaksınız

http://ailem.zaman.com.tr

Kategoriler: 

Yorumlar

"Fatiha’dan okumaya başladığınızda okuduğunuz yerlerin meallerini de okuyun. Göreceksiniz, Kur’an okumanın zevkine doyamayacaksınız" O kadar dogru ki su söz... Denemek gerek Biiznillah...

Kur’ân’ı okumak, mânâsı üzerinde düşünmek ve tefekkür etmek, onu ezberlemek, namazda kıraat etmek ibâdettir. Kur’ân’ı doğru yorumlamak ibâdettir. Kur’ân’ı anlamak ibâdettir. Kur’ân’ı öğrenmek ibadettir. Kur’ân’ı yaşamak ibâdettir. Kur’ân’ın doğru yorumları olan tefsirlerini mütalâa etmek ibâdettir. Kur’ân’ı hatim niyetiyle baştan sona okumak, bitirip yeniden başlamak, okudukça tefekkürü artırmak, okudukça feyiz almak, okudukça kulluğun sırrına ermek, ibâdetin inceliğine vâkıf olmak ibâdettir. Kur’ân ile A’dan Z’ye meşgul olmak ibâdettir.

Kur’ân,yerin ve göğün sahibi olan Allah’ın tenezzül buyurup bizimle konuşmasıdır.Kur’ân Arş-ı Azam’dan, İsm-i Azam’dan, her ismin en büyük mertebesinden gelmiş; bütün âlemlerin Rabb’i unvanıyla Allah’ın kelâmıdır; bütün mevcûdatın İlâhı sıfatıyla Allah’ın fermanıdır; bütün semâvât ve arzın Hâlık’ı nâmına insanlara teveccüh buyurularak söylenmiş bir hitaptır, bir mükâlemedir, bir konuşmadır, bir ezelî hutbedir, Rabb-i Rahîm’in yüksek bir iltifâtıdır.Bundandır ki, namaz Kur’ân’la mümkündür, niyâz Kur’ân’la mümkündür, duâ Kur’ân’la mümkündür. Bundandır ki, namazda Kur’ân okumak farzdır. Kur’ân’sız namaz sahih değildir. Çünkü Kur’ân, Allah’ın Kelâm sıfatından gelmiş ve halîfe-i rûy-i zemîn vasfıyla ve insan olarak bizim omuzlarımıza yüklenmiş en mukaddes, en muazzez, en temiz, en pâk, en kıymetli ve en mânâlı bir emânet-i İlâhî’dir. Bu emânete sahip olmak, kimliğimizi kavramak, nereden gelip nereye gideceğimizi öğrenmek, bu dünyâdaki vazîfemizi benimsemek ve buna göre davranış geliştirmek ancak Kur’ân’ı okumak ve öğrenmekle mümkündür. Cenâb-ı Hakk’ın, “Kur’ân’ı tane tane, açık açık oku!”emri kulaklarımızda çınlamalıdır.

* Hazret-i Âişe (ra) validemiz anlatır: Resûlullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Kur’ân’ı mâhir olarak (mahrecini, tecvidini, sesini, kıraatini bilerek) okuyan, şerefli, itaatkâr elçiler olan meleklerle berâberdir. Kur’ân’ı kendisine zor geldiği halde kekeleyerek okuyan kimseye ise iki kat sevap vardır.”
* Berâ b. Âzib (ra) diyor ki: Üseyd b. Hudayr (ra) iki uzun iple atını bağlamış, evinde Kehf Sûresini okuyordu. Okuyup dururken, üzerinde bir bulut peyda oldu, bulut yaklaştıkça yaklaştı. Nihâyet at ürktü, deprenmeye başladı! Üseyd: “Yâ Rab, âfetten emîn kıl!” diye duâ etmeye başladı. Sabah olduğunda Peygamber Efendimiz’e (sav) geldi ve bu hâli anlattı. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm): “Oku ey adam! Durma oku! Bu tecellî sekînedir (sekînet, vakar ve rahmet yüklü ruhlar ve melekler). Kur’ân’ı dinlemek için, Kur’ân’a hürmeten inmiştir” buyurdu.
Şimdi yaz geldi; Kur’ân öğrenimi dönemi başladı. Çocuklarımıza Allah kelâmını öğretebileceğimiz, öğrenmelerine kapı açabileceğimiz, yardımcı olabileceğimiz altın günlerin içinde bulunuyoruz.

Artık bu günlerde okul döneminin yorgunluklarını da attılar üzerlerinden. Mutlaka değerlendirelim. Çocuklarımız, kendi Yaratıcılarının öz kelâmıyla bire bir muhatap olsunlar; okusunlar, öğrensinler.

Câmilerimiz, Kur’ân Kurslarımız, dershanelerimiz hizmete hazır. Birbirinden değerli gönüllü Kur’ân öğreticilerimiz çocuklarımızı altın kalpleriyle kucaklayacaklar. Yeter ki biz gönderelim, ihmal etmeyelim, ilgimizi eksik etmeyelim.

Yarın mahşerde, “Annem veya babam bana dînimi öğretmedi, Kur’ân’ı öğretmedi. Allah’ım, senin kelâmını öğretmedi” şikâyeti bizi mahcup eder. Mahşerin mahcubiyeti bizi perişan eder.

Spor kursuna, resim kursuna, yüzme kursuna, müzik kursuna, tiyatro kursuna zaman ayırıp imkân bulduğumuz gibi; daha bir ihtimamla Kur’ân kursunu da ihmal etmemeliyiz. Aksi takdirde yalnız mahşerde değil; dünyada bile zarar etmiş oluruz.

Öyleyse, buyurun; Kur’ân öğrenmeyi ve öğretmeyi bir seferberlik haline getirelim.

Âyet-i kerimelerin mealleri okunurken bunlardan önce besmele okunur amasonunda sadekallahülazim denmez, çünkü onlar Allah’ın kelamı değil, mütercimin anladığı manalardır. Yanlış olma ihtimali her zaman mevcuttur. (Sadakallahülazîm = Allahü teâlâ doğru söyledi demektir.)

Muhyiddin-i Arabi hazretleri (Müsamere) adındaki kitabında buyuruyor ki:
Hazret-i Ebu Hüreyre’nin haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir ki, müslümanlar birbirlerinden ayrılır, parçalanırlar. Şeriatı bırakıp, kendi düşüncelerine, görüşlerine uyarlar. Kur’an-ı kerimi mizmarlardan, yani çalgılardan, şarkı gibi okurlar. Allah için değil, keyf için okurlar. Böyle okuyanlara ve dinleyenlere hiç sevap verilmez. Allahü teâlâ bunlara lanet eder. Azap verir!) buyuruldu. Başka bir hadis-i şerifte, (Kur’an-ı kerimi Arap şivesi ile, onların sesi ile okuyun! Fasıklar, şarkıcılar gibi okumayın!) buyuruldu.
Başka bir hadis-i şerifte, (Kur’an-ı kerim, okuyanlarına, ya şefaat edecek veya düşman olacaktır) buyuruldu. (Müslim)
Demek ki, Kur’an-ı kerim, Allah rızası için, dinimizin bildirdiği şekilde okuyana şefaat edecek, şarkıcılar gibi okuyana düşman olacak, ona lanet edecektir.
Sure veya âyet okumaya başlarken euzü okumak vaciptir. Diğer surelere başlarken besmele okumak sünnettir.
Namaz içinde fatihadan önce besmele çekmek sünnet, namaz dışında fatiha okumaya başlarken besmele okumak vaciptir. Şafii mezhebinde ise her zaman fatiha okurken besmele çekmek farzdır.
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kur’an için vekil edilen bir melek, Arap olmadığı için, doğru okuyamayan kimsenin, hatasını düzeltir ve doğru olarak yükseltir.)

Allah Kur’ân-ı Hakîm’i bize Allah’a kulluk yapalım ve gereği ile amel edelim diye indirmiştir. Elbette ideal olan Kur’ân’ı okuyup anlamak, anlayarak okumaktır. Fakat anlamıyorum diye Kur’ân’ı bırakmak da doğru değildir. Anlamaya çalışarak okumalıdır.

Diğer yandan, herşey dilbilgisi kuralları ile sınırlı değildir. Kur’ân’ın ana metninden bir âyet okuyup veya güzel sesli bir hafızdan bir âyet dinleyip, mânâsını anlamasa da ihtiva ettiği mânevî mesajla kalbi titreyen, hararete ve heyecana gelen ve ağlayan bir mü’min’in bu âyeti anlamadığı veya bu âyetten hiçbir hisse almadığı söylenebilir mi? Anlamını öğrenmek için ise, iyi niyetli birisi için, bir meâli açıp okumak günümüzde herhalde zor olmayacaktır.

Bir “sevabına Kur’ân okumak” kavramı doğurarak, bunu Kur’ân’ı anlamadan, düşünmeden, Allah korkusu taşımadan ve mesajını anlamaya çalışmadan okumak gibi bir şıkka tahsis eden ve Kur’ân’ı anlayarak, düşünerek, ibret alarak okumayı sevabın dışında tutan bir sınıflandırma makbul ve sahih değildir.

Kur’ân’ı Allah kelâmı olduğu kabulüyle ve inancıyla her türlü okumak sevaptır. Kimin ne kadar sevap alacağı konusunda bir ölçü ve kayıt koymak kulların yetkisinde değildir. Allah, Kendi kelâmını okuyanlara ne kadar sevap vereceğini elbette Kendisi bilir. Bunu takdir ve derecelendirme yetkisi de Allah’a aittir. Kullara düşen Allah kelâmını her şekilde okuyarak Allah’a ulaşmaya çalışmak, Allah’ın rızasını kazanmaya gayret etmektir.

Bu çaba içinde makbule geçmeyen ve doğru olmayan bir davranışa işaret edilecekse eğer, şöyle denilebilir: Kur’ân’ı anlama imkânı olduğu halde anlamaktan yüz çevirmek ve Kur’ân’ı okuduğu halde Kur’ân’ın mesajlarını duymazdan gelmek büyük günahtır. Bu tamam. Fakat, böyle kasıtlı davranışa girmeyen bir Müslüman’ın, kendi imkânları ölçüsünde Kur’ân okumasını sevap bakımından yeterli görmemek, Kur’ân’ı okuma sevaplarına derece ve sınıflandırma getirmek kul için haddi aşmış olmaktan başka bir anlam ihtiva etmez. Çünkü kulun sevap verme yetkisi olmadığı gibi, sevapları derecelendirme yetkisi de yoktur. Yeter ki okuduğumuz Kur’ân olsun ve biz okuduğumuzu anlama gayretinde olalım. Kul olarak bizim davranış sınırımız budur. Kul olarak bize bu yeter.

Kur’ân’ı meâl ve dil olarak anlamayı zorunlu gören ve bunu çerçevesi vahiy tarafından belirlenmiş olan ibadetlere kaydırma eğilimi gösteren, yani ibadetlerde okunan duâları ve âyetleri de anlama gerekçesiyle ana dilde ibadet yapılması gibi bir ucubeyi savunan bidatçi anlayıştan ise—sizi tenzih ederim—Allah’a sığınmak lâzım.
Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor ki:

“Siz Allah’ın huzuruna Allah’tan gelen Kur’ân’dan daha üstün bir şeyle varamazsınız.” (Camiü’s-Sağir, 2/661)

Bu hadis-i şerife göre sünnet olan günlük davranışlarımız:

1-Zikir için Kur’ân okumalıyız.

2-Fikir için Kur’ân okumalıyız.

3-Şükür için Kur’ân okumalıyız.

4-Kur’ân’ı Allah’tan gelen ve bizi Allah’a götürmeye yetkili bulunan bir kitap sıfatıyla ve kendimizi fert olarak Kur’ân’a muhatap bilerek okumalıyız.
Buhârî’de rivayet edilen başka bir hadiste de Ebu Musa el-Eş’arî ( r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber(s.a.v) şöyle buyurdu: “Kur’an okuyan ve okuduğuyla amel eden mü’minin örneği, tadı güzel kokusu güzel turunç meyvesi gibidir. Kur’an okumayan, ancak onunla amel eden mü’minin örneği de tadı güzel ancak kokusu olmayan ham hurma
gibidir. Kur’an’ı okuyan münâfığın durumu ise kokusu güzel tadı buruk
reyhâna otu gibidir. Kur’an’ı okumayan münafığın durumu ise kokusu olmayan,
tadı da buruk olan acı yaban keleği gibidir”

“Bana ümmetimden günahları arz edildi. Kur’an’ı kerimden bir sureyi, önce öğrendiği halde, bilahare unutan kimsenin günahından daha büyüğünü görmedim.”(Kütübi Sitte, İbrahim Canan,4/441)

Kur’an, 610-632 yılları arsında Hz. Muhammed’e vahyolunan Allah’ın kelamıdır. Bir beşer sözü ve yazması değildir. Bunun için okurken bu bilinçle okunmalıdır. Kur’an kendisini okuyanları “tilavetin gerektirdiği” şekilde okumalarını ister. Tilavetin gerektirdiği şekli nasıl olmalıdır? Şimdi bunu açılayalım. Bakara,2/121. ayette şu şekilde ifade edilir:

“Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereğince okuyanlar var ya, işte ona ancak onlar inanırlar. Onu inkâr edenler ise kaybedenlerdir.” Burada kitabı hakkıyla okuyanlardan Ehl-i Kitaptan Kur’an’ı samimiyetle inceleyen ve O’nu doğru buldukları için kabul eden dindar bir grup kastedilmektedir. (Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an)Bununla birlikte biz Kur’an’ı okuyan müminlerin de düşünülebileceğini söyleyebiliriz. Razi de bu kanaatte olduğunu belirtir.(Razi, Mefatihu’l-Gayb)

Ayette geçen tilavet kelimesi ilim ve amelle bağlanmak anlamına gelir.(Rağıb el-Isfahani, el-Müfredat) Buna göre tilavetin gerektirdiği şekil okumanın aynı zamanda davranışla bağlanmayı da beraberinde gerektiriyor olmasıdır. Taberi, ayet-i kerimede zikredilen ve “Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkıyla okuyanlar” şeklinde tercüme edilen cümlesinin Abdullah b. Abbas, İkrime, Ebul Âliye, Abdullah b. Mes’ud, Ebu Rezin, Mücahid, Kays b. Sa’d, Hasan-ı Basri ve Katade tarafından “O kitaba hakkıyla uyarlar” şeklinde izah edildiğini nakletmektedir. Şu ayetler de Kur’an okumanın beraberinde davranışların olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, O’nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.
Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. İşte gerçek mü’minler bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.”(Enfal, 8/2-4)

“Ey örtüsüne bürünen, Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk: (Gecenin) Yarısı kadar. Ya da ondan da biraz eksilt. Veya üzerine ilave et. (3) Ve Kur’an’ı da belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku.” (Müzzemmil, 73/1-4) Ayetlerde peygamberimizden gece kalkıp namaz kılması ve “tertil” ile Kur’an okuması istenmektedir.

Tertîl; bir metni okurken yavaş yavaş, acele etmeksizin, tane tane, her bir harfin edasının, nazmının ve manasının hakkını vermek suretiyle okumaya denmektedir. Kur’an okunuşuyla ilgili olarak, kelimeleri ağızdan kolaylıkla ve düzgün bir biçimde çıkarmak anlamındadır (İbni Kuteybe, Tefsîru Garîbi’l-Kur’an, 262). Kıraatte tertîl; yavaş yavaş, acele etmeden, harfleri ve hareketleri dizilmiş inci taneleri gibi açık bir şekilde, mana ve hikmeti düşünerek metni tâne tâne okumak anlamında kullanılmaktadır (Kurtubî, Tefsîr, I, 17).

Kur’an tertîl üzere nâzil olmuştur. Hz. Peygamber; “Allah, Kur’an’ı indirildiği şekilde okuyanı sever” sözleriyle Kur’an’ı tertîl ile okumayı teşvik etmişlerdir (İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 207). Nitekim Kur’an-ı Kerim’deki “Kur’an’ı açık açık, tâne tâne (tertîl ile) oku” (Müzzemmil, 73/4) ayet-i kerîmesi de bu konuyu açık bir şekilde anlatmaktadır. Âlimler bu ayetle ilgili olarak bazı yorumlarda bulunmuşlardır. Fahreddin Râzî, “Kur’an’ı tertîl ile okumak; manasını anlayarak, ayetlerin içerdiği gerçekleri iyice düşünerek okumaktır. Allah’ın azametini belirten ayetleri, bu azameti gönlünde hissederek, tehdit ve müjdeyi içeren ayetleri de, ümit ve korku duygularıyla dolup taşarak okumaktır” (Râzî, Tefsîr, XXX, 174) demektedir. Gazâlî de, Kur’an okumaktan maksadın, manasını anlamak ve üzerinde düşünmek olabileceğini; bunun için de Kur’an’ın tertil üzere okunmasının gerekli olduğunu vurgulamıştır ( Gazâlî, İhyâ, I, 289). Bu açıklamalar ışığında Kur’an’ın tertil ile okunmasını; onun anlamını düşünerek, harflerin çıkış yerlerine ve tecvide dikkat ederek, anlamına göre sesi yükseltip alçaltarak, bir hadiste belirtildiği gibi, hitap ifade eden yerlerde karşıdakine hitap eder gibi bir ses tonuyla, durulacak yerde durup, geçilecek yerde geçerek, ağır ağır, Kur’an’ın gerçek amacını hem duyup, hem de dinleyenlere duyurarak okumaktır, şeklinde açıklayabiliriz (Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, 71).

Âlimler, Kur’an-ı Kerîm’i süratlice okuyup, çok okumanın mı, yoksa ağır olarak okuyup az okumanın mı daha üstün olduğu konusunu tartışmışlar, bir kısmı “Tertîl ve tedebbür ile az okumak diğerinden daha üstündür” demişlerdir. İbni Abbas ve İbni Mes’ud bu görüşü savunmaktadırlar. Bu görüşün sahiplerine göre, kıraatten maksat; Kur’an’ı anlamak, düşünmek, içindekileri bilmek ve onunla amel etmektir (İbni Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd, I, 88). Buhârî, Sahîh’inde Kur’an’ın tertîl ile okunmasının gerekliliğine ve süratli olarak okumanın mekruh olduğuna dâir bir bab açmış ve bu şekilde okumanın hoş olmadığını Abdullah b. Mes’ud’dan rivâyet ettiği bir hadisle açıklamıştır (Buhârî, Sahîh, VI, 109 vd). İbni Kayyim, İbn Mes’ud’dan şu rivâyeti nakleder: “Alkame, İbn Mes’ud’dan Kur’an okurdu, sesi güzel bir kimse idi. İbn Mes’ud ona “Anam babam sana feda olsun, Kur’an’ı tertil ile oku, çünkü tertîl onun süsüdür” dedi. Yine İbn Mes’ud: “Şiir söyler gibi Kur’an okumayın, çürük hurma atar gibi dağıtmayın. O’nun incelikleri üzerinde durun, kalbinizi onunla harekete geçirin” (İbn Kayyim, Zâdü’l-Meâd, 1, 89). Bu konuda İbn Abbas’tan da şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: İbn Abbas’a Ebû Hemze: “Ben süratli Kur’an okuyan bir kimseyim. Çoğu zaman bir gecede Kur’an’ı bir veya iki defa okurum” deyince, İbn Abbas: “Benim ağır ağır bir sure okumam, bana senin bu yaptığından daha güzel geliyor. Eğer sen bu işi yapacaksan, kulakların duyacağı ve kalbin anlayacağı bir kıraatle oku” demiştir (İbn Kayyim, Zâdü’l-Meâd, I, 89). Süratli okuyup, çok okumanın daha fazîletli olduğunu söyleyenler de kim ne kadar fazla Kur’an okursa, o kadar çok sevap kazanacağını belirten hadisi (bkz. Şerhu Sahîhi-Tirmizî, XI, 34) hareket noktası yapmışlardır. Üçüncü bir görüş daha vardır ki, o da konuyu insanın tabiat ve alışkanlığı ile değerlendirenlerin görüşüdür. Yani Kur’an’ın kıraatini süratli veya ağır şekilde okumaya alışmış olan kimseler, alıştıkları şekilde okumalarıdır

Kur’an-ı Kerîm’de “r-t-l” kökü dört defa ve hepsi de “tef’il” ölçüsünde geçmektedir. İkisi Furkan suresi, 4. ayetinde “ve rattili’l-Kur’âne tertîlen” şekillerinde geçmektedir. Furkan, 32. de, inkâr edenlerin Hz. Peygamber’e, Tevrat ve İncil’de olduğu gibi, Kur’an-ı Kerîm’in de parça parça değil de, hepsinin birden indirilmesi gerektiği yolundaki sözlerini anlatan ayetin devamında “Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk” (Furkan, 25/32) ifâdesinde, Kur’an’ın parça parça indirilmesinin sebep ve hikmetleri anlatılmakta, Müzzemmil, 4.’de de, daha önce açıkladığımız gibi, Kur’an’ın tertîl ile; açık açık, tane tane okunması istenmektedir (Müzzemmil, 73/4). Bu Kur’an ifâdelerinden anlaşıldığına göre, “tertîl” kavramı hem Kur’an’ı kalbe iyice yerleştirmek amacıyla bölümlere ayırmak, açıklamak (bkz. Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsir, II, 573), hem de onun manasını düşünmek, anlamak ve yaşamak amacına yönelik olarak ağır ağır, dura dura okumak anlamlarını ifâde etmektedir.
Kur’an, tertil üzere nazil olmuş ve peygamberimiz de tertil üzere okumanın Allah’ın sevdiği bir davranış olduğunu ifade etmiştir. Kur’an’ın tertil üzere inmesi yavaş yavaş, tedricen inmesi demek olduğuna göre okumanın da bu minval üzere olması gerekir. Hızlı okumaya delil gösterilen “her harfe sevap verilmesi” hadisinin de az önceki açıklamaya göre değerlendirilmesi durumunda hızlı okumanın değil, yavaş yavaş okunduğunda sevabın olacağını söyleyebiliriz. Çünkü esas, tertil üzere okunma olunca bu hadisin hızlı okumaya delil gösterilemeyeceği kanaatindeyiz. Aşağıda vereceğimiz rivayetler de buna açıklık kazandırmaktadır:

Hz. Enes’ten, Allah Rasulü’nün kıraatı sorulmuştu. O da cevaben dedi ki: Allah Rasulü kıraat ettiğinde kelimeleri uzatırdı. “Mesela, Allah, Rahman, Rahim kelimelerini med ile (çekerek) okurdu.” (Buhari) . Aynı soru Ümmü Seleme’den soruldu. O da şöyle cevap verdi: “Allah Rasulü tane tane ve ara vererek okur, her ayet üzerinde dururdu. Meselâ, Elhamdülillahi-Rabbil-Alemin der bir dururdu, sonra Errahmanirrahim der durur, sonra maliki yevmiddin derdi.” (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi) Ümmü Seleme başka bir rivayette de dedi ki: “Allah Rasulü kelime kelime, açık ve net okurdu.” (Tirmizi ve Nesei) . Hz. Huzeyfetü’l-Yemani diyor ki “Bir kere bir gece Rasulüllah’ın yanında namaza durdum. Azap ayeti gelince kıraatı kesip istiazede bulunur, rahmet ayeti gelince de kıraatı keser dua ederdi.” (Müslim ve Nesei) . Hz. Ebu Zer diyor ki: “Bir kere gece namazında Allah Rasulü, sabah oluncaya kadar ‘eğer onlara azap edersen, onlar senin kulların, şayet onları affedersen Sen aziz ve hakimsin’ (5/122) ayetini tekrarladı durdu.” (Müsned-i Ahmed, Buhari ve Nesei-Mevdudi, Tefhimü’l-Kur’an)

Allah’u Teâlâ, “Kur’an’ın Müslümanlara okunduğu zaman onların ağlayarak secde ettiklerini ve Kur’an dinlemenin onların derin saygısını artırdığını, kalplerinin titrediğini” ifade buyurmaktadır. (İsrâ, 17/107; el-Hacc, 22/35; Meryem, 19/58)

Beyhakî de Sünen’inde Ebû Hureyre (ra) anh’dan şöyle dediğini nakletmektedir; Allahu Teâla’nın: “Şimdi siz bu söze (Kur’ân’a) mı şaşırıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!”(Necm, 59-60) buyruğu nazil olduğunda Suffe ehli gözyaşları yanaklarından akıncaya kadar ağladılar. Resûlullah (S.A.V.) onların ağladıklarını fark edince O da onlarla birlikte ağladı. O’nun ağlaması üzerine bizler de ağladık. Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) “Allah korkusundan ağlayan kimse cehenneme girmez” buyurdu.

Bir başka hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Şu Kur’an hüzünlü olarak nazil oldu, öyleyse onu okuyunca ağlayın. Eğer ağlayamazsanız ağlamaya çalışın ve onu güzel okuyun. Onu güzel okumaya gayret etmeyen bizden değildir.”

Kur’an’ın hüzünlü olarak nazil olması, Kur’an’ın kalplere tesir eden gözleri yaşartan ulvi manalarla dolu olarak nazil olmasıdır. Onu huşu içinde tefekkürle okuyana tesir eder, gözleri yaşartır.. Kuran’ı Kerimi böylesi bir haleti ruhiye ile dinlemek ve okumak esastır.( İbrahim Canan, Kütübi Sitte, 17/89) Selefin de Kur’an okurken ağlayıp ürperdiği; fakat seleften bayılıp düşme gibi davranışlara başvurmadığı nakledilir.